Mavi Defter'in Sırları

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Mavi Defter'in Sırları

Bir boğaz köyünün asırlık mezarlığından yükselen servilerin gölgelerinde, dolunayın denizle oynaşan gümüşi ışığında, masalsı bir kalenin gizli geçitlerinde kaybolduğumda “ânın” geriye dönüşsüzlüğünü, “sonsuzluk” duasıyla birarada hissettiren ılık bir iklimle kuşatılmıştım. Beni çarpan, tabiatın suskun yaratıcılığı mıydı yoksa kâinatla hareket arasındaki med cezirli ilişki miydi tam bilmiyorum. İhtiyar ağaçların altında teravih kılanların alınlarını köklere usulca değdirdiği ânın sihrini tarif etme çabası, kelimelerimi de hiçleştirecek diye ürküyorum. Ama yine de şu kışkırtıcı anlatma şehvetinden uzaklaşamıyorum bir türlü. Hayatta da, ötesinde de “yolculuğun” hiç bitmeyeceğine olan inancımdandır belki bu asi “yazma” inadı.

Vaktiyle yaşadığımız, bulunduğumuz bir şehre, mahalleye, eve, mekâna dönebiliriz ama yaşadığımız bir ânın içine aynı hissiyatla dönmek imkânsızdır. İnsanlığın en trajik hâllerinden biri olan bu çaresizliği, yazarlar, şairler, kâğıt kesiği gibi incecik bir sızıyla tasavvur eder. Yoksa neden acıyan yerlerini her defasında yeni bahanelerle kanatsınlar? Ben neden sekiz yüz yıllık taş minberin önünde secde edenlere bahçenin ortasına gerili şeffaf bir perdenin ardından bakakaldığımda Halil Cibran’ın müşfik sesini işiteyim? O değil mi ki, “Yalnızca içinde esrar olanlar bizim de yüreklerimize indirebilirler varlığın sırlarını” fısıltısıyla ‘kayıp ruhlara’ huzur üfleyen.

Hiddetli bir yaz yağmurunun sesini dinleyerek hatıralarla üşüdüğünüzde, hayallerle hakikatin buluştuğu “göçebe bir hayatı” özüyorsanız eğer, kim olduğunuzu hatta kim olmadığınızı da delicesine merak ediyorsunuz demektir. Gittikleri yerlere geçmişlerini, geleceklerini taşıyan bütün “seyyah yazarlar” biraz da derinlerindeki o loş odacıklara ulaşmak için yazarlar.

Mavi Defter’in yazarı Şavkar Altınel de onlardan birisi bana göre. Mesafeli, kimi zaman doğal huysuzluğundan güç alan lirik üslubuyla, okurunu ve anlamlandırmaya çalıştığı “kimliğini” uzak/yakın yolculuklara davet ediyor. Adını kitaba veren “Mavi Defter” başlıklı denemesinde “açık kırlar ülkesi” anlamına gelen Polonya’da dolaşıyor. Ona yolculuğunun sebebini soranlara, “Derin bir amacım yok, sadece dünyaya bakmak” diye cevap veriyordu. Derin bir amacı olmayan yazar, mavi defterine aldığı notlarda bir ânını tarif ediyor: “...Sönmek üzere olan günün içinde bütün mezarlar kışın eşiğinde bu kadar çeşitli ve canlı olabilmelerine şaşırdığım, saksı içinde kırmızı, sarı, mavi, turuncu, pembe, mor çiçeklerle ve kavanozlarda hiç kıpırdamadan yanan mumlarla kaplıydı. Ölüm renkli bir rüyada görülen renkli ve aydınlık bahçeye dönüşmüştü.”

Herkesin zaman içinde biraz puslandığı hâlde kısacık şimşek çakımları gibi aydınlanan anı parçacıklarını kayda geçirmek istediği derin bir zihin defteri vardır. Altınel, o anların yığılmasıyla anlam kazanan yolculuklardan kitap yapıyor. Benim gibi okurlar o anların sırrını “mavi defterlerinde” saklıyor. Yazar bunları mavi defterine anlatırken, ben muhtemelen ölüm korkusunun aldatıcı olduğunu fısıldayan başka bir mezarlıkta dolaşıyor, hayata diğer taraftan da bakmayı öğreniyordum. O sırada dünyanın ıssız bir yerinde, bir çocuk ilk çığlığıyla hayata adım atıyor, bir kadın kavuşamadığı adamın mezarına bir demet papatya bırakıyor, dalgın bir sokak satıcısı o mezarlık duvarının dibinden homurdanarak geçiyordu. Bir adam oralarda yürürken sevdiği hâlde terk etmek zorunda kaldığı kadını düşünüyordu. Ve bunların hiçbiri tek, tenha ve solgun bir âna sığmıyordu.

“Belki de her şey yazarın zekâsını ve duyarlılığını gösterme çabasıyla başlıyor, bu onu dünyayı biçimlendirmeye götürüyor” diyen Altınel, okura mimarisi, renkleri, coğrafyası, kültürü ve insanıyla ayrıntılı resmini çizdiği seyahatleri sabırla okumaların telkin ediyor sanki. Ve nefesini yeterince tutabilenlere yazının muhtemel açmazlarını da gösteriyor. Her ânını minyatür sanatçısı gibi işlemeyi seven yazar kendine nasıl da acımasızca yükleniyor: “Duygusal ve sahte olmaktan korktuğum için her zaman güçlükle yazmıştım, ama gerçeğin kendisiyle karşılaştığımda yazılan her şey duygusal ve sahteydi. Bütün bunları yıllardır için için bilmiş ama görmezlikten gelmiştim.”

Yazının sırrı, biraz da o reddedişin asiliğinde, asaletinde saklı bence. Şavkar Altınel, defalarca anlatılarak tüketilen coğrafyalarda dolaşırken, kendini özlemle arayarak zamanın döngüselliğini de hatırlatıyor sanki. Hollanda seyahatini anlattığı “Arka Ev”de, içine doğru dönen dairelerin hareketini gördüm: “Anne Frank da Vermeer de daracık bir alan içinde yaşayıp güç koşullar altında ölmüş ve arkalarında dünyada görüp kayda geçirdikleri bir avuç çarpıcı resim bırakmışlardır” dedikten sonra onlar kadar acılı olmasa da başkalarının da bir tren penceresinin çerçevelediği kır manzarasını ellerinden geldiğince yakalamaktan başka yapabilecek bir şeyleri olmadığından bahsediyor, ansızın içine dolan bu düşünceye yabancı olmadığını itiraf ediyordu.

Kim kendine ve varlıklardaki suretine bigâne kalabilir ki? Hepimiz ölümsüz olduğuna inandığımız tek bir ânı “sonsuz bir resme” dönüştürmek, başkaları da varlığımıza şahit olsun diye anlatmak için yaşamıyor muyuz nihayetinde?

(Mavi Defter, Şavkar Altınel, YKY Yayınları)

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 3.3.2016 14:48:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan