Divan Şiiri; başlangıcı o zamanki “batı” olan Acem İlleri ve Mezopotamya kavimleri ile olan savaş/ticaret ilişkilerinin dinî ve kültürel ürünleri olarak ortaya çıkan, Cumhuriyetin İlânı ve Dil Devrimi ile yaşanan dilden uzaklaşan bir tür olarak değerlendirilebilir.
Divan Şiiri; öncelikle zamâne şiiri olmak durumunda kalmıştır. Çünkü özellikle, Cumhuriyetin İlânı ve Dil Devrimi; Divan Edebiyatı'nın dilini, yaşayan dil olmaktan çıkarmıştır. Sadece “saray edebiyatı” olarak kalmış olan ve zaten halka inememiş bir türün, yine o eğitimi alabilen elit kesimlerin edebiyatı olarak kalması da çok doğal görünmelidir.
Divan Şiirin, yaşatmak mı? Belki de tek şartla bu mümkün olabilir; aynen yitip gitmesi istenmeyen el zanaatları gibi, körelmemesi istenen bir kültür mozaiği gibi. Ancak, halkın sorunlarına inemeyen bir dilin, halen körelmekle meşgûl bir karma dilin; hangi amaçla yaşatılmaya çalışıldığının mantığına inmek bir yana, güncelin toplumunu aydınlatacak o kadar çok malzeme ve sözcüğümüz var ki, ulus dilinin zenginliği yerine, sadece ses ahengine dayanan soyutlanmış yahut köhnemiş bir türün halka sevdirilmesi de, mümkün değildir.
Zaten, doğu dilleri veya farklı harf geometrisi nedeniyle özel eğitimler gerektiren bir tür için, edebiyat yapılması olmayacak bir iştir, eski dildeki yaşamayan yani giderek üremeyen, iletişmeyen dağarcığın sabit kalıpları içinde farklı kombinasyonlar türetmekle geçirilen zamana benzeyecektir bu durum.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta