Ekmek, taştan çıkarılır Zonguldak’ ta, Soma’ da
Ekmek, yerin yüzlerce metre altında
Her işe gidiş gizli bir vedadır madenciye
Yürekte başlayıp gözlerde biten
Her dönüş bin şükürdür aslında
Ben senin,
Sokakta karşılaştım.
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.
Devamını Oku
Satarken güllerini,
Alırken alın terini.
Yırtıktı elbisesi,
Ayağında terliği.
Sevgili üstadem;Çalışanlar, alın teri dökenler, emek harcayanlar ile
emekçilerin yarattıkları üzerinde saltanat süren asalaklar
vardır... Yoksulluk, eziyet, açlık, sefalet, sömürü ve lüks yaşam.
Birbirine zıt ne varsa bir arada yaşıyor, görüyoruz. Sosyalist
ülkeler dışında, dünyanın tümünde yaşanan gerçekler
bunlardır.
Gözlerimizi ülkemize çevirelim. Neredeyse her gün zam
var. Enflasyon almış başını gidiyor. Paranın değeri öylesine
düşüyor ki, cebimizdeki para gün be gün eriyor. Oysa işçinin
ücreti, köylünün ürününe ödenen taban fiyatı, memurun
maaşı hep yerinde sayıyor. Yerinde sayması bir tarafa, hep
azalıyor. Asgar ücret ise komik düzeyde. Ev kirasını işin içine
işin içine katmayın, yol parasına, yemeye içmeye bile yetmez.
Çevremizde gün geçtikçe, yarı aç yaşayan insanların sayısı
çoğalıyor.
İş dönüşü alışveriş yapacaksınız. Pazarda doldurduğunuz
bir fileye, kazandığınızın neredeyse yarısını ödüyorsunuz.
İşçi, memur etin tadını zaten unuttu. Kiralar başını almış
gidiyor. Aylık kazancınız çocuklarınızın boğazına bile yetmiyor.
Ailece bir eğlenceye, sinemaya gitmek lüks oldu. Kış mevsimi
yaklaştığında odun-kömür telaşıdır başlıyor. Yıllardır aynı elbiseleri
giyiyorsunuz. Eşinize, çocuklarınıza üst baş almak ayrı
bir sorun. Kısacası, emekçiler günden güne yoksullaşmanın,
sefaletin ve bunun doğal sonucu olarak sağlıksızlığın,
hastalığın kucağına itiliyor. Hep bir önceki günü arıyoruz.
"Gelen gideni aratır" örneği, geçmiş günleri özlüyoruz.
Ama bu memlekette bir giydiğini bir daha giymeyenler,
yatlarla, özel uçaklarla seyahat edenler, öğle yemeğini
İstanbul'da, akşam yemeğini Paris'te yiyenler, zayıflamak
için Amerika'ya gidenler de var. Karaborsacılıkla, vurgunla,
halktan toplanan vergilerin devlet eliyle dağıtılmasıyla, her türlü
ahlaksızlık ve üçkağıtçılık yoluyla servetlerine servet katanlar,
7
köşeyi dönenler var. Bu vurguncular çetesi, emekçilerin sırtından
dünyanın tüm nimetlerini tadıyor, asalakça lüks hayat
sürüyorlar. Parayı nereye harcayacağını bilemeyip evlerinin
anahtarını altından yaptıracak kadar savurgan ve toplumsal
sorumluluktan uzak bu insanlar emekçilere yabancı değil.
Bunlar bir avuç 'mutlu azınlık'tır. 50 milyon kişinin yaşadığı
Türkiye'de 25 aile, evet yanlış okumadınız, Koç'un, Sabancı'nın
dahil olduğu yalnızca 25 aile (veya bu ailelerin etiketini taşıyan
holdingler, büyük sermaye kuruluşları diyelim) bu ülkenin
servetinin yarıdan fazlasına el koyuyor. İşte mutlu azınlık
bunlar ve bunların düzeninden en fazla nasiplenen işbirlikçiler,
çanak yalayıcılardır.
Sokaktaki vatandaş kendisiyle ülkenin her şeyine el koymuş
asalak ve yiyiciler arasındaki uçurumun farkına nasıl varıyor?
Çoğumuz bu yiyici takımın yalnızca gününü gün ettiğini
düşünür ve olayın hep bu magazin yanını görürüz. Ya da
gazeteler hep o yanını öne çıkarır. Oysa işin ucu biz emekçilere
dayanır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir yerde sefalet,
bir yerde sefahat varsa orada sömürü vardır, işkence vardır,
her çeşit baskı, zulüm vardır, haksızlık ve eşitsizlik vardır.
Emekçi kendisiyle patronlar arasındaki uçurumu düşünmeye
başladığı anda devletin sopası kafasının üzerindedir. Haksızlığa,
sömürüye, düzene karşı çıkanlar, devrimciler, ilericiler,
yurtseverler katledilir, işkencelerden geçirilir, zindanlara
doldurulur, darağaçları kurulur. Sınıf ve sömürünün olduğu tüm
ülkelerde bu hep böyledir. Bizim ülkemizde de, TÜSiAD'da,
ticaret ve sanayi odalarında patronlarla generaller, bakanlar
kol kola, yanak yanağa pozlar verir, içtikleri ayrı gitmez. Bu
samimiyetin emekçilere, halka çıkan faturası şudur: İşçilerin
grev silahı ellerinden alınır, sendikal hakları kısıtlanır, memur
ağzını açma hakkına bile sahip değildir, gençliğin örgütlenmesi
engellenmek istenir vb... Bütün bunlar egemen mutlu azınIıkla
halk arasındaki uçurumun, gelir farkının ve üretim araçlarının
onların elinde olmasının sonuçlarıdır Polisin copu askerin
dipçiği inip kalkarken bize her seferinde bu farkı anlatır.
Ve şu da bir gerçek; tüm bunlar olup biterken birçoğumuz
8
olanların nedenine ve niçinine pek kafa yormayız. Günlük
sorunla, geçim derdi, yaşamaya çalışmak bizleri tüm bu
sorunlara karşı duyarsız kılar. Dünya dönmeye devam eder,
bizler de yaşamaya...
Peki tüm bunlar neden? Haksızlıkların, asalaklığın,
yoksulluğun, açlığın kaynağı nerededir? İnsanların büyük
kısmı açlığını biraz olsun bastırmak peşindeyken, nasıl
oluyor da çok küçük bir kısmı çalışmadan krallar gibi yaşıyor,
yaşayabiliyor?
İşte bu broşürümüzde, bütün bu çarpıklığın kaynağı olan
SÖMÜRÜ ve SINIF denen olguların ne olduğunu incelerken,
bununla birlikte, insanlar arasında ortaya çıkan eşitsizliğin ve
yoksulluğun kaynağını, geçmişten bu yana yaşanan devrimci
süreci kabaca anlatmaya çalışacağız.
Kuşkusuz, pek çok broşür ve kitabı elimize ilk aldığımızda
çoğu kez konusu bizlere zor gelebilir, önceleri anlamakta
zorluk çekebilir, kavrayamayabiliriz. Bu broşürümüzü ilk okuduğumuzda
da bize yabancı olan, belki de ilk karşılaştığımız
konuları, kavramları anlamakta zorluk çekebiliriz. Ama
öğrenmek istiyorsak ikinci, üçüncü okuyuştan sonra, kendi
hayatımızdaki ilişkilere bakarak, verilen örnekleri kendi
yaşamımızdan çoğaltarak bir yandan öğrenme, diğer yandan
da öğretme görevimizi yerine getirmeye çalışacağız ve
o zaman göreceğiz ki, anlatılanlar bizden ayrı, bize uzak
şeyler değil. Tam aksine, doğrudan yaşama iIişkin şeyler,
bazan kafamızda uyanan ama çözemediğimiz, bilemediğimiz
sorunların bir kısmının cevabı, açıklaması.Öğrenmek öğretmek ve çalışmak!
Ohalde işe ilk önce öğretmenlerden başlamak gerekli.Yapılandırmacı yaşlakşım benimsetilip üreten ve ürettiği ürünü pazarlama kabiliyetini geliştirecek genç beyinler yetişmek..Tüm bu alçaklıkların işçiyi köle gören ve insan hayatının değerinin olmadığı bu burjuvazi sistemin hakkından ancak bu şekilde gelinilebilir.Bir avuç patrona köleleik yapmayan refah devlet anlayışı bilinçli seçmen..sevgilerime...
Dört yanım dört duvar
Yüzme bilsem neçare
''Oğlum yüzme bilmezdi.'' diyen Ayşe Anaya Tezcan'ın cevabı. Tebrikler.
İçten anlatımıyla ve içeriğiyle günümüz ülke gerçeklerini işleyen güzel şiirdi,
emeğine yüreğine sağlık,
saygılarımla
Değerli Hanımefendi Üstâdem; Şiirinizle birlikte o geceye yolculuk yaptık. Şahit olacağımız bir nefese, bin şükretmeye hazırdık, sabahlara kadar beklediğimiz o günlerde. Dileriz ki bir daha böyle bir acıya yükselmesin ağıtlarımız. Saygıyla selamlıyorum.
Anlamlı şiirinizi yürekten kutluyorum..
Tebrikler Naime hanım, duyarlı yürekğinize selamlar.
HEPİMİZ ACILARA TUZ BASTIK ONCA İNSANI KARA MADENE VERDİK TAM PUANLA USTA KALEM CANIM ARKADAŞIM
* Güncel..Sosyal içerikli anlam yüklü dizeler...Ruhları Şad Olsun..
Toprakları Çiçek Çiçek Açsın. *
Ben senin,
Kömür karası gözlerini sevmiştim
Güven doluydu, içi gülerdi…
gönülden kutlarım muhabbetle tam puan
Empati yaparak, o şehitlerin acısını dile getiren ve böylesi güzel bir şiir yazan sevgili arkadaşımı kutluyorum.
Allah onlara rahmet, kalanlarına sabır versin.
İnşallah bundan sonra böyle acılar yaşatmasın.
Selam ve sevgiler...
Bu şiir ile ilgili 90 tane yorum bulunmakta