Teyplerde yanliş seçilmiş şarkılar çalıyordu,biz abilerimizden,babalarımızdan arabesk bir hayatı devralıyorduk.Talihsiz 78'lilerdik,ve kimse bize acımıyordu.Bir aşkı anlatan şarkılar neden hep ölüm kokuyordu,neden başında veya sonunda illede biri ölmek zorundaydı aşkların,hiç bilmedik ama galiba aşktan kolay belledi,ölmeyi,yüreklerimiz.
Batan güneş benide al,ya benimsin yatoprağın,mezarım olacak bizim sokaklar,diye başlayıp biten şarkılarımız,batsın bu dünya,çile bülbülüm çile,dedrtiyordu bizlere.Ve can bedenden çıkmayınca asla sevmenin,yada sevdiğini rahat bırakmanın mümkün olmadığını söylüyordu,adam olmuş çocukların klavuzu Barış abi bile.Bu yüzdendir şimdiki şarkılara yabancıığımız,
Utanır insan böyle güzel olunurmu diyor yeni nesil şarkılar,ve aslında bizim yaşadığımız yasaklı hayatın bir özetidir bu.Utanır insan böyle güzel olunurmu,yada sen bukadar güzel olursan ben sana nasıl bakarım?
Ama neden? Neden güzelliğinden utansın insan ve neden utanırız güzel bir yüzü seyretmeye.
Ülkemin bölünmez bir bütün olduğunu kafamıza bir mıh gibi işlemi,şlerdide,bir köşesinde komşu kızını kardeş belletirken,diğer köşesinde kardeşlerimi evlendirmişlerdi,toprak bölünmesin diye. Bu bölünmezlik anlayışı öylesi bölüyorduki ülkemi,bir kentten başka bir kente gittiğim misafirliklerde yaşadığım tek değişim hava değişimi olmuyordu.Yüreğime yeni kurallar öğretmek zorunda bırakılıyordum,her Erzurum seyahatlerimde ve ben Erzurumu sevmek istiyordum,Dedemin yasakları olmasa.
Unutmuyorum,annemle Erzuruma gitmiştik(ki unutsaydım yazamazdım) Baba memleketi,dadaşlar diyarı erzurum,Henüz 13 yaşındaydım,ve hiçbir kıza saçını çekmekten gayrı bir fiziksel yaklaşımı taşımıyordu yüreğim.Dayımın komşusunun bir kızı vardı,Telviye..
Bir kıza koyulacak en acayip isimdi belki bana göre ama çok güzeldi Telviye,Bir iki kaçamak bakışmamız olmuştu,ve birde annesinin yolladığı nohutlu pilavı bizim kapıdan bana uzatırken eli elime değmişti,Aşkı ağzına kadar nohut ve pirinç dolu bir tabağın altında iki ürkek elin birbirinr teması sanmıştım,o çocuk kalbimle,değilmiş.Annem öyle diyordu
''burası köy yeri,öyle kızlarla falan konuşma,kapılara bizden önce seğirtme,otur sahanlıkta oyna bilyelerinle''
Köy yeriydi orası ve 13 yaşında bir çocuğun çok çok 15 yaşında başak bir çocuğa gülmesi yasaktı.Çünki o kız çocuğuna o köydan ancak bir kişi gülebilirdi,oda zaten daha kız doğar doğmaz alnına yazılmıştı.Gençlerin sevmesine karşı çıkan köylerim,çocukları evlendiriyorduda bu nasıl bir millet efendiliği oluyordu,Atatürk yaşasa herhalde kahrından tekrar ölürdü.
İzmire geri döndüğümüzde,sınfımdaki bütün kızlar birer Telviye oluyordu gözümde ve utanıyordum silgilerini istemeye,çünki erzurumda bize hata yapmamayı,yaparsan silinemiyeceğini,affedilemiyeceğini öğretiyordu,dedem.Oysa annem Telviyeyi bana yasak eden anam,izmirdeki lomşumuzun kızı Aylinle evcilik oynamamıza bile izin veriyordu.Aynı yatağa yatıyorduk Aylinle,ve henüz onüç yaşındaydık.Saçları,göğsüme,elleri ellerimde,yatıyor karı koca gibi yapıyorduk ve aslında sadece çocukla şamatalarımızdan gerisi ilgilendirmiyordu bizi.Aylin kardeşti,komşu kızı demek kardeş demekti,beraber büyüyecektik ve Aylin hep bizim sidikli Aylin olarak kalcaktı benim için,çünkü sidiklileri sevmem yasaktı.Onüç yaşında bir çocuğa namus ilan ediliyordu,evimizde oynayan komşu kızı ve asla kötü gözle bakılmazdı.Yani eğer ben o kıza aşık olursam,yada onu seversem bu kötü bir gözdü,aşk kötü bir gözdü,sevmek kötü bakmaktı.Aylini döversem,ona bakanları döversem,bakaldan gelirken dışarda arkadaşlarıyla oynadığını babasına ispiyonlarsam aşka ve namusa büyük hizmetlerim olacaktı,ve babam bana,komşu amcaların yanında ''o işler nasıl gidiyo'' dediğinde,oişlerin ne olduğunu sanki bilyormuşum gibi pis pis sırıtacaktım.İzmirdeki mahallemde komşu kızlarını babam kardeşim diye nüfusuna geçiriyor,ama dedemler Erzurumda,siirtte,muşta,vanda,bingölde,,kardeşlerimi birbiriyle evlendiriyorlardı.Ya izmir bilmiyordu bu işin doğrusunu,ya Erzurum,Yada birileri Ankaradan bunların ikisininde yalnış olduğun söylemekle yükümlüydü ama yükümlülüklerini yerine getirmiyordu.Tek gerçeğe yüzlerce doğrunun uydurulduğu bir ülkede,yanlışlarla yaşıyorduk,ve büyüyorduk malesef.
Ne aylin ne ben,nede Telviye kendi aşklarımızı yaşamıyacağımızı biliyorduk.Telviye kime verildiyse ona,Aylin kendisi gibi okumuş bir kurtarıcıya,bense babamın annemin,yada üzerimde olmayan haklarını idda eden yakınlarımdan birinin bulduğu pastörize süt emmiş birine aşık olmalıydım ve konuşmamalıydım,aşkı babamdan anamdan iyimi bilecektim.
devam edecek...............
Serhat ÇalışkanKayıt Tarihi : 7.11.2006 18:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!