Yılışıp da bağışıklık kazanınca mevsime
iliğime düşen soğuk rüzgarı
Rahman oluşundan saydım Halık’ın.
Dayanamam görmeye
direngen ve kavi ayaklarını
beni rüsvay eyleyen
saltanatın önünde.
Hani kokular gelirdi burnuma.
Geçmişe ait, tutamaklar.
Ben gelirsem korkarım
yazılmış kütükler okunur yeniden
ve hüzün, yeniden palazlanır.
Dillerimiz dönmez, bilirim.
Arlanır.
İnciler akar yüreğimize.
Ezgiler, taşlara dil olur suskun.
Reddedilen özgeliğin
pörsümüş gülü vardır.
Güzelliğe küfrün yüzü utangaçtır.
Adı özge bezden sıyrılınca gül
aşktan sıyrılınca havsala
geriye yalnız ve salt, beden kalır.
Neden yılgın, yorulmuş çizgiler
bilge alınları yurtlanır?
Bu soru dibine vurunca us’un
sığ yerlerinde binlerce yosun
düşen en ufak taşta
derin yerlerinden, zihnim bulanır.
Bende kılan bakışların uğruna
rengi uçan saçlar, benim saçlarım.
Ucunda kırıklar, altında hayal
uğuldar us’umda
ve şeyler kanatlanır.
Kayar ellerimden tutamaklar.
Bir çivi çakacağım, arzın gövdesine
ki yaşadığım unutulmasın
ve ben çiviyle kaderimi
sert kayaçlar üstüne
Aşındırabildiğimce, yazacağım.
Ekim 99 Yenibosna
Erdal TopaçKayıt Tarihi : 31.5.2006 17:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!