Masalevi Şiiri - Akın Akça

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Masalevi

çiçekler ve orman

Tomurcuk tomurcuk açmış gül bahçesinde ak ve al güller;
onların sınırının belirlendiği yerde başlıyor sapsarı papatyalar
ve envai kır çiçekleri, ne de güzeller, hep birlikte harikalar.
Çok uzun bir yöne doğru enselerindeki rüzgarla savrulmuş
gibiler seyrine doyum olmayan ama korkulan hortumlar
idi onlar kopup gelen cinlerin toplantısından da şimdi
beklerler sakin, belki de ormanı arkalarında başlayan.
Bir cennet adası gibi, e nerde başlayıp nerede bitiyor;
en ufacık hudut görünmüyor, çiçekler kardeşçe oynuyor.
Diri papatyalar ebeveynleri kırmızı güllerin huzurunda
karınca gibi çalışıp bal topluyorlar peteklerden mutluca.
Sonra kraliçe arı gelip şövalye kılıcıyla kutsuyor gülleri;
ve güller aldıkları ünvanla onore ediyorlar papatyaları.
Bundan önce uyarmıştı gülleri Açelyalar “hakim ol..” diye
“..nefsine”, değirmenlere saldıracağına başka yerlere
saldırmayasın..” diye; güllere adaçayı’yla hanımeli’nin
mesajlarını iletti, dedi ki “hep iyi bir aileyiz, daima
kalalım aynı..”: “Evet! ” diye haykırdı kulak-Biberiye;
“anmak yanlısı değilim ben o şekilde, ismim böyle:
Az önce biraz biberledim kendimi acı yadetmemeye! ”
Atladı bir elma.. ağacından, sıkı fıkı yol boyu sarmalandığı:
“Can çiçeği’ni gördün mü, bahsediyor sadakatten,
bu haliyle o da bağlı Hanımeli ile Adaçayı’na gönülden …
Sen peki allı pullu kırmızı biberle mi gidereceksin
kıpkırmızı has biberi de katıksız-fondip içeceksin sirkeyi? ”
“Yok..” diyerek cevapladı Biberiye, benim o adım sadece.”
“İyi öyleyse, Aksi halde iyi dilek adına başvurmalısın Fesleğen’e:
Nadiren bulunan bir troll gibi bekliyor dilekleri bizlere ulaştıran,
en ufacık ses suretlerini duyarak yerine getiren isteklerimizi.
devam ettikçe tutmaya sözlerimizi, dualar etmeli çıkan güneşe;
kutusunu taşıyan troll boynunda asmış görülesi yüklendiğini.
Bu dilek kutusu, neleri saklar neleri, kimse bilemez tümüyle! ..
Gerdenya! değil mi, söyle! ” “Evet, evet, aynen; ne dediysen! ! ”
“Dinliyordum. Uykum geldi yalnızca biraz, uyukluyordum.
“Nereye uyukluyordun; rüzgar mevsimi hasadı yapıldı, beri gel? ”
“Beni unutma, gerçek aşkımsın söylenerek iç geçiriyordum…”
“Hele dur! Kimmiş o, bulayım onu, seni üzenler de kimmiş! ”
“En kötüsü beyaz Akasya sanırdım, samimiyetle yaklaşır
“Bizimkisi temiz bir sevgi, belki az arkadaşça” diye kederlenirdi
ve üzerdi beni de ve yine de ne yaparsak yapalım dinlemezdi.
Ama o değilmiş, sonra Defne’yi gördüm terfi eden kişilere
gönderirken öz benliğini, altından daha parlak sevgisini bana verirken.
Ve Nergis Çiçeği’ni muvaffak oldum tanımaya bunun ardından;
suya bakıyordu suretine, tanımadı, bastı üzerime geçti gitti…”
Halbuki ben Pembe, Kırmızı ve Kırmızı-Beyaz haykırdığıyla
güller’in mevsiminin; birliktelik istedim, ihtirasla, hem arkadaşça.”
“Çok şey istemişsin sen de! Gel de bu haline gülme..”
“Sen doktor musun elma? Güneşsiz güneşli evlere giriyorsun?
Heryere girilmez öyle sormadan, belli mi davetsiz konuk olmandan? ”
“Ne diyorsun sen Biberiye, bilimi de ben verdim ellerine.
Düşürdüm cüssemi Newton’un kafasına da yollarını buldurdum.”
“Her şey bu mu diyorsun elma? Baksana üçe çıkmış sayıları;
Ihlamur da uyandı uykusundan, tıpkı Adaçayı’yla Hanımeli gibi.
Aile olmaya çağıracak sadakatle bir şey daha eklemeli ama buna..”
“..Unutmamayı eklemeli, unutmamayı! Korur bu taparak sevmeyi! ”
Bu son ses uzaklardan gelmişti. Farklı bir tarladan: “Hey, Ayçiçeği! ”
“Söyle bana aklından geçenleri! ...” “Biberiye ne diyeyim,
bari eğriye eğri doğruya doğru diyeyim ki en doğrusudur da bu:
Bak yakınında bir yerde zaten senin, Eğreltiotu.. Dinle onu! ”
“Ol Biberiye samimi, her halikarda gelir bu tip şeylerin gerisi..”
O sıralarda Fulya ve Fındık el ele, kederli dans ediyorlardı;
bir ‘geri dön’ türküsünü söylüyorlardı, bu barışmak belirteciydi.
Hercai Menekşe artık çok gerilerdeydi, uyumuş, güzelleşmiş,
biraz da dinlenmiş olarak kalktı, beynini işgal eden şeye karşı;
hala “Bundan şikayetçi değilim..” diyerek geziniyordu:
gören olsa başkaca, onu uyurgezer olarak niteleyebilirdi.
Sevdiğine demedikten sonra böyle bir şey üzecekti herkesi.
Birden bir fırtına patlak verdi.. Bahçe Papatyası
Kendi dürüstlüğünü ortaya çıkardı; “Paylaşıyorum fikrilerini! ”:
rüzgarda yankılandı! ! sarmaşık da el verip haykırdı!
“ Aşkıma sadığım, aşkıma! bebeklerim devir daim bu yolda!
“Daha da ihtiraslandı bu heder, yürek harap bitap rendeler! ”
Daha da şiddetlendi hava, Süsen Çiçekleri’nden ulaşmıştı haber.
Eyy Şeftali, bana gel! Her zaman desteğin olana, sonuna
kadar mı saklayacaksın duygularını, de duygularını;
“Seninim! ” “Kadınım! ..” ya da..”Erkeğim! ” … ‘çiçeğim! ! ’
Yenibahar hala acılarımı paylaştığını söylüyor gak guk etmeden,
leb demeden anlatıyor sarf bir şuuru, yol gitmiş acıları alırken.

Az ilerde odundan bir ev var, bir kahve içsek köpüğü alınmayan;
içerde olsun Tanrım sevgilim, her halikarda yaşamak için
fena değilim, yön veriyor çiçeklerde geliştirdiğim fikirlerim.

El ele koşturan iki çocuk var, kapının çelik vuracağını kapıya çaldılar
ve sonra gülerek ağaçların içine doğru koşturup kaçtılar …
Belki de korktular, olabilir mi bu mevkide sahiden bambiler;
neden korkar ki böyle şirin yaratıklardan bile yetiştirilen şehirliler?
Hafifçe tıklatıp açtırdım ve “Kahveniz var mı? ” diye sordum.
Büyük bir gülümseme geldi, ardından anladım var bazı sorunları;
yıkadım bütün bulaşıklarını, hala gülümsüyordu, elbisesi buruşmuştu.
Dışarı koştu ve bambi’nin kafasını okşadı, ona ”sevgilim ” dedi -
ki olmamıştı bu bile, kötü rüya’lara kabus; değil demeyen’e, diyemeyene
- sonra eve dönerek “aşkım! ” deme pratikleri yaptı, ama nafile.
Bambi’ye “ sevgilim” diyebilse bile, savunmuştu başkasına saflığını.

Gökten zımbalayarak inen uçan zıbını hediye ettikleri gün
anlamaya başlayacaktı bir eşsiz pembe gülün daha da eşdeğeri
olabileceğini kır çiçeklerinin, böyle nadide papatya tarlasında –
kadın’ın evinin tam ortasına bu balkabağı renginin ama uçarılığına
yerleştirilip baş göz edilerek anında taçlandırıldığı …
Uçan papatya uçtu geldi zıbınla ve daldı engin maviliğe,
seslendi, “ey sevgilisi, doğrul! ” diye kıpırdak balıklara.
Bir papatya tarlasında bekliyor evet, özlediğini, kor kırmızı
güllerden daha fazla sevdiği için kendi pembe gülünü.
Dans edemiyor ama raksederek kutluyor nadastaki ürünü.
Dönüşü gözlüyor, av partisinden tırsacak zaten sararmış sülünü.
Sülün uzattı bana kanat çırparak gelen mini ayçiçeğini;
sülün kapıyı açan kız gözüken kadındı iki afacan
çocuğun yumrukladığı, bu buseyi kadın’ın inadının ördüğü ki
kendisi olduğu sülün’ün, eller uzanırken adama yorduğun.

Sincap ile tavşan geziniyor odundan onun masasında;
mıncıklamak istedim, sıkamadım; çok küçüklerdi ölürler diye.
Açarak musluğu yıkamaya başladı kaynar kahve dökülmüş ellerini.
‘Musluk kapalı, şizofreniden eser yok; dört, on, altmış, ateş! ’
Çıkarmaya çalışırken tenden, kahve uyandı kahve uyarıcı:
daha fazla karardı kahve, kadın ne yapıp ne edeceğini şaşırmıştı;
ben uzattım bir mendil, burnunu sildi, ellerimi yıkadım ben.
Ellerimi yıkamayı bitirdiğimden, şimdi ne yapıyor çok merak ediyorum.
Acaba o afacanlar onun kapısını çaldığında evde olabilecek miyim?

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 5.3.2005 09:53:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ümran Demircan
    Ümran Demircan

    çiçekleri dillendirmede çok ustaca bir yorum olmuş..
    sevdiklerimise diyemediklerimiz yüzünden dökeriz kahveyi ellerimize..
    ne kadar güzel akın...
    her birimizin gönlünde bir masal evi olmalı işte,sevdiklerimizi çiçekler gibi adlandırdığımız.
    çok güzel akın.

    - sonra eve dönerek “aşkım! ” deme pratikleri yaptı, ama nafile.
    Bambi’ye “ sevgilim” diyebilse bile, savunmuştu başkasına saflığını.
    çok dikkatli okunduğunda bu şiirin mesajları öyle güzel ki..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Akın Akça