Mudanya'da yaşadığımız yıllarda kasabanın nüfusu yanılmıyorsam 4-5 bin kadardı. Biz çocukken mahallemize her sabah ekmek arabası gelirdi. Her tarafı kapalı, atlı bir arabaydı. Kapımızın önüne kadar gelir sıcacık ekmekleri pencereden alırdık. İki çeşit ekmek vardı, Has ekmek ve Francala. Has ekmek esmer ve daha ucuz olduğundan fakirler alırdı. Francalaların tadını şimdi hiç bir ekmek çeşidinde bulamıyorum.
O zamanlar Market hele Süper Marketlerin olacağını hayal bile edemezdik. Bizim mahallede evimizin hemen yan tarafında bir tane bakkal vardı. İnanın tam bir sinekli bakkaldı. Her yer toz, pas içindeydi. Camekanların kirinden içi görünmezdi. Bakkalın sahibine herkes Ahmet Ağa derdi, bir de İhsan hanım isminde kız kardeşi vardı. İki yaşlı kardeş birlikte yaşar, pek kimseyle görüşmezlerdi. Akşam olunca dükkanı kapar, evlerine giderlerdi. Çok sessiz, kibar, dürüst ve kimseye zararları olmayan insanlardı. Mübadele yıllarında Girit adasından mübadil olarak gelmişler, çok az Türk'çe konuşurlardı. Mahalleli onları sayar ve severdi. İhsan hanım ara sıra ağabeyine yardıma gelirdi. Beni çok severlerdi, benden gazete getirmemi ister, camları gazeteyle temizlemeye çalışırdı. (O zaman mahallede her gün sadece babam gazete ve mecmua alırdı). Ahmet Ağa vefat edince dükkanı işletmek bir başına kalan, İhsan Hanıma kaldı. İhsan hanım soluk bir siyah çarşaf giyer, yuvarlak tel çerçeveli gözlük takardı. Dükkanda fazla çeşit yoktu, temel ihtiyaçların dışında. Şimdiki gibi çeşit çeşit şekerler, kekler, krakerler, çikolatalar bulunmazdı. Ama mutlaka bisküvi ve gül lokumu bulunurdu. Mahallenin gençleri birbirlerine lokumlu bisküvi pastası ikram ederlerdi. Genç kızlar bir şey bahane edip iki dakika da olsa sevdiklerini görmeye bakkala gelirler, bisküvileri yiyip hemen eve dönerlerdi. Onların aceleyle bisküvilerini yemelerini seyretmek çocuk aklımla çok hoşuma giderdi. İhsan Hanım gençlere gözlüklerinin üzerinden bakıp gülerdi. Kendisi "Zabit" le evleneceğim diye bahane edip evde kalmıştı, gençlere ses çıkarmazdı. (Şimdi nereden aklıma geldiniz İhsan Hanım, Ahmet Ağa. Ruhunuz şad, mekanınız cennet olsun.)
İstanbul'a ilk gittiğimizde sanırım altı yaşlarındaydım. (1954) Babam bizi dayıma götürmüştü. Sabah hiç duymadığım çok güzel bir melodi sesiyle uyandım. O güne kadar hiç böyle bir ses duymamıştım, çok hoşuma gitti. Mutfaktan "Migros geldi çabuk olun, kaçırmayın" diye sesler geliyordu. Migros'un ne olduğunu bilmiyordum, hiç duymamıştım. Merakla pencereye koştum, perdeyi aralayıp dışarıya baktığımda büyük bir çınar ağacının altında kocaman bir kamyon gördüm. Kamyon devamlı kornayı çalıyor, etrafına toplanan bir sürü insan bekleşiyordu. Kamyondan iş önlüklü iki tane adam indi ve kamyonun kapaklarını seri bir şekilde şakır şukur açmaya başladılar. Kapaklar açıldıkça açıldı bir de baktım ortaya rafları, tezgahı olan kocaman bir bakkal dükkanı çıktı. Gözlerime inanamadım, kasabadan gelen küçük bir çocuk için adeta bilmece gibiydi. Nasıl heyecanlandım size anlatamam, o zamanki çocuk aklımla bu bana sihir gibi gelmişti. Herkes alacağını aldıktan sonra adamlar yine kapakları kapattı ve kamyona binip gittiler. Ertesi sabah Migros'un korna sesini beklemeye başladım. Evdekilerin peşine takılıp ben de yakından görmeye gittim. İlk defa poşetlenmiş, kutulara yerleştirilmiş ürünleri orada gördüm. Bizim eve sebze ve meyveler, küfeyle, sepetle, sandıkla torbayla geldiğinden böyle paketlenmiş ürünlere alışkın değildik. Migros'u çok sevmiştim, kornanın sesini duyunca o minicik yüreğim pırpır ediyordu. İstanbul'da kaldığımız müddetçe her gelişinde Migros'tan hem alış veriş yapıyor hem doya doya seyrediyordum.
Dayımın evinde bir şey daha bana çok ilginç gelmişti. Banyonun içinde. alafranga tuvalet ve küvet vardı. Mudanya'daki bizim ve yakınlarımızın, komşularımızın banyoları mermer kurnalıydı. Tuvaletler de alaturkaydı, bu benim dikkatimi çekti ve çok hoşuma gitti. İlk önce klozetin içine düşerim diye dikkatle oturdum ama sonra alıştım.
Dayım bizi bir gece arabasıyla Emirgan'a çay içmeye, bir gece de Gülhane Parkı'nda Luna parka götürüp bugi bugilere bindirdi. Kendimi harikalar diyarında sanıyordum. Bu gördüğüm değişik şeyleri arkadaşlarıma anlatmak için can atıyor bir an önce Mudanya'ya dönmek istiyordum. Bir kaç gün sonra eve döndük ve ertesi gün hemen mahalledeki okul arkadaşımın bahçelerinde buluştuk. Ben İstanbul da gördüklerimi arkadaşıma ve kardeşine heyecan ve zevkle anlatıyorum. Onlar da merakla beni dinliyorlardı. Migros'u anlatınca çok sevindiler, tam klozeti tarif ediyordum ki bahçenin köşesinde ağacın dibinde bir tane büyük bir darbukanın (Dümbelek) durduğunu gördüm. Hemen o tarafa gittik. Toprak darbukanın üzerindeki deri yırtılmış ve kendi çatlaktı. Ben arkadaşıma alafranga tuvaletin nasıl kullanacağını oturuyor gibi yaparak tarif ettim. Kardeşi de bizim peşimizde dikkatle dinliyor. "Ben de yapıcam" deyip darbukaya oturmasıyla çatlak darbuka birden kırıldı ve küçük kız yere oturuverdi. Arkadaşım ve ben katıla katıla gülerek, kardeşini yerden kaldırmaya çalıştık. Kızcağız çok utandı ve ağlayarak hemen evlerine kaçtı. Hey gidi çocukluk, ne güzel anlar yaşadık, ne çabuk yaşlandık.
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 20.10.2020 14:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!