Çocukluğumuz, Harput'ta geçti… Karların kalkmasıyla, Buzluk Yaylası’na at, katır sırtında başlayan yolculuğumuz, bizi çocuk gönlümüzün en uzak diyarına taşırdı... Bir gün, uzaktaki bir akrabaya ziyarete giderken, tren raylarını ve treni ilk kez gördüm… Ufukta kaybolan tren raylarına bakarak 'bunlar, kimleri nerelere götürüyor? ., halbuki herkes bizim gibi evinde, barkında oturmuyor mu? ..'diye kendi kendime sormuştum. Çocuk gönlümde, cevabını (bu trenler, ninemin '... oğul! ..uzaklaşma, yoksa seni yel aparır” sözlerinde geçen, rüzgârların insanları kaçırdığı tuhaf ve uzak diyarlara gidiyor...) şeklinde bulmuştum.
Nice yıllar sonra ben, yetmişli yıllarda; genç bir tıbbiye talebesi olarak, yine bu raylar üzerinde Ankara'ya gittim. Ninemin 'aman oğlum dikkat yel aparır.'..' dediği diyarlara...
Birkaç yıl böyle geçti. Bir renkli fotoğrafa tek renk şeffaf bir jelatin kağıdı geçirirsiniz; renkler kaybolur, kişiler ve eşyalar, evler, bahçelerin üzerine bir gölge düşer; bir tuhaf olur, işte öyle... Anarşi, üniversite ilk yıllarının allı-pullu Ankara'sını böyle tek renkli cehenneme çevirdi.
Arkasından öğrenci olayları, öğrenci dernekleri ve basın davaları geldi. Kendimizi Ankara Kapalı Cezaevi 1. Kısım 2. koğuşunda, elliye yakın öğrenci arkadaşla birlikle soğuk taş duvarların arasında bulduk.
Hani masallar vardır: kan emen vampirler, güneş doğup ışıkları vücutlarına değince kül olup dağılırlar..? Bunun gibi,ama tuhaf; bütün cezaevlerinde tutukluları tenlerine Gece değer kül olur dağılırlar(!) diye hep Güneş batmadan koğuşlara kapatırlar. Günlerce, aylarca, yıllarca hep böyle! ...
Bir gün Ankara-Kapalı Cezaevi l. Kısım 2. Koğuşunda inanılmaz bir şey oldu. Gece bir firar ihbarıyla, bütün tutukluları dışarı çıkardılar. Bir yeşil vadide akan, duru bir nehirde yüzmek için vadiye koşan şen-şakrak. çocuklar gibi dışarıya çıktık. Hayret! ...
Kimimiz davarlara yaslandık, kimimiz yerlere oturduk, kimimiz sırtüstü yattık, uzandık.. Ama hepimiz çığlık çığlık bir sevinçle onları doyasıya seyrettik. 'Aaa şunlara da bak! .. peki, şunlar hangileri? ... şu hepsinden parlak gibi! ..' diyerek dostlarımızla bir sarmaş dolaş olmadığımız kaldı.
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.