..çocuğun ellerinden kaçan uçan balon.. fotoğrafı çekilebilecek en hüzünlü an.. çaresizlik, beceriksizlik, yukarıya doğru yükselen şeyin sana asla geri dönmeyeceğini bilmenin verdiği acı, birden bire doluveren gözler.. balonum terk ettiğinde beni dört yaşındaydım. O günden sonra arkasına bakmadan çekip giden herkesin küçük mavi balonumun yanına gittiğini düşünür ağlarım usul usul..
Tanıdığım en haksız adam benim. Çocukken oynadığım bütün oyunları ben bozdum, büyüdüğümde de bütün oyunları ben başlattım. Tanıdığım herkes o kadar hızlı büyümüştü ki oyun çağlarının geçtiğini fark edemedim. Kurallarını benim koyduğum ve canımın istediği zaman da bozduğum oyunlarımdan oynamaya kalktım onlarla, ama onlar çok hızlı büyümüşlerdi. Ve yetişemediğim için süratlerine ucuz bir hüznü yapıştırıp yüzüme, gittiler.. Hüzün karpuz kabuğundaki yaz sineği gibi yerleşti bünyeme ve hiç terketmedi beni.
Babamla ilk lunapark gezimizdi. Hatta belki de babamla başbaşa yaptığımız ilk bağımsız erkek etkinliği. Sevinçten başım öyle dönmüştü ki atlı karıncanın yalancı dönüşleri sadece plasebo etkisi yapmıştı. Bir sürü şey yaptık o gün, tuhaf aletlere bindik, kırmızı kabarık yünlü helvalardan aldık, tüfekle ateş bile ettik. Ama ben ilk kez etrafımızda annem ya da Yasin ya da Gülşen olmadan başbaşa saatler geçirdiğim babamı izlemekten başka bir şey yapamıyordum sanki. Dünyanın en yakışıklı, en büyük, en süper adamıydı benim babam.. Çeşmenin kenarında dondurmamla cebelleşirken bir süre uzaklaştı ve döndüğünde uzun bir ipliğe bağlanmış mavi balonla gülümseyerek "al oğlum dedi, sıkıca tut, yoksa uçar". Sevinçle aldım. O kadar güzeldi ki ve o kadar sıkı kavradım ki sanki ömrümün sonuna kadar bırakmayacaktım. Rüzgarın etkisiyle tepemde sağdan sola nazlı nazlı dans ettikçe kendimi onunla birlikte uçarmış gibi hissediyor ve mukaddes bir emaneti taşır gibi avuçlarım terlemesine rağmen sıkı sıkı tutuyordum. Bir tane balon almıştı. Babam bana ne zaman oyuncak alsa kardeşlerime de alırdı mutlaka ama o gün öyle olmamıştı işte. Bir tane almıştı, sadece bana almıştı. Hayatımda kendimi özel hissettiğim tek anı yaşıyordum belki de. Bir an önce eve gitmek istedim. Balonumla koşarak içeri girmek, "bak babam bana ne aldı" demek istedim Yasin'e. Tamam belki kıskanacaktı ama ne yapalım işte babam en çok beni seviyordu, yapacak bir şey yok..
Eve doğru koyulduk yola, ben yol boyunca yürümedim, adeta uçtum. Bir an önce eve gidip Yasin'e balonumu göstermek dışında hiçbir düşünce yoktu kafamda. Ama ya adımlarım çok küçüktü, ya da bizim evi çok uzağa yapmışlardı. Binyıllar süren yolculuktan sonra eve varabildik. Babam kapıyı açar açmaz içeri süzüldüm. Yasin diye bağırdım. Ses yoktu. Yasin evde yoktu, annem de yoktu. Babama döndüm, annemler nerde diye sordum. Salondaki tek çekyata oturmuştu babam. Yanına çekti beni. Konuşmaya başladı.. "Bak oğlum" dedi. "Sen büyüdün artık, koca adam oldun, iyi dinle beni. Annenle biz bir karar verdik. Aynı evde yaşamayacağız bundan sonra. Sen benimle kalacaksın, Yasinle Gülşen annenle kalacak, ama istediğiniz zaman görüşeceksiniz tabi, sadece bir süre aynı evde kalmayacağız o kadar..." Balonum hala elimdeydi ve ben hala sımsıkı tutuyordum onu..
Ama, ama ben o kadar büyümemiştim ki. Hiçbir şey de anlamamıştım. Yine de kocaman doldu gözlerim. Kendimi babamdan kurtarıp kapının önüne fırladım. Elimde balonum uzun uzun gökyüzüne baktım. Ağlayamıyordum, küçücük bir şey daha olsa günlerce hiç susmadan ağlayabilirdim ama o an ağlayamıyordum. Yaşlar gözlerime perde olmuştu çoktan ama akmıyorlardı. Balonum elimdeydi.. Ve Yasin yoktu. Galiba artık balonun da hiçbir anlamı yoktu. Usulca araladım avucumu, balon hızla yukarıya yükseldi. Ve ben ağlamaya başladım. O kadar canım yanıyordu ki, o günden beri ablak suratıma yapışan hüzün o kaçıp giden balonun arkasından kalandı...
Sonra annemler eve döndü tabi. Bir kaç gün sonra.. Eş dost araya girmiş saçmalamayın demişler ne boşanması çocuklar ne olacak falan filan.. Galiba bizimkiler de o kadar nefret etmiyorlarmış birbirlerinden, barıştılar. Ama o gün, kapının önünde büyüdüm ben. Babamla konuşurken küçücüktüm, dışarı çıktığımda büyüdüm.. Yasin'e balonumdan hiç bahsetmedim. Bir daha elime hiç balon almadım.. Babamla lunaparka hiç gitmedim. Babamın zannettiğim kadar kadar büyük olmadığını anladım ben o gün. Onu hep sevdim, şimdi de çok seviyorum. Ama galiba o mavi balon yükseklere uçunca zanettiğim kadar önemli ve özel olmadığımı da anladım. Sonra ağladım, ağladım.. O gün orada başka türlü bir şey kaybettim ben ve bu kadar zaman geçti kaybettiğimi hala bulamadım..
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
O gün orada başka türlü bir şey kaybettim ben ve bu kadar zaman geçti kaybettiğimi hala bulamadım..
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta