Çok sevilen ve 6.baskısını tamamlayan ”Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” kitabından sonra, birinci kitabıyla bağlantılı olarak çıkardığı ikinci kitabı ”Olduğu Kadar Güzeldik” ile günümüz öykücülüğüne can veren Mahir Ünsal Eriş, birçok zaman unuttuğumuz, hatırlamakta güçlük çektiğimiz o güzel çocukluk günlerini bizlere anlatmaya devam ediyor. Biz de onunla edebiyattan, Gençlerbirliği’nden ve arabeskten konuştuk.
Öncelikle sizi tanımayanlar için, kısaca kendinizden bahseder misiniz? Ve Mahir Ünsal, büyüyünce ne olmak isterdi?
Ben çöpçü olmak isterdim. Çünkü eskiden konteynırlı çöp arabaları yoktu. Damperli kamyonun kasasında bir adam dikilir, aşağıdakiler de yol kenarından aldıkları çöp poşetlerini o adama atarlardı. O adam olmayı çok görkemli bulurdum, olmak isterdim. Tanımayanlar için büyük kayıp sayılmam yani.
”Mutluluk hikayeyi öldürür bence” demişsiniz. Asosyalliğe itildiğiniz, çoğu kez televizyona hapsedildiğiniz o 80’li yıllarda çocuk olmanın, o dönemde yaşadıklarınızın, doğrudan bunları kaleme almanızla bir ilgisi var mı? Yani evlerde bangır bangır Ferdi çalmasaydı, yazar mıydınız bu öyküleri?
Tam öyle dememiştim de, onu başlık yapınca daha sansasyonel görünmüş tabii. Öyle laflar edecek adam mıyım ben? Sizin oralardan neden yazar çıkmıyor, çıkanlar da oraları anlatmıyor diye sormuşlardı. Ben de bizim oralar ülkenin geneline göre biraz daha mutlu yerlerdir, mutsuz yerlerden daha güzel edebiyat çıkar demek istemiştim. Benim büyüdüğüm iklime gelince; elbette biraz tuhaf bir geçiş dünyasıydı. Kapitalizmin vahşileşmeye başlamasından bir durak öncesiydi. Darbenin hemen sonrasıydı. Evde Ferdi yerine Verdi çalsaydı bile aynı hava olurdu sanırım. Yazardım gene galiba.
Hiçbir yazar ya da şairde görmediğimiz bir ayrıntı var biyografinizde; ”Gençlerbirliği taraftarıdır.” Bu koyu sevdanın hikayesi nedir? Kısacası neden Gençlerbirliği ve neden bu kadar şiddetle?
Bunu bir gün, üşenmeyip, uzun uzun anlatacağım. Çünkü bunu bana çok soruyorlar. O zamana kadar bu soruyu “Çünkü en büyük Gençlerbirliği! ” diye geçiştirsem olur mu?
Olur abi. Her öykücünün kendine ait bir kumaşı, bir dili vardır. Siz, bu yalın ve inandırıcı üslubunuzu neye borçlusunuz? Direkt olayın kahramanı olmanın bunda bir etkisi var mı? Yoksa bunun için bir çaba sarf ediyor musunuz?
Anlattığım hiçbir olayı yaşamadım. Hepsini uydurdum. Hiçbir benim ya da bir başkasının anısı değil. O yüzden de kahramanı olmakla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Annemin konuştuğu dilde yazmaya çalışıyorum. Belki ondandır. Belki de bu hikayelere en çok kendim inandığım içindir.
Sizce ülke olarak, gerek öykü, gerek diğer edebiyat türlerini ne kadar okuyoruz? Yeterli bir istatistikse bile, doğru şeyleri okuyor muyuz? Sizin kıyıda, köşede kalmış; okunmasını istediğiniz biri var mı?
Kim neyi ne kadar isterse o kadar okusun. Okusun da… Ben kimseye bir şey tavsiye edecek durumda değilim. Ama 80 kuşağı denilen kuşağın yazarları arasında büyüleyici insanlar var. Bence takip edilmeliler.
“AŞIKLAR HEP KAYBEDER AMA AŞK HER ZAMAN KAZANIR”
”Hep Klinsmann’ın Yüzünden” öykünüzde bir Şefika var. Sizin tabirinizle; Kıvır kıvır saçları olan, kulağında anasından yadigâr, düşük ayarlısından 2 küpeyle, duvarlara asılan Arap kızlarına benzeyen Şefika. Tabii bir de ona aşık olan çocuk delikanlısı. Bembeyaz bir aşkı gördüm o öyküde, tertemiz. Sizce o zamanlardaki kadar temiz kalabildik mi? Aşk ve uğruna yaşananlar, hala anlattığınız zamanlardaki gibi sizi cezbediyor mu?
Etmez mi? Bunca hayat çilesini, şunca ömrümüzde daha çok aşık olabilelim diye çekmiyor muyuz? Aşk her zaman kazanır. Aşıklar hep kaybeder ama aşk her zaman kazanır.
Arabeskten konuşmayı seviyorsunuz bildiğim kadarıyla. Şimdilerde entelektüele kaçan, biraz da masalara taşınmayıp stüdyolarda kalan bir arabesk söz konusu. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında sevmiyorum. Yani artık biraz yoruldum galiba ehil olmadığım bir konuda hikmetler yumurtlamaktan. Tuhaf bir şey anlatayım mı? Beni bir gazetenin, -hem de büyük, adlı bir gazete- şarkı yarışması jürisine çağırdılar, arabesk dalında. Anlatabiliyor muyum bu örnekle tuhaflığı. Arabesk hayatımızda silik ama karakterli bir motif yalnızca. Ben ne ondan bahsedecek kadar toplum bilgisine ne de müzik bilgisine sahibim. Dinliyorum sadece. Biz cahiller hayran oluruz. Dahiler ise yaparlar.
Küfürden uzaklaşma sebebiniz olarak, annenizin size kızabilecek olmasını göstermişsiniz. Ve bir de ”aferin” desinler diye yazdığınızı söylemişsiniz. Annenizin ya da babanızın, kitaplarınızı okuduktan sonra tepkileri ne oldu?
Dediler sağ olsunlar. Hep desteklerler beni. Hep kendilerinden çok beni düşünürler, ne yapsam az.
Yeni bir roman çalışmanızdan bahsetmişsiniz birkaç yerde. Nasıl bir roman bekliyor bizi? Herhangi bir öykünüzün daha geniş bir hali olabilir mi? Yani herhangi bir karakteri, romanda görecek miyiz?
Bir aşk hikayesi anlatmak istiyorum ben. Bütün aşk hikayeleri gibi, imkansızlığıyla anlatılmaya değer olmuş bir aşk hikayesi düşünüyorum. Hemen her şeyim hazır, bir yazmak kaldı. Hani bir söz vardır, ‘geriye üç nalla bir at kaldı’ diye, biraz o durumdayım. Öykülerden karakterler belki olaylar cereyan ederken arka planda görünürler, bunu henüz ben de bilmiyorum ama Sinan Sülün de bir roman yazıyor bu aralar. Onunla birbirimize pas attığımız bazı durumlar var romanlarda. Güzel olur umarım.
Edebiyatımıza öyküden önce çevirilerle girdiniz. Aklımda hep bir soru işareti olarak kalmıştır. Bilgi Ağacı, Elveda Selanik ve Ermeni Edebiyatı Numuneleri gibi eserler çevirdiniz. Örneğin, Leon Sciaky’nin Elveda Selanik eserini çevirirken, aynı etkiyi yaratamama korkusu yaşadınız mı?
Uğraştığım bir işin nasıl bir etki yaratacağını zaten üzerine çalışırken hesap edemiyorum ki. Bir de tabii telif bir işle çeviri arasında çok önemli bir fark var. Çevirdiğiniz eserde kurulmuş bir dil ve dünya var, onu aktarma uğraşı söz konusu. Ama diğerinde dili de dünyayı da siz kuruyorsunuz. Elbette farklı etkiler çıkıyordur.
“YENİLMEK İNSANI KENDİ YOLUNA BAĞLAR”
İşin teknik kısmı dışında, sizce öyküyü, diğer edebiyat türlerinden ayıran en önemli özellik ya da ayrıntı nedir? Öykü yazan bir adam olarak, diğer türleri yazabilmek konusunda ne düşünüyorsunuz?
Aslında pek edebiyat konuşabilecek biri değilmişim galiba. Ben bu sorudan bunu çıkarıyorum. Çünkü, abarttığımı düşünmeyin ama, ben gerçekten ne yazdığımla değil nasıl yazdığımla, nasıl anlattığımla ilgileniyorum bir tek. Tam bilemiyorum yani. Belki de insan hepsini deneyip hepsinden boyunun ölçüsünü almalıdır. Yenilmek insanı kendi yoluna bağlar.
Biraz kurgu bir soru sormak istiyorum. İmza gününüze aşık olduğunuz ve onu sevdiğinizden haberi olmayan kadın gelse, uzattığı kitaba ne yazardınız?
Bir kadına aşıksam, onun bundan haberi olur. Eminim olur. Oldururum, duramam.
Şimdi müsaadenizle daha çok etrafınızda görmeye alışık olduğumuz şahıslar olmak üzere, tek kelimelik sorular sormak istiyorum. Hoşunuza gitmezse, bu konseptten vazgeçeriz. Yani boş bırakabilir; görmezden gelebilirsiniz.
Ankara?
Sevmiyorum ama düşman da değilim. Nefret de etmiyorum. Elbet bir gün bu da geçecek diye diye on beş yıl olmuş geleli. Ama artık gitme zamanı yakın gibi.
Yıldız Tilbe?
Başka bir gezegenden gibi biri o. Bambaşka bir aklı, bambaşka ve bizimkinin tamamını örtebilen bir duygusu var. Kendine has. Ve kimseye eyvallahı yok. Çok seviyoruz onu, iyi ki bizim Yıldızımız.
Sinan Sülün?
Sinan Sülün benim kardeşim. Peygamber gibi adamdır, harika adamdır. İyi de yazardır. Daha ne olsun.
Uçmak?
Uçağa bile korktuğu için binemeyen birine sorulacak soru değil aslında. Ben uçmaktan korkuyorum. Ancak anlatmaya cüret edebileceğim bir şey sanırım. Ama kanatlarım olsun isterdim tabii. Çocukluğumdan beri hayalini kurarım hep.
Levent Cantek?
Güzel bir abimiz.
Türkan Şoray?
Türkan Şoray’ı anlatacak kadar ne kelimem var ne kabiliyetim. Hayran hayran seyretmekle iktifa ediyorum.
Emrah Serbes?
O bizim starımız.
Şiir?
Hiç anlamıyorum, hiç de yazmadım ama sevdiğim şiir de şair de çoktur. Kuşağımızın şairleri arasında da bayıldığım insanlar var.
Vakit ayırıp, böylesi güzel bir sohbeti bizden esirgemediğin için çok teşekkürler abi, eyvallah. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim: ”keşke kanatlarımız olsa be Mahir abi! ”
Ahmet Mücahit BülbülKayıt Tarihi : 14.3.2016 15:56:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!