Matrut (Öykü) Şiiri - Yorumlar

Savaş Çeliker
39

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Matrut çok çirkin,tıknaz ve takoz gibi bir adamdı.Kendi görüntüsünden kendi de hoşlanmazdı.Çirkin olduğunu biliyordu.Bu nedenle aynalarla arası hiç iyi değildi.Evinde hiç ayna bulundurmazdı.Sadece aynaları değil,geceleri görüntüsünü yansıtan camları da sevmezdi.Evinin salonunda,banyosunda, mutfağında,tuvaletinde,kütüphanesinde,holünde,çatı katında ve hiçbir odasında ayna olmadığı gibi, camı olan herhangi bir kapı da yoktu. Pencereleri ise,artık beli bile tutmayan iki büklüm hale gelmiş; ama yüzünde hüzünle karışık bir sevecenliği hala koruyan yaşlı annesi örter ve açardı.Bütün pencereleri kapatmak, açmak; akşamları bütün pencerlerin perdelerini çekmek, gündüzleri yeniden ama bu kez tersine doğru çekmek ve bütün bunları yaparken oğlunun pencerelerle karşılaşmamasına dikkat etmek yaşlı kadını çok yoruyordu.Bu işlere bir türlü alışamamıştı,alışamıyordu…
Boyaları solmuş,iki katlı büyük,eski bir villada oturuyorlardı.İki kişiydiler:Annesine hiç benzememiş,babasından daha çirkin bir oğul ve artık ömrünün akşamına gelmiş yaşlı bir ana..Bu yaşlı kadın pencerelerle uğraşmak bir yana, evin bütün işleriyle de ilgilenmek zorundaydı.
Haftada bir gün üstünkörü temizlik yapmak, her öğün aynı yemekleri pişirmek, kirden kaskatı kesilmiş çamaşırları tarihe karışmış ve içindeki bütün aletleri oraya buraya fırlatıyormuş gibi 'takara...tukara' diye sesler çıkaran çamaşır makinasının içine atmak, bütün tabak kaşık çatal bulaşık hale gelinceye kadar bekledikten sonra onları yıkamak....Herşey, ne varsa onun eline bakıyordu. O,ak saçlı,iki büklüm,buğday tenli,mavi gözlü,yaşlı kadın yllardır bu işleri yapmaktan bıkmıştı. Hele her sabah ve her akşam üst kattaki pencerleri açıp kapamak için evin bir köşesindeki merdivenlerden, trabzanlara tutunarak ağır aksak bir şekilde yirmi bir basamak çıkmak zorunda kalışı yok muydu! İşte bu onu bitiriyordu. Merdivenleri çıkmaya hazırlanırken, önce benekli uzun donunu diz kapaklarının üzerine sıyırır,trabzana iyice yaklaşarak sağ eliyle onu tutardı.Sonra merdivenin üst basamaklarına hiç bakmadan,tatlı hatıralarına dalıp kırışıklıklarla dolmuş yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek çıkmaya başlardı merdivenleri.Ama özlem ve acılarla dolu uzun yılların bedeninde meydana getirdiği tahribat,bu halde onun ancak birkaç basamak çıkmasını sağlıyordu.Zorla beyninin en dip köşelerinden çekip çıkarttığı,artık bir sis ve toz bulutunun ardında kalmış tatlı hatırları ancak üç-dört basamaklık bir güç veriyordu ona. Bu birkaç basamağı nasıl çıktığını bile anlamazdı.Ama güneş balçıkla sıvanmaz demişler.Acı, yıpratıcı ve zorlayıcı olan gerçek, her zaman gelir,körün taşı gibi kendisini dayatırdı.Gözlerinin önünde capcanlı durur ve sanki biraz da sırıtarak yaşlılığıyla alay ederdi.Gerçeğin adı merdivendi.Yirmibir basamaklı,onuncu basamağından sonra ara bir düzlüğü olan merdiven.
O üç-dört basamaktan sonra,yaşlı kadın için, eziyet dolu dakikalar gelir çatardı.Farkında bile olmadan kaşlarını çatar,gözlerini kısar,yüzünü buruşturur, çok gergin bir hal alırdı.Bu kez büyük bir hızla mutsuzluk, acı ve keder dolu hatıralar sarardı tüm benliğini.Derin, kapkaranlık ve anlamsız bir kuyunun dibine doğru sürekli düştügünü sanır; yüreğinden gelen bir sızıyla,hiç zorlanmadan ağlardı.Zaten bu kocaman,sessiz,soğuk,eski villada ağlayabilmek yetisi de onu terk etmiş olsaydı, hiç kuşkusuz çıldırırdı.Ağlamanın kısmen rahatlatıcı etkisiyle ve ağlamasına hiç ara vermeden yeniden çıkmaya başlardı.Her basamakta,bir üsttekine çıkmak için,önce trabzana yakın olan sağ bacağını zar zor,hafifçe kaldırır ve ayağını basamağın dikey yüzeyine sürterek güçlükle basamağın üstüne koyardı.Ama iş bu kadarla bitmezdi. Sonra sıra bir önceki basamakta kalan sol ayağını çekmeye gelirdi.Bunu başarabilmek için de; sağ kolunu merdivenin parmaklığına dolar,sol eliyle sağ elinin bileğini tutar,belinin yanlarını ve sağ kalçasını trabzana sıkıca bastırıp,derin derin 'ıhh...' sesleri çıkararak bir sopa gibi yukarı çekerdi sol bacağını.Ardından bir basamak daha çıkmış olmanın kıvancıyla,çok geçici bir mutluluk duyumsardı. Ama mutluluk onun için sadece çelimsiz bir yolcu,mutsuzluk ve keder ise kocaman bir handı.Ani huzur gülümsemelerinin ardından,hemen eski haline döner ve çıkmaya devam ederdi.Onuncu basamağa doğru acı acı çıkan 'ıhh...' seslerine, bıkkınlığını belirten sesli sitemlerini de katardı.Aslında yaptığı her şey acısını hafifleten ve ona merdivenleri çıkma gücü veren birer araçtı.İşte bu yaşlı,bahtsız kadın ağlayarak,ıhlayarak,sitem ederek yirmi bir basamaklı merdiveni ancak yirmi beş dakikada çıkardı. Onun için hergün iki kez yinelenen bu yirmi beş dakika düpedüz işkenceydi, eziyetti.
Matrut gerçekten çok çirkin ve korkunç bir adamdı.Gulyabani veya Karakoncolos bile onun yanında hiçti.Araba tekerleklerinin altına konan takozlar gibi bir gövdeye sahipti.Bu gövdeye bir de,tamtamına gövde kadar geniş tekerlek gibi yuvarlak,hala dökülmemiş ve her tarafından inek yalamış gibi kafatasına yapışık duran bembeyaz saçlı bir kafayı da eklemek gerekir.
Genç olarak nitelenemeyeceği gibi orta yaşlı da değildi.Daha doğrusu bu, normal insanlara hiç benzemeyen adamın yaşını tahmin edebilmek çok zordu.Yine de altmışına yaklaştığı söylenebilirdi.Annesi gibi, onun da başının üzerinde sonbahar rüzgarları esiyordu.Sadece bir farkla ki,annesinin başının üstünde esen rüzgarlar daha çok kasırgaları andırıyordu.Ama Matrut, kalın ve yağlı vücudu, şişkin pazuları, geniş ensesiyle yine de güçlü görünüyordu.
Orman gibi kaşlarindan, uzun kirpiklerinden gözleri ayırt edilemiyordu.

Tamamını Oku
  • Şükriye Çeliker
    Şükriye Çeliker 14.09.2007 - 12:49

    güzel bir öykü.tebrikler

    Cevap Yaz
  • Sevil Nizamoğulları
    Sevil Nizamoğulları 11.07.2007 - 02:43

    uzun ama çok güzel bir öykü teşekkürler Savaş bey

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta