Ölümün kucağında doğuyor, her canlı
Farklı olsa da başlangıç, bitişler hep aynı!
Hayat; bir parça zamana sıkıştırılmış, bir yudum nefes,
Tükenince ömrü nakdin, ne görüntü kalır, ne de ses…
Kimi bildiği yoldan yürürken, kimi sadece yürüdüğü yolu biliyor
Bazıları tek bir amaç uğruna yaşarken, çoğu da amaçsız ölüyor
..
Kolay gelsin..
Ne yapıyorsun Hasan...?
Manzara resmi öğreğtmenim
Peki şu turuncu boyalı yerler...
Ne oluyor Hasan...?
Onlan dağ öğretmenim.
Olurmu Hasan dağ hiç turuncu..?
..
(Manzara Yetmiş... -1-)
Gün irkildi, gece sustu;
Kahpe namlu öfke kustu.
Kanat vurup uçtu kuşlar,
Bitmemeye geldi kışlar.
..
+şiirde duygu, bilgi ve umut emek ile yoğrulur; imgeler böyle canlanır; “ilham” dediğinse, iyi niyetli bir tanımla şiir için gerekenleri bir araya getirme isteğinin coşkun bir şekilde belirmesidir.
“şiir yazmak için ilham gerekir” düşünenlere şunu söylemek lazım: kişinin bilgisi ve izlenimleri onda birikimler yaratır ve bu birikimler de duygularımızı tetikler; bu birikimler bilinç altında kayıt edilmiştir; bunlar ara sıra yattıkları ölüm uykusundan kalkar ve bizim duygularımızı tetiklerler.
bazen bir manzara, bazen olay, bazen bir bakış bizi etkiler; bizde bıraktığı ize gösterdiğimiz tepki ya da verdiğimiz cevap bir anlamda ilhamın kendisidir –bir duygulanımı “ilham” diye isimlendirebilmemizin en belirgin yönü belki de paylaşma isteğidir.
ancak ilham şiiri var etmez. içimizden gelen ilhamı yazıya, resme, müziğe, heykele içimizden geldiği gibi dökebiliriz. ortaya çıkan eserin sanat değeri taşıyıp taşımaması durumu ise ilhamın değil şairin o ürüne kattığı estetik ile ilişkilidir.
..
Bulutlardan şal şal gurur serpiliyor,ak ak tepelerin sisli koyaklarına.
Yalçın kayanın doruğunda ardıç, tozalak karlara baş kaldırmakta.
Serpiştiren tipiyle savrulan yavru karga, canısını aramakta,
Toza, buza karışmış yaşamlar, kaskatı kesmiş kanatlar altında.
Ardıç'dan sarkan buzlara saklanmış, minicik yürek gagasında.
..
Yalnızlığına çekilmiş ıssız bir kasaba…
Günden kalan sis perdesi ağır bir kütle gibi eğreti damların üzerine çökmüş, rögar kapaklarının deliklerinden çıkan fareler, karanlık sokakların sessizliğini bozarcasına çöp tenekelerinin içinde cirit atıyorlar…
İlk, evlerin kırık dökük bacaları göze çarpıyor. Ayaz geceye rağmen suskunluk içindeler. Pencerelerden sarkan yirmi beş mumluk ışıklar karanlığı delemeden yok olup gidiyorlar…
Sıvası dökülmüş bir evin bodrum katına sığışmış küçük odalardan birinde ise, yaşlı bir şair dirseklerini tahta masaya dayamış, başı ellerinin arasında, “en son ne zaman bir şeyler karaladım” diye düşünmekte… Belki de içinden, “hangi aşklar kaldı ki yazılmamış olsun, hangi ayrılıklar, hangi özlemler… Yeni bir şeyler yaşamak gerek yazmak için, hissiyatı besleyecek yeni yaşanmışlıklar”, diye geçirmekte… Ya da başka gerçekler mi vardı kaçırdığı, görmek istemediği?
Yaşlı şair karmaşık duygular içinde derin bir nefes alır, daha önceleri defalarca yaptığı gibi kalemtıraşını çıkarır, kalemini inceltir, sonra ayağa kalkar ve pencereye doğru yanaşır…
Manzara hep aynıdır… Ne gelen var, ne giden… Yoksa yalnızlığı mı yazmalıydı? Yok, yok… Kim bilir kaç kez yazmıştı… En güzel şiirleri yalnızlığa yazdıkları değil miydi zaten? İhtimaldir ki, kendisine acıdığının, belki birilerine sesimi duyurabilirim diye o şiirleri kaleme aldığının farkında bile değildi… O, sadece şiir yazıyordu, kendini değil!
Pencereden ayrıldı, dört duvar arasında başıboş dolaşmaya başladı. Çıplak ayaklarını buz gibi döşemenin üzerine sürte sürte duvarları yukarıdan aşağıya süzüyordu. Birden gözüne yıllar önce bitpazarından aldığı o tablo çarptı. İki raptiye ile duvara öylece tutuşturulmuş bir tablo… Üzerindeki tozları eliyle sildikten sonra, gidip çay tabağına oturttuğu mumu yaktı ve tablonun başına gelip, durdu…
..
Bir bahar mevsimiyle geldin
iri yağmur damlalarıydı bereketin
ritmik vuruşlarıyla senfonini dinledim
dizelere döktüm eşsiz tablonu
illede duyurayım şair yüreklere
lirik melodini duysun herkes diye
..
Bir manzara gördü gözüm, beni bana hatırlatan
Çevresini diken sarmış, ortasında genç bir fidan
Bu yemyeşil tabiatın, suyundan ve toprağından
Bana düşeni almadım, der gibi bir hali vardı.
Derin, derin düşündüm,hep karıştırdım mazimi
Bir amaç için yaşadım,gösterdim sabrı azımı
..
Düşlerim sana bağlandı
Hayatımdaki en güzel andı
Resmini çerçeveye hapsettim
Dondurdum aklıma nakşettim
Elin kolun bağlı biliyor musun
..
Ne onları yüzleri, milyarı inanmalı,
Bugünün dost yüzleri, dün geldi donanmalı,
Arkadaş; kendine gel! Tekrar mı sınanmalı?
Şimdi tamamına el, demeyen kınanmalı.
Her yeşeren tomurcuk, olur yeni önderin,
Analar; kuzuları, kınalayıp gönderin,
..
Gözüm sevdi seni,
Bir manzara bir resim gibi
Gözüm sevdi seni,
Bir çiçek bir kelebek gibi
Gözüm sevdi seni,
Bir deniz bir derya gibi
Gözüm sevdi seni,
..
Yarım bir insan suratı çiz tualine
Gözü belirgin ve ıslak olsun
Gözyaşına deniz kat
Sahil kat
Sahilde duran birini kat
O birinin gözyaşına olan özlemini kat
Bat
..
Burası Hasköy tepeleri
Gün batmak üzere
Manzara harikulade.
Uzakta belediye otobüsü
Gidiyordu aheste aheste.
Burası Hasköy tepeleri
..
Her seferinde daha geniş bir dünyaya açıyorum gözlerimi.
Büyük bir kayalığa tırmanırken her adımda yepyeni bir manzara
/ bizim aşkımız
Ciğerlerimi açıyorum hayata, kendim olamayacak kadar
/ seninle doluyorum.
Senin yanında baştan aşağa, tepeden tırnağa duygu oluyorum.
..
İki türlü hayat var;
Biri kolay, biri zor
Adları da bahar gibi aynıdır.
Biri ilk, biri son
Hayat var, acılarla büker boyun
Hayat var, yaşamaya olmaz doyum
..
Bölgemizdeki sorunlar yeterince ciddiydi zaten. Yıllardır kanayan Kıbrıs sorunsalı, Filistin-İsrail çıkmazı; topraklarımızda yuvalanan, dışarıdan beslenen dipsiz terör ve burnumuzun dibinde göz göre göre desteklenen yapılanma hareketleri konusunda en ufak bir ilerleme kaydedememişken; ayrıca dört bir yanımız ateşle çevriliyken başımıza bir de Irak derdi sarıldı. Her zamanki gibi katlanmaya, yeniden kurulmakta olan dünya dengelere uyum sağlamaya çalıştık.
Üzülerek söylüyorum; bize dayatılan koşulları sorgusuz sualsiz kabullendik. Üstelik susarak her şeyin yolunda gideceğini düşünen yöneticiler seçmiştik kendimize. Kapı komşumuz İran tüm dünyaya tek başına kafa tutarken basit bir sınır ötesi harekâtını dahi göze alamadık. “İcazet alma” anlayışıyla her geçen gün bölgedeki üstünlüğümüzü biraz daha yitiriyorduk. Ebu Garip, Guantanamo, Samarra, Felluce, Gazze ve daha niceleri yanıyor, yıkılıyor, telef oluyordu. Ve biz susuyorduk…
Bu ülkenin aydınları, AB’ye alkış tutmaktan, kilitli kapılar önünde kendilerini aşağılatırken mazoşistçe bir haz duymaktan ve birilerine Nobel ödülü yollarını açmaktan başka ne işe yarıyor Allah aşkınıza!
Bir oyun kurallarına göre oynanır. Ancak oyuncu olmak kaydıyla! Oyun için bir de masa şart. Şu masayı adam gibi kuralım diyorum artık!
..
Bir zamanlar hin oğlu hindi
Adı insandı:Ne melekti ne cindi
Bir gün uzak yıldızların uçağına bindi
Gideceği yer ne Rusya ne Çin’di
Uçak zelzeleler arasında karaya indi
İçindeki duygu ne sevgi ne kindi
Birden korku düştü içine,görünce rindi
..
Derin derin çukurların dallarından tutunduğumda
Sahipsiz ve sessizdim.
Ne çığlık ne pişmanlık
Bulutlar aşağıda, başaklar yukarıda
Tarifi imkansız bir ortam,
Tarifi imkansız bir manzara
Geceyi giymiş bir beden
..
Biraz da boşver, anlama zorsa
İçinde hayat güler o zaman
Biraz da sarıl kendine anlat
Küsmeler diner barışın buysa
Yoruldum seni izlerken içim
Manzara gibiydin oysa
..
Şiir severlerin hoşgörüsüne sığınarak bugün kendimi düzyazı ile ifade etmek istiyorum. Canım yanmış, kalbim kırık ve gerçekten çok üzgünüm. 'Düş Dünyası'ndaki bulutlardan yeryüzüne inme vaktidir bugün....
Türkiye'me bakıyorum bir tepeden. Ve gördüğüm manzara beni sadece mutsuz kılıyor. Bir yerde hata yapmak doğal ve insancadır aslında. Ancak hatalar üstüste gelirse, 'neler oluyor? ' diye de sorarlar adama. Popülasyonun %75'inin beklentiler içinde hayata sarılmış; 30 yaş sınırı altındaki gençlerden oluştuğu bir ülkede neden sürekli hayal kırıklığı ve umutsuzluk veriliyor bu insanlara?
Sağlık ve eğitim hizmetlerinde nitelik ve niceliksel açıdan sınıfta kaldığımız apaçık gözleniyor. AB'ye uyum yasaları çerçevesinde, hukuk sisteminde zaten doğru dürüst oturmamış olan taşları tümden yerinden oynatmışız. Ekonomik çalkantı ve krizlerden; iç-dış borç sarmalından; yeterince üretememek, ürettiğini tüketememekden; dengeleri giderek daha da hızla bozan adaletsiz gelir dağılımından; hantal bürokrasi tarafından yaratılan hizmet sorunlarından; hamaset söylemleri ile ülke yönetmeyi hayal eden anlayışlardan ve sonuçta namerde muhtaç olmaktan başını alamıyor Türkiye'm....
Olumsuzluklar üstüste geliyor. Yıllardır milli davamız diyerek bağrımıza bastığımız ama yanlış politikalar sonucunda ne ona ne de kendimize pek yarar sağlayamadığımız Kıbrıs, ne yazık ki diplomatik beceriksizlikler yüzünden elimizden kayıp gidiyor. Avrupa Birliği kapıları yüzümüze kapanıyor. Dış siyaset deneyimsizlikleri sayesinde Kuzey Irak'da edinilmiş hak ve pozisyonlarımızı yitiriyor ve hepsinden önemlisi, yepyeni bir dünya kurulurken 'masa'dan dışlanmakla kalmayıp düpedüz aşağılanıyoruz da. Bir milyar dolar için boynumuza yular takmaya çalışıyorlar artık! Öyle bir noktaya geliyoruz ki, oldukça geniş bir coğrafyada yedi düvele dağılmış ve her türlü zorluğa rağmen Türklük'le bağlantısını yüzyıllardır canlı tutma gayreti içinde olan; birkaç milyarı bulan sayılarıyla Türkçe konuşan Türk veya kendisini Türk addeden nüfusun da umutları bizimle birlikte dağılıp yok oluyor. Peki sonuç nedir? Yalnızca bedeller, bedeller ve yine bedeller....Kısaca kötü yönetiliyor, hemen her alanda verimsiz çalışıyor ve nihayetinde kocaman faturalar ödüyoruz. Oyun dışında kalıp sürekli cezalandırılmanın bedellerini ödüyoruz. O da yetmiyor, şu sıralar geçim kavgasına düşmüş olan gençlerin çocuklarına ve torunlarına geliyor sıra.
..