Gecesini güne taşımıştı bu kez... Uykusuzluğunun getirisi bir yorgunluk vardı üzerinde, ağır bir yük gibi taşıdığı... Gözleri gecenin karanlığından sıyrılamıyordu bir türlü, yeni güne çiseleyerek açılması bundan olsa gerekti... Gözleri çiseliyordu geceden kalma o kopkoyu siyahın damlalarıyla... Gözleri aydınlığa ulaşacak ışığın hasretiyle yanmaktaydı... Gözleri buram buram düşünce kokuyordu... Hani onu o yapan düşünceler... Hani onu ondan koparan, sonra yine onu onunla bütünleyen düşünceler... Evet, anladığınız üzere yine düşünce yorgunu, yine düşünce sarhoşuydu tüm benliği... Düşünceler... Hem ebedi dostu, hem de ezeli düşmanı...
Bu kez hayatı sorguluyordu... Hayatını, hayattan getirisi olan kazanımlarını ve hayat yolunda verdiklerini yani kaybedişlerini... Maddi manevi hayat kumarını... Sorgulamaları yine yargılamaya dönüşüyordu ister istemez... İçinde kurduğu mahkemenin hem hakimi, hem savcısı, hem de sanığı olması ne kadar zordu... Kafası karıştı... Duraksadı... Öncelikle iddianamesini mi hazırlamalıydı yoksa savunmasını mı, bilemedi... Hakimliğini bir süreliğine rafa kaldırdı... Önce temeline inmeliydi ruhunun... Yaşanmışlıklarının temeline... Düşündü... Daha derin düşündü... Temel... Neydi? Ne zaman, nerde, nasıl oluşmuştu bu temel? Evet sorgulamaları başlıyordu sonunda... Sorgulayacaktı ki savunabilsin, savuncaktı ki yargılama en adil yoluyla gerçekleşsin... Duruşma başladı....
Sanık ayağa kalktı... İçindeki sanık tüm dürüstlüğüyle karşısındaydı işte... Söz sanığın... Sanık tümdengelim bir yaklaşımla girdi söze.... Sonrasında detaylara inecekti anlaşılan... Perde açıldı, şu an soğuk mahkeme duvarlarında yankılanan sözler çınlıyordu benliğinde...
Sanık: ‘ Hem soyut hem somut anlamda çok kumar oynadım hayatta, kazanımlarım kaybedişlerime yenik düştü... Maddi manevi yitip gidenlerin ardından bakakaldım çoğu zaman... Korkuların güvenliliğine sığındım artık... Tek istediğim, tek beklentim güven ve huzur hayattan... Kendime ve hayata dair işlediğim tüm suçlardan dolayı pişmanım sayın hakim...’
Kısa ve öz bir açıklamayla söze giren sanığın ardından savcı söz istedi... Tüm yıpratıcı yüzüyle karşısındaydı işte içindeki savcı... En korktuğu aşama... İddialarla nasıl başedebileceğini düşündü... Savcı yaralı avına yaklaşan bir şahin edasıyla tepesinde dolanıyordu büyük bir zevkle... Kaçışı yoktu anladı... Hakimin kararına kadar ölümcül bir saldırı yapamayacağının güvencesine sığındı gizliden gizliye... Hala bir şansı vardı... Savcının iddialarını dinlemeye koyuldu içindeki sanık ve hakimle...
Savcı: ‘ Sayın hakim, şurda köşede sus pus oturan sanığa bakın bir... Ne kadar masum, ne kadar yorgun, durgun ve de olgunlaşmış görünüyor değil mi? Rol bu sayın hakim, rol... Kendinden kaçışın, kendini yadsımanın rolü... Görmediniz mi gözlerini, kendi bile inanmıyor söylediklerine... Ondan olmayan bir o konuştu az önce... Tüm insani duygulanımlarla, tüm insani meraklarla ve bencilliklerle karşımızda duruyor işte... İnkar etse de değişen bir şey yok aslında... Güven ve huzur diyor... Pişmanım diyor... Nasıl inanalım gerçekliğine? Ya arzuladığı güven ve huzura kavuşunca yine aynı hatalara yönelirse her insanoğlu gibi? Ya her insan gibi tepeye ulaşmanın sevinciyle kendini koyverip aşağıya yuvarlanırsa yine? Ya korkularının güvenliğinin tadını aldıktan sonra yine yeni maceralara sürüklerse hayata dair herşeyini? Nasıl inanalım? Nasıl güvenelim söylediklerine? Böyle kolay kurtulmamalı tüm hafifletici sebeplerine rağmen... Az cezayla kurtulursa yine yapacaktır, emin olun buna...’
Korktuğu başına gelmişti işte, içindeki savcı tüm acımasız gerçekliğiyle dile getirmişti iddianamesini... İçten içe haklılığını kabulleniyordu savcının... En acısı da buydu ya zaten... Kendine karşı olan güvensizliği... Güven ararken güveni kendi içinde oluşturamaması... Şimdiye kadar hep öyle olmamış mıydı? Kendisini hep affedip yeni şanslar tanımamış mıydı? Sonrasında da yine benzer hatalarla çıkmamış mıydı iç mahkemesinin huzuruna? Ama... Ama... Bu kez farklı diyordu içindeki ses... Yorgunluğuna rağmen elde ettiği ruh doygunluğunun yansıması olan ses, bu kez farklı diyordu... Yapabilirsin... Yapmalısın... Yapacaksın...
Mahkemenin son aşamasına gelinmişti işte, sanık savcıyla göz göze geldi... İkisi de belirsizliğe açan gözlerle hakimin söze girişini bekliyorlardı... Acaba ne karar verecekti bu kez... İkisi de ellerindeki delillerin güçlülüğüne olan inançlarıyla bekliyorlardı... Birinin elinde bu kez kendine güven vardı içinden gelen sesin yaptırımıyla, diğerinin elinde güvensizlik vardı... Acaba hangisi baskın çıkacaktı...
Bekleyiş sona erdi... Kısa bir aranın ardından tüm taraflar mahkeme salonuna doluştular yine, yerlerini aldılar... Hakimin sesi duyuldu...
Hakim: ‘Herkes ayağa... Yaz kızım... Taraflar dinlendi... Savcının iddialarındaki gerçeklik payı önceki yaşanmışlıklar göz önüne alınarak yeterli delillerle ispat edildi... Ancak... Her insanın hayata dair sevapları ve günahları vardır, her insanın iyi ve kötü yönleri, doğruları ve yanlışları vardır... Önemli olan olumsuzlukları en yapıcı şekilde olumluya çevirmektir... Olumsuzlukları gidermenin en etkin yolu motive etmek ve destek olmaktır... Düşe kalka büyünülen bu hayat yolunda önemli olan cezalandırıp yolları kapatmak değil, tam tersi en doğru yola sevketmek ve bu yolda ona yol göstermektir... Ki sanığın kendi içerisinde doğru yollar arayışı bu yolda hevesli ve istekli olduğunun göstergesidir... Bu bağlamda ona en büyük ceza aslında ödül vermektir... Unutmayalım ki ödül hayattaki en yapıcı cezalandırma yoludur... Bunu iki farklı anlamda düşünebilirsiniz... Birincisi; ceza yerine ödül verirseniz karşınızdakini vicdanının sesine hapsetmiş olursunuz... İkincisi; bazen öyle cezalar vardır ki sevgiyle verilirler ve bu cezaların sonucu mutluluk, huzur ve ödüldür aslında... İş bu bağlamda sanığın cezasını yeni bir şans olarak yani ödül olarak veriyorum... Yukardaki iki maddenin getirisi olarak savcının iddialarında yer alan kuşkuları gidermeyi yine sanığa ve onun bundan sonraki yaşanmışlıklarına bırakıyorum... Kendine güvenmesi yolundaki çabalarına ilk desteği ben ona güvenerek veriyorum... Karar: Beraat... Ceza yerine ödül yani...’
Duruşma bitmişti sonunda, içindeki mahkeme dağılmıştı... Ceza olarak aldığı ödülünü içine çekti... Benimsemeye çalıştı... Derinden hissetti... İçindeki hakimin yüzünü kara çıkartmama, güvenini sarsmama düşüncesi ve umuduyla yeni yoluna doğru emin adımlarla yürümeye başladı....
Funda GülsevenKayıt Tarihi : 5.4.2007 13:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
*** Unutmayalım ki ödül hayattaki en yapıcı cezalandırma yoludur... Bunu iki farklı anlamda düşünebilirsiniz... Birincisi; ceza yerine ödül verirseniz karşınızdakini vicdanının sesine hapsetmiş olursunuz... İkincisi; bazen öyle cezalar vardır ki sevgiyle verilirler ve bu cezaların sonucu mutluluk, huzur ve ödüldür aslında...

denemeye tebrikler..
İçsel sorgulamalarımızın sonunda kendimize verdiğimiz ödül-ceza hayatın akışında yeni yollarda bize ışık tutan bir rehber olmalıdır. Bu bağlamda yönlendirici ve yapıcı denemenizden dolayı kutluyorum sizi. Sevgilerimle
onun bir izdüşümü bu dünya..
kendimizi dış dünyaya nasıl yansıttığımız..
ve de nasıl yorumladığımız..
bu muhteşem deha harikası
mekanızmanın eseridir herşey..
kendinimizi yaşarız..
ya da yaşayamayız..
bütün mesele bunun farkına varabilmek..
güzel bir çalışma ki..böyle etkiledi beni de..
yüreğine sağlık.
TÜM YORUMLAR (6)