Zamanın içinde yaşadığımız mahkumiyetliklerimizle geçmişimizi yazıyoruz. Anlık öfkelerle yıkılan yaşamlar ve gururların bedelini ödemeye hiç birimizin gücü yok aslında. Nedense kendimize olan bu dürüstlük borcunu ödemeye yanaşmayız asla. Hesaplarımızı aynalarda vermeye çalışırken, boşa geçirdiğimiz günlerin hesabını tutmaya kalkmamıza ne demeli bilmem. Herkesin eninde sonunda başını ellerinin arasına alıp kendini ve yaşamı sorgulayacağı bir gün gelip çatıveriyor. Kimi büyük adam, kimi memur, kimi şair, kimi hasta, kimi balıkçı, kimi çöpçü. Neler sayılabilir örnek olarak, sizler de biliyorsunuz. Okurken biraz kendinizi yormanızı istiyorum. Bencillikle mahkumiyetin aynı şey olduğunu fark ediyor insan sorgulamanın sonunda. Bencilliklerimizle kaybedişlere mahkum olduğumuzu fark etmenin, bende veya sizde yaptığı şey aynı mı acaba? Yaşamları farklı olan insanların cezaları ve mahkumiyetlikleri de farklı mı?
Yaşamın insanın sırtına bindirdiği yükler bazen çok fazla acımasız oluyor. Doğduğu an annesini kaybeden bir çocuk düşünün şimdi. Yoksunlukların en büyüğünü yaşamak nefes almaya başladığı anda mahkumiyeti olmuş. Hatta sanki o suçluymuş gibi, cezalandırılmış yaşam ve birileri tarafından. Pek çok insanla yaşamış ama aslında aklındaki tüm karmaşalara rağmen yalnız olduğunu benliğine kazıyarak. Öyle bir etiket kondurmuş ki kendine; neye elini atsa başarısızlık, neye dokunsa zarar, ne karar verse yanlış olacak sanki. Nefes almaktan vazgeçse, acaba kaderi olan bu kaybedişler değişir mi diye düşünmüş. Geri dönüşü olmayan kayıpların mucizevi bir şekilde değişeceğini sanmış bir zaman. Aslında değişebilecek tek şeyin kendisi ve bakışları olduğunu çözmeye an be an yaklaştığını bilerek görmezden gelmiş. Yaşam kocaman bir acı yumağı, onun aklında dolaşan karanlık dehlizler, aydınlığa çıkacak kapılara sürdüğü kalın sürgüler, her şey karanlık. Umut denen mavi ummanın derinliğini gördüğü anlarda sıyrılmış bu girdaplardan fakat yine sanki yuvasıymış gibi her seyahatin sonunda başladığı yere dönmüş.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
güzel içten bir anlatım bize dair yaşama dair
bazen kaybolurken içinde
bazen şen kahkahalar
bazende buruk gözyaşıdır
yaşam baktıgımızda geriye bir avuç mutluluk bir kaç anı
kalır elimizde hüzünlerde akarken hayat
beyeniyle okudum yüregine emegine saglık can kutluyorum
Bitti sandığımız noktalarda her şeyin yeniden başladığını bilerek yaşamanın farkını anlayıp, anlamamış gibi devam ediyoruz nefes almaya. Aslında bu havayı solumaktan vazgeçtiğiniz her dakika, hayata yeniden başladığınız an. Elimizdeki ve ayağımızdaki zincirleri kırıp, bu zindanlardan kendimizi alalım. Gün ışığına belki de, mavi derinliklerde deniz kızlarını görmeye ihtiyacımız vardı, kim bilir?
...
canım arkadaşım,
hayatın ta kendisi,
yaşanmamışlıklardır aslında...
...
sevgi ile...
en kadar doğru....
üzerimize biçilmiş elbiseden ne kadar kurtulabiliriz...
ne kadar çıkarıp atabiliriz...
koşullandırmanın mı sonucudur bu...
özgür düşünme yetisinin alınmasında mı...
yaşam mücadele zafer yenilgi....
ne kadar ve hangisine ne zaman....
saygılarımla selamlıyorum...
düşündüren harika bir çalışma....
kaleminiz hiç susmasın...
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta