Günlerdir süren hazırlıktan sonra; Merak ettiğim Antep,Maraş ve Hatay yolculuğumuz başlıyor. Atatürk Hava limanından kalkıyoruz. Adeta süzülüyor uçağımız. Güzel bir gün güzel bir niyet. Haydi hayırlısı. Bir saatten fazla uçuyoruz kaptanımız" İnişe geçiyoruz kemerlerinizi bağlayıp dik oturun "Diyor. Aşağıya bakıyorum. Maraş yeşil bir ova gibi görünüyor bir kısmı dağlık. Asıl amaç Maraş ta Kızımın düğününü yapmak biraz da yakın çevreyi gezmek. Nihayet, Kahraman Maraşa ayak basıyoruz saat ona çeyrek var. Derken uçaktan çıkıp bagajımızı alıyoruz biraz küçük hava alanı. Sonra kızım ve damadım bizi karşılıyor birde kiralık araba firmasının yetkilisi. Arabalarımıza binip, Maraşa doğru ilerliyoruz. Şehir çok uzak değil. Bu arada araca ilk istasyondan petrol alıyoruz ve damadın arabasını takiple öğretmen evine gelip dinleniyoruz. Sonra damat geliyor onu takip ederek dünürlerin evine doğru ilerliyoruz. Maraşın ortasından geçip adeta dağ yamacına tırmanıyoruz. Sanki Maraş halkı sırtını dağa vermiş. Daha sonra öğreniyoruz önceden olan bir deprem buna neden olmuş. Yeni bir aile yeni bir kültüre merhaba diyoruz. Sıcak kanlı insanlar. Şiveleri biraz değişik geliyor. Hoşbeş yorgunluk kahvesi ve Maraş usulü yemeklerden sonra.Kısa bir Maraş turuna çıkartılıyoruz. Önce terasa gidiyoruz. Manzara muhteşem. Çayla birlikte Antepfıstığı ve tarhana geliyor ama bizim usülden değil incecik. Aklıma jelatin geliyor. Çekiniyorum yemeye sonra ufaktan alışıyorum. Biraz oturup resim çekiniyoruz. Sonra kalkıp Kaleye gidiyoruz. Ve anlatıyorlar. Tarihten tarih çıkıyor ve karşıda bir camiyi işaret ediyorlar. Sütçü imamın cami. Vaaz verirken kalede şu andaki şanlı bayrağımızın yerinde Fransız bayrağı varmış ona bakarak diyor ki:" O bayrak orada iken içiniz nasıl rahat ediyor nasıl huzur buluyorsunuzé ve ardından isyan başlıyor. ve o bayrak nihayet indirilip Türkün şanlı bayrağı çekiliyor. Ruhları şad olsun. Bu güzel şehri bize hahşedenlere saygımız sonsuz. Ve kale içinde bulunan saraydan padişahtan ve kızından bahsediyorlar ve gizli geçitten karşıda bir hamama nasıl gidip geldiklerinden. Ben çok kale gördüm mekruh,yıkık, pislik içinde. Burası adeta korunmuş. Daha önce biri işletiyorum sosyal tesisler varmış ama kapanmış. Sonra tekrar öğretmen evine dönüp istirahat ediyoruz. Ertesi sabah erkenden Antepe gidip geziyoruz tarih 24 Mayısı gösteriyor. Maraş hep yağıyor. Antep sıcaktan kavruluyor. Ve o gece düğün oluyor Liva düğün salonunda. Maraş usulü güzel bir düğün. Yeni çifte mutluluklar.Tarih 25 Mayısı düşüyor. Tekrar Maraşı geziyoruz. Şehrin ortasında uzunlamasına bir bark parkın baş tarafındanda bir anıt ve daha sonra yol kaleye uzanıyor. Yer altı çarşısı ve eski bir çok anıt. Maraş güzel. Huzurlu ve en önemlisi yeşil. Her yerde Dondurma reklamı var. Sonra bir Pastahaneye giriyoruz. Künefe ve Maraş dondurması yiyoruz. Afiyet olsun.
Daha sonra çarşı pazar gezinip istirahate çekiliyoruz. Sabah otelimizde kahvaltı yapıp Hataya doğru yola çıkıyoruz. gezip dolaşıp yiyip içip geliyoruz. Biraz dinleniyoruz ve telefonumuz çalıyor. Dünürlerimiz akşam yemeğine davet ediyorlar. Arabamızla bin evlere doğru gidiyoruz yolda kavun ve karpuz alıyoruz. Güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Ev sahibinin eline sağlık, kesesine bereket. Mantı ve içli köfte aklımızda kalıyor. Sonra gece basıyor otele dönüyoruz. Tabii akrabalarla vedalaşıyoruz. Yarın İstanbul'a yolculuk var. uykuya dalıyoruz.
26 Mayıs Pazartesi Hava alanındayız son kez resimler alıyoruz. Kiralık arabamızı teslim ediyor ve güvenlikten geçiyoruz. Uçağımız onbeş dakika rötarlı kalkıyor ve İstanbul.
27.5.2014Ataşehir/ İST
..
Çok komik bir manzara,
Uzaktan çok gülmüştüm,
Ağzında yanan puro,
Sırtında yük görmüştüm…
Hamala baktığımda,
Komik görünüyordu,
..
sen de kesip biçiyorsun insanı! ...
sen de kızıyorsun,
kırıyorsun,
yargılıyorsun…
sen de öldürüyorsun sözlerinle…
insanın içindeki savaştır
..
ağaçların
tertemiz beyaz gelinlik giydiği
karların
sokak lambalarıyla cilveleşip
sıcaklığına dayanamayıp eridiği
ve yerlere serildiği
tipinin acımasızlığının
..
Dedim, çay demleyeyim dedi ki neyleyeyim?
Ay mı seyreyleyeyim? Dedi, ney eyleyeyim?
Dedim, vakit geçerse dalgalar geçilecek,
İyiler seçilecek, geçmişe itilecek…
Açılıp saçılacak, takılar dolusunca,
..
Şahsen seyredemedim, vallahi de utandım,
Görgüsüzlüğümüzü şiddetle de kınadım…
Sıradakiler hariç bekleşenler de vardı,
Çalışanlar dışında manzara acıklıydı…
Cüzi rakam konulmuş, şükür bedava değil,
..
Şahsım sohbet etmekte, derken birisi geldi,
Ulaşamamış olsa az biraz sinirlendi…
Dedi, bir işimiz var yandakiler nerede?
Dedi, kimi ararsın, yoktur her ikisi de…
Yeni mi uğruyorsun, daha bir ay olmadı,
..
Bir şarkı verdi bana bu hüznü;
Kasvetli manzara arttırdı kederimi;
Esen soğuk rüzgar doldurdu benliğimi...
Gece topladı tüm hüzünlü anıları;
Dertleri doldurdu yüreğime deli rüzgar;
Kalbimi kanattı keskin acılar;
..
Kader tek ve mutlak irade olan külli iradeden aldığı emirle başka yerlerde, başka zamanlarda, farklı zihinlerde, farklı vücutlarda, farklı yaşamlarda fakat; aynı gönülde, aynı ülküde, aynı ruhta, aynı ütopik hayallerde ördüğü ağlarını bir araya getirmeye başlar hiç beklenmedik bir yerde hiç beklenmedik bir zamanda “Siyah Bir Gül” tomurcuğunda…
Ve O gelir…
Alanında dünyaca ün yapmış duayen ressamların bile hayallerine giremeyip onları kendinden mahrum bırakan, çizdikleri resimlerin ne kadarda kötü, ne kadar da işe yaramaz sahte sanat yapıtları olduğu gerçeğini yüzlerine vuracak, onları hicabından çizdikleri bol renkli fakat ruhsuz tuvallerine hapsedecek o muhteşem manzara, o öldüren fakat hep gülen çehre, o çizilememiş fakat bir garibin ruhuna işlenmiş tablo yavaş yavaş belirmeye başlar... Güneşin bir yağmur sonrası kapkara bulutların arasından çıkıp havada işe yaramaz, avare, varlığından habersiz dolaşan su zerreciklerini renklendirip, dünyaya rengarenk bir taç takması gibi... Bir bebeğin ilk defa gözlerini açtığında dünyaya, karşısındaki siluetin bir meleğe dönüşmesi gibi... Kanlı bir savaşta zafer kazanmış bir asker kalenin burçlarına yorgun, yaralı fakat gururla bayrağı diker ya aynen öyle de aciz bir kardelen, tohumunun üzerine çullanmış kara kışa, beyaz kara rağmen; beyaz fakat soğuk kanlı bir savaşı kazandığını, varlığını; ilk yaprağını bayrak misali çıkararak gökyüzüne haykırması gibi...
Ve O gelir…
..
Ey tâ semâdan inen pervane
Kâh hakikat kâh rüyâ
Karlar gibi inmeliyiz yeryüzüne
Mümtazlar gibi, didişmeden birbirimizle
Ancak o vakit berraklaşır bu sîne
Sîne ki; akar rûy-i zemine
..
Her zaman işittiğim bir makinalı tüfek,
tam da yukarda merdiven sahanlığında mevzili,
Kendi ölçümlerinden ve bulgularından
korkmuş bir saat gibi
başlıyor titremeye ansızın.
Korkuyor muyum? Hayır. Dinliyorum sadece.
Ne ki kaplıyor içimi sıcacık
..
Her gün kopuyor ömür takviminden bir yaprak
Kendi bildigine akıp gidiyor zaman dur diyen yok
Sonu nedir,sonuç nedir,hüsrana uzanıyor ömür
Daha doymadım ki hayata,hayatla sendeleniyor ömür.
Biçilmiş kefene sayılı günler desek,yok öyle şey
Belki degildir zamanı,ha bu gün,ha yarın belki başka şey
..
SEVDA ÇİÇEKLERİ
Bir manzara var ki gönlümde,
En güzel desen; sevdamın çiçekleri.
Gökler ötesinde bir yerde,
Yuvarlanmış aynı badirede.
Anlatır durmadan, sevgililere
..
Şimdi gurbet denilen bir elem denizinde,
Keder adlı dalgalar içimi dolduruyor,
Yürüyorum aşkımın silinmeyen izinde,
Andığım her hatıra yüzümü solduruyor.
Birden boşaltmak için kalbimi ufuklara,
Yaşaran gözlerimle dalıyorum engine,
..
Yakın ışıkları yakın
Görünsün tüm manzara
Ölüm artık çok yakın
Gireceğiz mezara
Yakın ışıkları yakın
Görünsün bütün herşey
..
Şiir bahçesinde esiyor yine esin rüzgarları.Kırılıyor en ince yerinden gül dalları.İnciniyor bülbülün ince dudakları.Öpmelerinden geriye bir yığın tarumar kalıyor.Ahhhh gül endamları yerlerde kan ağlıyor.
Yeryüzü sularını ince çizgiler halinde yaralarından süzüyor.Bir sancı halinde yayılıyor vadiler boyunca nehirler.Çocuklar suların debisinde boğuluyor.Yüreğini yırtıyor çakıl taşlarının en keskin uçlarıyla anneler. Bir yürek kanayışı denizin kıyısına varıyor.Gün batımı vaktinde hayat kan kızılı bir manzara oluyor. Mor renkli kıyılar zambakların yalnızlığına dönüşüyor.
Bir kız kızgın taşlarla oynuyor.Elleri yanık buğday tarlaları gibi cehennem kokuyor.Küçük kız bir yüce gönüllülük gösterip dünyanın taşlarını yerinden oynatıyor.Elleriyle ateşten duvarları yıkıp şiirsel duvarlar örüyor.Gül bahçesinde sarmaşıklar mısra mısra imge kokuyor. Şair kanadında bir kuş kızın saçlarına konuyor.İkisi beraber hüzzam tadında bir şarkı dillendiriyor.
Yaşlı ve olgun bir karga şiirin tam ortasına pisliyor.Dışkı kokuyor günün en verimli saatleri. Bütün gün karga kanadında ölgün düşler masmavi gökyüzünde dolaşıyor.Şiir kaçacak yer arıyor.Şair şiirini bir karganın pençeleriyle yakalıyor.Ölüme dair dizeler dünyanın kırılgan yerlerinden akıyor.Sokaklarda cinayet işleniyor.Bir savaş Fırat nehrinin kıyılarında ansızın ortaya çıkıyor.Çünkü bu nehrin adı bütün sözlüklerde kan ağlıyor. Sağır ve dilsiz bir barış Mezopotamya’da kol geziyor.
Şair düşleriyle yetiniyor.Dişlerinin arasında tok sözler bir mine gibi akıyor. Gülümseyişlerinden şiirsel ışıltılar dökülüyor.Şairler ağız tadında bir hayatı kelimelerin tat veren kıvamında yaşıyor.Düş denizinde peynir gemilerini yürütüyor.Şair gönül tokluğunda bir Afrikalı gibi yaşıyor. Afrika çiçeklerini yürek obasına dikiyor. Şair en çok zenciye benziyor.
Gün batımı kızıllığında deniz yüzünün derisini yüzüyor.Martılar çığlıklar halinde denizin mavi gözlerine saldırıyor.Kan ağlıyor deniz.Dalga dalga yayılıyor acı.İnsanlar acılara boğuluyor.Anneler bir balık gibi çırpınıyor.Kızlar ve oğlanlar bir şairin dizeleriyle güneşin altın ışıkları altında can veriyor.Çünkü şair en çok zenciye benziyor.Beyaz tenli insanları göz yaşlarının sularına katıyor.Onları düş denizine sürüklüyor.Onları kum görmüş su görmemiş bir insanın özlemiyle yakarken denizin serin sularında atıp boğuyor. Şair zenci dolu bir hapishaneye benziyor.Ne yaşıyor ne de ölebiliyor.Hep karanlığa mahkum oluyor.
..
Hergün hergün çalgı çağnak katıksız
Etraf örümcek ağlarıyla örülü, bahçe toprak bakımsız
Sarılmış bir hozanın yamacında sağ kalan tek şey
Pirinç borazanlar ve zurna artığı gürültü
Bundan insan geçinir mi dersen
Evler dolusu reklam yapımı zulaya bakar
Ecük cücük insanlardan
..
- Dördüncü ağıt –
Gülbanglar vardı dilimde sabahın seheriydi, şerbetler aktı gökten, ben gündüzdüm o leyli…
Nazende! Derler ki; büyük yüreklerin üstünde kayıp Leylalar vardır… Yanındayken görmediğin Leylalar ki akkorları akar damarlarından.. Belki o yüzdendir Nazende, mermer bedenimde güzel anıtların çıkar…
Sevilen olmayınca sembolleri girmez mi devreye… İşte sembollerini yarattım Nazende… Kişisel bir medeniyetin seninle kaplı bedenimde kurulmuş vakur egemenliğinde…Oysa Nazende,oysa senin açık olmana gerek yok Meryem gibi, Afrodit gibi bulvarlar boyunca. Çünkü sen seçiksin Nazende…
..
Kaç mutsuzluktan sonra geliyor mutluluk;
Güneş tutulabiliyor mu ki gözlerimde ışık arıyorsun,
tamam rüzgarım da sen neden dağların ardındasın söyle/
Ne olacaktı ki derin denizlerinde gemim battı üstüm başım tuz,
her biten gün gündüzün ölümü değil mi ki,
can verip geceye,
bir gülümseme aldım gidiyorum diyorum karı sonsuz/
..
Teninin gözleri,
bedeninin ışık pınarları,
sınırlar gölgenin alanını.
Kokun çizer
dumanda ve taşta.
Şemsiyeli kadın,
..