Her zaman, 'iki lâf etti, kafalar allak bullak oldu! ' deriz ya; nerelerde o bilge dedeler, korkutlar, akşemsettinler, kuşçular, emreler… her birinin sözleri, sanki çağlardan çıkarılmış özütlere benzer. dinleyene davul zurnadır onlar, ötekilere de sinek etkisi.
Büyük adamlar mı dersiniz, tarihi değiştirecek derecede güçlü olanlar mı…
Arada bir yerdeki kilometre taşımız olarak yorumlayabileceğimiz bir atamız: Fatih.
“Fatih’i “Fatih” yapan âlim: Molla Gürani “
Genç şehzade, derslerini öğrenmekte zorlanmamakta ama hiç çalışmak istememektedir. Çok hocada okur; ama tamamını yıldırır! Sultan 2. Murad, genç şehzadesinin eğitimi için Molla Yegân, Molla Fenâri ve Molla Ayas gibi muhteşem âlimleri düşünmektedir. Ancak bu haşarı şehzadeyle uğraşmak on medrese yönetmekten zor olacağından, “Acaba onu kim yola getirebilir? ” diye düşünmektedir. Sonunda Molla Gürani’nin siması belirir gözünde.
Molla Gürani Hazretleri, Molla Yegan Hazretleri’nin Osmanlı’yla tanıştırdığı kıymetli bir âlim ve velidir. Molla Yegan, 1440’lı yıllarda hacca gittiğinde ilim meclislerinden istifade etmek ve kıymetli insanlarla tanışmak amacıyla Kahire’ye de uğrar. İşte, Molla Gürani ile burada tanışır ve onu Osmanlı’nın payitahtına gelmeye ikna eder. 2. Murad’la tanıştırır. Ele avuca sığmayan ve çok zeki olan şehzade Mehmed’in eğitimi de ona verilir.
Padişah, Molla Gürani Hazretler’ini oğlunun eğitimi için yollarken “Eti de senin” der, “kemiği de. O bundan böyle senin oğlun. Var bildiğin gibi işle! ” Mübarek Manisa’ya vardığı saatte şehzadeyi derse çağırır. Uşaklara bile itibar eder, ama geleceğin sultanını görmezden gelir! Talebesine sıradan biri gibi davranır ve “Otur! ” der, “Hayır oraya değil, şuraya! ” O güne kadar emretmeye alışan şehzade şaşakalır. Belki de hayatında ilk kez diz çöker. Molla emsileyi açar ve emreder: “Darabe (Dövmek) fiilini çek bakayım! ” Fatih fiili kafasına göre çeker. Molla Gürani’nin kaşları yıkılır, kafasını “olmadı” gibilerden sallar, bakışlarıyla azarlar. Sonra üstüne basa basa fiili çeker ve sesini yükselterek, “Döverim, seni döverim, seni öyle bir döverim ki! ...” Fatih ağlamaklıdır.
Şehzade artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Daha doğrusu aksatamaz. Ama gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından uzaklaşır. Çok değil üç beş ay sonra bambaşka biridir o. Molla Gürani Hazretleri “Arabi ve Farisi bilmek yetmez.” der, “Düşmanlarının da lisanını öğrenmelisin! ” Latince, Sırpça ve Rumca öğretilir. Hem konuşup hem de yazmaktadır. Ardından şehzadeyi İtalyan asıllı Anconal Giriaco’nun önüne oturtur, Avrupa tarihini okutturur. Dahası aritmetiğe, geometriye, astronomiye zorlar. Ufkunu açar. İnanç ve ideal aşılar.
Manisa’ya gelen Sultan Murat, oğlunu tanıyamaz. Fatih görünüşte çocuktur, ama çok olgundur. Zaman yaklaşmıştır…
Yıl: 1453….
Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi, değil mi?
Peki, öncekiler ve sonrakiler? Çağlar boyunca soyu sürdüren onca ata? Son Ata’ya dek; tümü de bizimdi, tümü de insandı, eğirisi, doğrusuyla..
Ya ders çıkarması gerekenler? Biraz da özeleştiri gerek, değil mi?
Eğitilmeden, sıradan bir kavme dönüşmeye ramak kaldığımızı, ne çabuk unuttuk!
Selamla, daha iyisine…
Orhan TiryakioğluKayıt Tarihi : 23.10.2010 14:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Her zaman, 'iki lâf etti, kafalar allak bullak oldu! ' deriz ya; nerelerde o bilge dedeler, korkutlar, akşemsettinler, kuşçular, emreler… her birinin sözleri, sanki çağlardan çıkarılmış özütlere benzer. dinleyene davul zurnadır onlar, ötekilere de sinek etkisi.

Hayırlı çalışmalar.
TÜM YORUMLAR (1)