Son ışıkları süzülüyor yaşamımın
Hırçın dalgalarla dövdüm sert kayalarını hayatın.
...................Rüzgarda dalgalanan çiğdem tarlaları....
Dalları salınıp bükülen Aluç ağacının kolları..
Her şeyi yerli yerinde buldum son deminde ömrümün.
'Her şey yerli yerinde'....bu bozkırda.
Tüm güzelliği önümde memleketimin.
Artık uzanıp onlara katılabilirim.
........................Katabilirim sonsuza kadar nefesimi bu dağlara
İçlerinden biri olabilirim.
Bir zamanlar buğday harmanlarına yaslı başımın
Çocuk gözleriyle izlediği yıldızları,
O mutlulukların mavi hayaliyle kapatabilirim.
..Bilinmez bir yıldızıda kendim için kaydırabilirim.
Çam kokularının rüzgar ıslığına karıştığı baharlarda,
Dört nala kopup bir tepeden,
şimşek hızıyla ulaşabilirim en ulaşılmazlara.....
Özlemleri, acıları, kahırları atıp atımın terkesine
Kıyısında mutlulukların, yurdumu kurabilirim.
Artık sonsuza kadar asılı kalabilir gözlerim mavide.....
............................Son nefesin ardında yine çocuk olabilirim.
Üstümde kırk yamalıklı, otuz yıllık, mavi bir urba
Ve o urbaya benzer bir yürek taşıdım şu son güne.
Artık beyazlara bürünebilir vücudum
............................................................... hayırsız yüreğimde.
Mavi bir düştü diye geçecek benimkisi sayfalara...
Milyon kişinin peşine düştüğü.
Dönüpte baktığında milyon kişinin tek bir ayak izi
.....................Ve hayalimin kendi ışığını kalmış görecek dostlarım.
Ölüm acı gelir biliyorum. Nasılda ısırır acıtır gönülleri...
Hele de elveda diyen dost bir nefesse.
.......................İmgelerin saltanatına ecelimi sultan yapabilirim.
Ve dostlarıma güzel bir taş yaptırmalarını vasiyet kılarım.
Bir zamanlar yırtılmıştı aydınlığın gömleği hatırlarsınız dostlar...! ! !
Nasılda yamamıştık iki yakasını mavi dikişlerle.
Mısra mısra nöbet tutmuştuk dikkatlice.
Korkuları insanın bir akbaba karartısı gibi
Gittikçe büyüyerek
..........................döner durur başında.....
............Artık hiç bir şeyden korkmadan dalabilirim karanlıklara.
Daha fazla leş için kavga eden o kargalara
Aydınlık tepelerden bıraktığımız o bağsız o damsız o arsız oklarımızı
Nasılda saplamıştık yüreklerine....
...........................Çift kasnaklı yaylarımız kekik kokuyordu.
Bir canımızı vurulmuş görmüşlerdi yine bir zaman.
Çatal dilleriyle kafasız bir kıç serseri bir mayındı dediler arkasından.
Sevgi dolu yürekleri yiyen yılanlar sevinçten uçuyorlardı.
Üç dağ gibi ilerledik yine de biz.
..................................Güleç gözlerle Kötü dillerin söylediklerine bakmadan.
Kanatları türkü yüklü Turnalar yine kanat çırpacak bu göğün üzerinde
Bizler turnalara benzettik kendimizi en çok
.......................................zamanı gelince göçen.
Bu da benim son göçüm.
Kaderi aynı iki farklı candık bu alemde
yürekleri türküyle barışık.
Nerede bir turna görsek orada birbirimizi orada türküleri gördük.
...................taa Asya dan tuna kıyılarına.
İnsan dedik önce beyazı karası sarısına aldırmadan renklerin.
Şu şu Bu bu diye ayrıştırmadan adları
Mevlana olduk gel dedik insanlara
obam obandır Yurdum yurdun.
En sert kılıçlarlarla boğduk bu çağrıyı kötüleyen dilleri.
.......................................Bize yakışırdı.Biz söyledik önce kardeş türküleri.
Şimdi benim sıram ölüyorum dostlar.
Bir kırlangıcın yuva yaptığı dallar olabilirim.
Ya da Ağrı dağında esen bir rüzgar.
Bir türkü olup konabilirim bir gün dudaklarınıza
Derinlerden giz dolu sesler duyuyorum
......................................................Mavi tülün arkasına saklanmış gökler
Karanlığı aralayıp yıldız yıldız bakışlarla gel hadi diyor gidenler.
Hasekiküpesi kokuyor yanımda...kabagül sarı düğün çiçekleri.
Gökler ahenk içinde yer yerli yerinde.
...................' 1975-2005 Beypazarlı Numan oğlu Hüseyin Doğan.' yatıyor bu tepede.................
Çevresinde rengarenk çiçek
Beyaz
Sarı
Pembe
Unutmabeni.
.......................................hasta zamanlarımın söylettikleri.
12-06-2005 Ankara / Beypazarı.
Kayıt Tarihi : 10.7.2005 16:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

MAVİYE AĞIT / ÖLÜMÜ BEKLERKEN & HÜSEYİN DOĞAN BEYPAZARI
Ecelin kapıda olduğunu düşünen şairin hayatın son deminde gözünün önüne gelen yansımalar akıcı bir dille şiir olmuş.
Şair, hayatın ona bazen sert davrandığını kendisinin de bu yüzden hırçınlaştığını söylüyor…O ruh haliyle özlemini duyduğu yerleri anlatırken çiğdem tarlalarından, alıç ağaçlarına kadar her şeyin yerli yerinde olduğunu ölümün bile bu güzelliği bozamayacağını öldüğünde de bu güzelliklerin bir parçası olacağını söylüyor…
Büyük usta Nazım’ın “beni Anadolu’da bir söğüt ağacının altına gömün” dizeleri geldi aklıma Şair de sanki mezarından buğday tarlalarını, çam ağaçlarını, ormanları, baharları görecek o güzelliklerin bir parçası olacakmış gibi çocukça bir mutluluk içinde…İnsanın kahreden üzen duygulardan uzaklaşıp mutlu bir dünyanın hayallerini kuruyor. Belki de üzüntülerden uzak geçirdiği çocukluğuna özlem duyarak hep öyle çocuk kalmak istiyor.
“dört nala kopup bir tepeden
şimşek hızıyla ulaşabilirim en ulaşılmazlara”
dizesiyle sanki artık ilahi aşktan bahsediyor. Sanki Yaradan’ına kavuşmak için son sürat koşmak istiyor.
Şair, otuz yıllık hayatında yüreğini kırk yamalı bir elbiseye benzetiyor ki zaman zaman üzmüş üzülmüş sanki istediği sevgiyi hak ettiği değeri bulamamış izlenimi bıraktı bende…Kırılmış incinmiş üzülmüş. Ama artık kefen giyme zamanı geldi artık yüce Kudretin önüne giderken bedenim masumiyeti temizliği ifade eden beyazı giyerken yüreğimde saflık, masumiyet ve güzellik elbisesini giysin günahlardan arınsın istiyor…
Tarihe huzur, güzellik, sevgi ve mutluluk düşleyen biri olarak geçmek istiyor. Ve onun gibi aynı düşü kuran binlerce insanın olduğunu ve sanki hepsi tek ayak iziyle aynı yoldalar diyor…Ve ölüm geldiğinde dostları tarafından zaman zaman yad edilmeyi hayal ediyor…
Ölüm herkese acı gelir en zalim yüreği bile acıtır. Hele ki ölen kişi sevilen bir kişiyse dostsa dostları kanar. Ecelin bile en güzelini düşünen şair dostlarından kendisine bir mezar yaptırmalarını vasiyet ediyor…
“Bir zamanlar yırtılmıştı aydınlığın gömleği hatırlarsanız dostlar”
dizesi bana şairin ülkesinin geçmişindeki ihtilallerden bahsediyor gibi geldi. Yaşam devam ederken insanın korkuları olur bazen bunları gözümüzde büyütürüz hatta öyle bir hal alır ki tepemize çöker korkularımız. Oysa o korkuları biz yaratmışızdır.
“Artık hiçbir şeyden korkmadan durabilirim karanlıklarda”
O daracık karanlık mezarda korkmadan durabilirim diyor..
Gözünü mal mülk vs. bürümüş dünya malı için kavga edenlerin boşuna kavga ettiğini, boşuna çabaladığını söylüyor. Sanki ölünce kefenden başka hiçbir şeye ihtiyaç olmadığını anlatır gibi. Ölürken bile halkı bilinçlendirme çabasında sanki bunun için yıllarca uğraşmış. Ama insanlar anlamayıp arkadan kötü konuştular diyor…
“üç dağ gibi ilerledik yine de biz”
dizeleri bana bir zamanların devrimci gençlerini hatırlattı. Onlar hakkında kötü konuşanları ama her şeye rağmen gençlerin barış çabalarını hatırlattı. Her şeye rağmen kötü kalplilerin sözüne bakmadan haksızlıklara karşı geldiklerini sonu kötü bile bitse bir zamana damgalarını vurduklarını söylüyor sanki…Haksızlığa karşı gelenleri turnalara benzeten şair her kötülüğe rağmen yine de bu ülkede kendini turnaya benzeten yiğitlerin olacağını, haksızlığa karşı geleceğini ve yine zamanı gelenlerin gideceğini söylerken arık sıra bende diyor.
Asya’dan Tuna’ya kadar kaderleri aynı yolları farklı canlar olduğunu söylüyor. Turnalar burada sevginin, barışın ve dürüstlüğün sembolü olarak kullanılmış.
İnsan sevgisi vardı yüreğimizde…Din, dil, ırk, soy fark etmeden sadece insan olması yetiyordu sevmek için derken ayrıma karşı olduğunu özellikle belirtiyor. Mevlana gibi ne olursan ol yine gel diyecek kadar pişmiş şairin yüreği o kadar büyük…Yurtlarımızı, yüreklerimizi açtık insanlara derken barışa, birliğe karşı olan insanların karşısına önce biz çıktık diyor…Biz ayıpladık onları biz susturduk…İnsan olana kardeşlik türküleri yakışıyordu o yüzden biz uzattık önce barış ellerimizi, barış türkülerini biz söyledik.
Şimdi sıram geldi ölüyorum diyor şair diyor ama sanki yeniden doğmak onun ki. Kırlangıçların yuva yaptığı dal olmayı, Ağrı’da rüzgar olmayı ya da dost dudaklarında barış türküsü olmayı hayal ediyor ki umudu çağrıştırıyor bu dizeler. Ne güzeldir böyle ölmek…
Artık son deminde gönlüne önceden yitirdiği dostların hayalleri düşüyor. Hadi gel artık diyorlar şaire…Çiçek kokularıyla gidiyor dostlarına her şey olması gerektiği gibi…
Ve mezar taşında bir isim:
“1975 – 2005 Beypazarlı Nûman oğlu Hüseyin Doğan Ruhuna Fatiha”
(Allah geçinden versin)
ve çiçekler sarmış etrafını renk renk belki de onurlu bir yaşamın ödülü. Unutma beni diyor şair. Unutulur mu ki?
Şair yer yer imgelerle süsleyerek ördüğü şiirini destansı duygulu bir dille yazmış…Alıp götürüyor okurunu hayallerin en ücrasına. Anadolu’nun, güzelliklerin yanı sıra tarih, insanlık ve barış işlenmiş şiirin her dizesinde…Hem de çok güzel işlenmi.
Ölüme çok güzel bir gözle bakılmış yeniden doğuşun büyüsü var…
Etkilenmedim desem yalan olur…Kutluyorum…
Umarım bir hatam olmamıştır. Tebrik ve saygılarımla…
LEYLÂ VE GÜL GRUBU
LEYLÂ AKGÜL
saygılarımla:
rr.akdora
TÜM YORUMLAR (2)