2 Temmuz 1993… Sivas’ta bir oteli yaktılar. Kimler yaktı? Camide, sokakta, kıraathanede ellerine tutuşturulan imzasız kâğıtlarla galeyana gelen; kendini inancının muhafızı, sözcüsü ve hatta sahibi ilan eden cehalet! Kim dağıttı o imzasız kâğıtları? Derinlerine kadar pisliğe bulaşmış bir devlet! Kimler yandı? Otuz beş can ve itibar-ı millet!
Madımak’ı yaktıklarında, henüz 13 yaşındaydım. Aziz Nesin’in yazdığı çocuk kitaplarından birkaçını iştahla yutan bir çocuk olarak, televizyonun karşısında olan biteni büyük bir dehşetle izlediğimi hatırlıyorum. Hissettiklerimi, bu duyguya o yaşlarda benzeyen bir başka duygumla ancak izah edebilirim. Çocukken futbol maçlarına giderdik. Ve takımımız yenildiğinde, seyirciler arasından bol küfürlü ve tehditkâr tezahüratlar yükselirdi. Bazen kendinden geçen birkaç seyircinin, soyunma odasına giden yolda, mağlup takımımızın oyuncularını sanki “öldürmek” istercesine tel örgülere yapıştığını görürdüm. Tam burada, o tel örgülere yapışan adamların korkusuyla dolardım. Aziz Nesin’in de itfaiyeden, sanki bir timsah havuzuna koca bir but atılırcasına, hınç dolu bir kalabalığa atılmasını izlerken, seyircilerin tel örgülerinin olmadığını fark etmemle bu korkum tavan yapmıştı. Tel örgülere inanmıyorum. Ama böyle insanlığa da inanmıyorum ben!
Aziz Nesin; ne tanrıtanımazlığı, ne Salman Rushdie distribütörlüğü ile benim hafızamda yer etmiştir. Çünkü çocukluk, bir insanın hayatını ele geçirmeye teşnedir. Eğer Nesin’in yazdığı çocuk kitaplarını okuyanınız varsa, bu kitaplarda yazılanlar bir çocuğa bir emaneti teslim edercesine kaleme alınmıştır. O kitapları okuyanlar, Aziz Nesin’in tanrıtanımazlığına da, Peygamber’e hakaret ettiğine de inanmaz. O kitapları okursanız, Aziz Nesin’in kalbinin oraya gömüldüğüne şahit olacaksınız, zira kalbi olmayan biri o kitapları yazamaz!
Bir tanrıtanımazdan hiçbir şey öğrenemeyeceğinizi düşünüp, sırtınızı ona dönerseniz ve hatta gidip sırf bu yüzden onu öldürürseniz, en açık haliyle söylüyorum, siz de Tanrı’yı tanımıyorsunuz yahut tanımak istemiyorsunuzdur fikrimce. Tanrıtanımaz mucitlerin bir listesini yapalım isterseniz? Tanrıtanımaz bestekârların, müzisyenlerin, ressamların, şairlerin, matematikçilerin, fizikçilerin, mühendislerin, öğretmenlerin bir listesini yapalım! Ortaya koyduklarına bakarsanız, inanmadıklarını söylerken sadece boş bulunmuş olduklarını anlarsınız! Ortaya koyduklarına bakarsanız; inanıp inanmadığımıza aklımızın “karar” vermediğini, ağzımızın söylemediğini anlarsınız!
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta