Masmavi- Üvercinka Mart 2020

Necdet Arslan
1352

ŞİİR


92

TAKİPÇİ

Masmavi- Üvercinka Mart 2020

Bir Melih Cevdet ANDAY şiirini anımsattı bana bu “seyir” durumu...
Şöyle demiş Şair :
“Gözlerimden çıkıyorsun
Sokağa
Mavi mavi…”
Yaklaşık üç ay sonra bu sabah kendimi sokakta buldum.Yaşamın “sıfır çekme”olasılığı’ndan dolayı evimde kendimi göz hapsine almıştım.
İtiraf etmeliyim ki “mavi mavi” değildi ortalık.
Haziran sabahlarını anımsatan o yoğun sıcaklık da bastırınca dışarıda kalmanın bir anlamının olmayacağını düşünerek eve döndüm.
“65 yaş ve yukarısı” denilen düzeyde konuşlandığımız için olacak “Hele bir serbestlik başlasın…” diyor ve içimdeki o çocuğa tepe tepe kullanacağı bir zaman vaat ediyordum.
Güne bir yanılsamayla giriş yaptım ne yazı ki.
Haklıymış Attilâ İLHAN :
“Görünmez bir mezarlıktır zaman
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarında şiir söyleyerek
Kim duysa /korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır patlar…”
Uzunca bir zaman geçtikten sonra kişinin şimdi’nin içine girip yaşamdan bir şeyler devşirme umudu, sonrasındaysa aynı kapıya geri taşınması çok zor,çok kolay… İsteyerek yapma ve elde olmadan yapmama gibi iki seçeneği gözden çıkarıp köprüden savuruyorsunuz.
Açık havaya çıkacak,park ve bahçelerde soluklanacak,bir iki eş dostla selamlaşacaktım.Bu bana bambaşka dinginlik verecekti.Olmadı.
Oysa birçok şeyin bir araya gelmesidir,diyordu kentler için İtalo CALVİNO. Yazısını “…Anıların,arzuların;bir dilin işaretlerinin… kentler takas yerleridir;tıpkı bir bütün ekonomi ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi;ama bu değiş tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil;sözcük,arzu ve anı değiş tokuşlarıdır…’’şeklinde sürdürüyordu.
Post modernizmin yaşamın bütün alanlarını denetim altına almaya çalıştığı bu yıllarda yarım yüzyıldan beri yaşamakta olduğum kentimle nedense uzlaşamadığım düşündüm. Henry MİLLER’in, Orta Çağ’da doğmak isterdim,demesinin nedenlerine yanıtlar aradım durdum. Mussolini tarafından yedi yıl hücrede tutulan Antonio GRAMSCİ’nin yerinde ben olsaydım acaba gizlice ele geçirdiği cezaevi başlıklı kağıtlara nelerle yazardım ve onlardan oluşan yapıta hangi adı verirdim?
Doğup büyüdüğüm, yaşamımı sürdürmekte olduğum bu kentin sokaklarının mavi mavi olmadığını görmek bu değin mi dokunacaktı bana? Sözcük,arzu ve anı değiş tokuşu yapabileceğim insanlardan hiç olmazsa biriyle karılaşmayışım günümün en büyük düş kırıklığıydı.Birden Robert WALSER’i anımsadım.Yaşamının kırk sekiz yılını tımarhanede geçirmişti WALSER. Bir yerde ‘Düşsel yaşamı, gerçek yaşama yeğlerim,demiyor muydu?
Günlük güneşlik zamanları bile böyle tenha olan bu kentin akşamları nasıl olurdu acaba?
SÜREYA’nın o ünlü dizelerini yineledim usulca :
“Ayışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni….”,
Sonra Turgut UYAR’ın Tomris’e yazdığı şiirinde soluklandım:
‘’seni sonsuz biçiminde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın

yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın’’
Sevilmenin ne değin ayrıcalıklı bir üstünlük kattığını düşündüm bizlere.Farklı kişilerin yüreğinde yer ettiğini bilen bir kadına yaşamın sağladığı huzuru,gururu; o ‘mavi mavi’ sevinci…
SÜREYA :
“Ayışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni…”derken FAULKNER gibi sessizliği mi yeğlemişti acaba?Şiirindeki bu sözcükleri ve onlarla sağlanan anlamı sessizlikle mi var etmişti acaba?
Uzaktan bakanların beni kime benzetmiş olabileceklerini taktım kafama evimin yolunu tutarken. Münap MİYAPOĞLU, uzaktan bakınca bütün insanlar birbirine benzerler,derken ne derece haklıydı?Yoksa ben de Sermet Muhtar ALUS gibi ansızın bayılabileceğimi düşünerek dışarıya hiç yalnız çıkmayanlardandım?
Zamanı ıskalamak böyle bir şey işte.’Saf saf dolaşan şairler’den biri olduğumu düşündüm bir süre.Duvarın dışına çıkmanın bana bu yüzden mi fena abandığını duyumsadım.
Şubattayız. Peşinden mart; derken nisan;yani bahara akan günler…Simone de Beauvoir ekim ayında Roma’yı hiç görmediğini söyler bir yazınsalında.İçinde olduğum kentin bunca sıkıntısından kaçıp bir süreliğine İstanbul’da kalmayı o değin arzuluyorum ki!
Şimdi anımsamıyorum. Cemil KAVUKÇU’nun bir öyküsünde kahramanlarından biri, “gitmek” eyleminin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilir,diyordu.
İstanbul bana biraz da Hakkı ÖZKAN’ı anımsatır.Bu yüzden ikinci bir erekle gitmeyi düşünürüm bu kente.
Kitaplığımda korunaklı yerinde duran ŞİNANAY adlı kitabın ilk sayfasına Necdet Arslan’a merhaba,diye yazmış ve altını imzalamış Hakkı ÖZKAN. Düşülen tarih: 19. 6. 1996.Bu mayısta çeyrek yüzyıl olacak.O günün sabahı Ortaköy Meydanı’nda gezinirken kalabalığın yoğunlaştığı noktaya doğru yürümüştüm. Sıralı masalar vardı üzeri kitap yığınlarıyla doluydu.Bunlardan birine yanaştım.Adamcağız başını hiç kaldırmadan kitaplarını imzalıyor,ara ara sigarasını yakıp soluklanmak üzere sandalyesinden kalkıp çevresindekilerle söyleşiyordu.Kendimi tanıttıktan ve bir süre diyalogları izledikten sonra boş bulunup “Nerelisiniz?” diye sorunca “Anadoluluyum ben.Bir şaire nerelisin diye sorma yetkisinin kimden aldınız…” tümceleri yüzüme keskin bir tokat gibi inmiş,fena halde bozulmuştum. Uzun boylu,yaşına göre genç görünümlü,spor giyimli olan Hakkı ÖZKAN birden koluma girip beni o kalabalıktan koparmış az ilerideki bir lisenin yaz aylarında çay bahçesi olarak kullanılan mekanına götürmüş, oracıktaki bir masaya oturmuştuk… Küçük iki kahvaltı tabağı getirilip kondu masamıza,biraz sonra da buz gibi iki bira.Söyleştik.Kendisine bir bira da ben ikram ettim,kabul ettiler. Kitaplarını %15 kârla sattığını, bu gelirle geçindiğini anlatmıştı. “Daha fazla zamanım yok. Oraya kadar gidelim.” sözü şimdi bile kulaklarımdadır.Masaya varınca iki kitabını imzalayıp verirken sıkboğaz edercesine sarılmıştı bana.Ayrıldık.Ertesi yıl gittiğimde ‘Hakkı ÖZKAN geçtiğimiz günlerde kansere yenik düştü,dedi oradakiler.
Kitapları armağan ettiği günün akşamı kentime dönmek üzere İstanbul’dan ayrıldım.Merakla açtım paketi Öteki kitabının adı GÖKYÜZÜ PARKI’ydı.Onun ikinci sayfasında ise aynı ‘Necdet Arslan’a güle güle’ diye yazmış ve günün tarihinin altına imzasını atmıştı.Kütüphanemden ödünç kitap alan okurlarımdan biri ne yazık ki bu yapıtı geri getirmedi.Şinanay’ın 35.sayfasındaki MASMAVİ’adlı şiiri bir kez daha okudum :
“N’OLURSA OLSUN BE
ÇEKİLİR Mİ LAN BU ÇİLE
ZİNCİRLERİMİ KIRIYORUM İŞTE
KARANLIKLARA TIKSALAR DA BENİ
PRANGALASALAR DA ÜSTÜSTE
GÜNEÇ BENİM İÇİMDE
DÜMENİMİ KIRMIŞIM LAN,KIRMIŞIM
MASMAVİYE…”
Şubat hiç bu değin kurak geçmemişti.
Bu kentler…Bu günler…Bu yağmurlar….Neler neler yazdırmıyor ve kimleri anımsatmıyor ki bizlere….
Bir de Geothe’nin beni ürküten o sözünü : “Sanat ne kadar uzun Tanrım.Hayat ne kadar kısa!’’Hakkı ÖZKAN’ın,“DÜMENİMİ KIRMIŞIM LAN,KIRMIŞIM/MASMAVİYE…” dediği yer neresidir acaba?
Ekranda bir kadın solist “Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun, gelmiyorsun!” şarkısını nasıl da dokunaklı söylüyor şu anda…
Necdet Arslan
-
Bu deneme, Üvercinka'nın Mart 2021 sayısında çıkmıştır

Necdet Arslan
Kayıt Tarihi : 29.3.2021 23:33:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Necdet Arslan