O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan ev...
Nazım Hikmet
MAVİ GÖZLÜ DEV
Halkımız ne güzel söylemiş, “Davul bile dengi dengine…” diye. Bu sözler durup dururken söylenmemiştir. İnsanların kolay anlaşabilmesi değer yargılarının, hayat anlayışlarının uyumuna bağlıdır. Ne var ki gönül ferman dinlemez… İnsan kolayca sever bir güzeli, kanı kaynar ama… Güçlü bir fiziksel çekim değer yargılarının uyumuyla da desteklensin ister. İster ama eli boşa çıkar kimi zaman sevenlerin…
Şiirde ‘büyük-küçük’ kavramları hem gerçek hem mecaz anlamıyla kullanılmış. Şair, büyük idealleri olan bir aydındır. O, büyük bir şiiri, gönlünde ve beyninde yaşadığı fırtınaları dile dökerek insanlarıyla paylaşma uğraşı içindedir. Büyük bir hayat yaşar ve yaşadıklarını ‘şiirsel anıtlar’ olarak halkıyla paylaşır. Onun şiiri insanların duygu ve düşünce dünyasını güzelleştirecek, yeni bir sevdayla ve umutla hayatı kucaklayan insanlar daha yaşanası bir insan ilişkileri ağı öreceklerdir. Ona göre, dünyayı güzellik kurtaracaktır…
Bir zamanlar girdiğim sınıflarda sözel bir anket yapmıştım. Öğrencilere kendilerini mutlu edecek şeyin ne olduğunu, on beş ya da yirmi yıl sonra kendilerini nasıl hayal ettiklerini teker teker sormuştum. Aldığım yanıtlar birbirine çok benziyordu. Gençlerin hayattan beklentileri “Bir ev, bir yazlık, bir araba ve güzel bir eş”… Evet, bunlarla sınırlıydı hayal dünyaları, gelecekten beklentileri! Kansere ilaç bulmak…İlk yerli arabayı yapmak… Kendine bir denizaltı ya da tek kişilik bir uçak ya da planör yapmak…Türkiye’nin çevresindeki denizlerin altını incelemek… Yoktu..
O sınıflarda bir fıkra anlattım. Ağanın biri, yanında kâhyasıyla sahibi olduğu uçsuz bucaksız bir ovada at gezintisi yapıyormuş. Öğle olmuş, yorulmuşlar, acıkmışlar. Kâhya, demiş; yiyecek bir şeyler yok mu torbanda? Soğan ekmeğim var ağam, demiş. Bir ağacın altına oturmuşlar. Ağa, soğanı almış, bir taşın üzerine koyup bir yumrukta soğanı parçalamış. İçinden en tatlı yerini, cücüğünü almış, ekmeğine katık yapıp yemeye başlamış… Kâhya da kalan yapraklarından bir dürüm yapmış.
O günlerde piyangoda çok büyük bir ikramiye dillerdeymiş. Ağa:
— Kâhya, demiş. Bu büyük ikramiye sana çıksa ne yaparsın?
Meğer kahya o güne kadar hiç hayal kurmamış!
—Ağam, demiş; ne yapayım? Her gün soğanın cücüğünü yerdim anasını satayım…
Kayıt Tarihi : 23.11.2008 22:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (3)