Nereliyim ben, hangi cehennemden geliyorum, 
bugün ne günlerden, ne olup ne bitiyor, 
ara sıra soruyorum kendime, uykunun ortasında, 
kuru ot, ağaçta, gecede, 
ve bir dalga, dünyaya yeni bir gün, kaplanburunlu 
bir şimşek getiren bir gözkapağı gibi yükseliyor. 
Birdenbire uyanıyorum geceleyin ve 
uzak Güney'i düşünüyorum. 
Gün gelip diyor ki: işitiyor musun suyu, 
usul akan suyu, 
Patagonya suyunu? ' 
Yanıt veriyorum: 'Evet, efendim, işitiyorum.' 
Geliyor gün ve soruyor: 'Yabanıl bir koyun 
yalıyor bir taşın donmuş renklerini uzakta, 
taşrada. İşitiyor musun melemesini, 
tanıyamadın mı 
ellerinde ay'ın bir çanak olduğu 
bu mavi alize rüzgârını, görmüyor musun davar sürüsünü, 
rüzgârın nefretli parmaklarıyla 
dokunduğunu dalgaya ve boş halkasıyla hayata? ' 
Anımsarım Boğaz'ın yalnızlığını
Çam izliyor beni gecede nereye gidersem gideyim. 
Ve sağır asit, yorgunluk, devriliyor 
fıçının kapağı, dünyada sahip olduğum her şey. 
Bir kar tanesi ağlıyor, ağlıyor kapımda 
ve gösteriyor ışıklı ve yıpranmış giyitini 
beni arayan bir küçük kuyrukluyıldız gibi hıçkırıyor. 
Kimse aldırmıyor rüzgâr dürtmesine, mesafeye, 
havanın çayırlarda ulumasına. 
Yaklaşıp diyorum ki: Gidelim haydi. Dokunuyorum 
Güney'e, koşuyorum 
kuma, görüyorum kumu, kara bitkiyi, saf kökü 
ve kayayı, 
çırılçıplak kalmış adalar suyun ve göğün dışında, 
Açlıkırmağı, Külyürek, 
Kederli-deniz-bahçesi; ve yalnız 
yılanın tısladığı yerde, en son yaralı 
tilkinin kazıp kanlı definesini sakladığı yerde 
rastlıyorum fırtınaya ve çatlak sesine, 
bu okunmuş ses, bu yüzlerce dudaklı ağız 
anlatıyor bana havanın her gün soluduğunu. 
Kâşifler geldilerdi ve bir şey kalmadı 
onlardan geriye 
Gemiye olanların hepsini anımsar su. 
Katı, yabancı toprak saklıyor onların 
kafataslarını Güney'in kargaşasındaki boralar gibi, 
ve öküz ve insan gözleri sunuyor günü 
onların boşluklarına, 
yüzüklerine, avutulmaz serinsu seslerine. 
İhtiyar gök bakınıyor yelkenin ardından, 
hiç kimse 
sağ kalmadı artık: kırık gemi 
yaşıyor buruk gemici külleriyle, 
ve altın yerlerden pis kokulu tahılla 
deri çadırlardan ve 
gemi yolculuklarının soğuk alazı 
(kaç çatırtı akşamları kaya ve battı gemi nihayet)  
oluyor bir kucak açış, yakılmış ve cesetsiz, 
geriye, 
sönmüş bir alevden 
kara bir artıkla 
dindi nerdeyse, amansız fırtına. 
Yalnızca avunulmazlık hüküm sürüyor
Ey yıldız, gece gibi, su, yavaşca parçalanan 
buz gibi, 
sonsuz genişlemesin, zamanın ve bitimin savaştığısın 
eflatun damgasıyla, 
yabanıl gökkuşağının mavi kabuğu, 
ayaklarını batırıyor gölgene memleketim, 
ve yıprık gül çığlık atıp savaşıyor ölüme karşı. 
Eski kâşifi anımsıyorum
Kanal boyunca yüzüyor gene 
donmuş tahıl, kavganın sakalı, 
buzul Sonbahar, yaralanmış ölümlüler. 
Onunla, kocamış ölüyle, 
hiddetli suda batmış olanla birlikte, 
Onunla, acısında ve alnıyla birlik. 
Hâlâ izliyor albatros O'nu, kemirilerek unufak 
edilmiş deri halat, bakıştan yoksun gözlerle, 
ve kör gibi süzüyor kemirgen fare, 
kızgın parıltıdaki kırık gemi omurgaları arasında, 
düşerken yüzük ve kemik boşluğa 
ve kayarken üzerinden deniz-ineğinin. 
Macellan
Kimdir burdan geçen tanrı? Bak, kurt dolu sakalı 
ve yoğun atmosferin yapıştığı pantolonu 
kazazede bir köpek gibi yalanmakta: 
bedeni lanetli bir çapa kadar ağır, 
ve dünya denizi vızıldıyor, ve poyraz 
tezayak geldi ıslak ayaklarına. 
Karanlığın şeytanminaresi, 
zamanın gölgesi, 
kurtyeniği yollar, 
kıyı kederinin eski efendisi, akrabası olmayan 
kartal yetiştiricisi, tutsak kaynak, Boğaz'ın 
çamuru yönetiyor seni, 
ve yok göğsünde bir haç bile, denizden 
bir çığlık yalnızca, denizışığından ve 
pençelerden bir beyaz çığlık, sıçrayıştan sıçrayışa, 
bozulmuş devinimden. 
Pasifik'e varır nihayet
Değil mi ki bitimlidir bu kasvetli deniz günü 
ve teker teker keser gecesel el kendi parmaklarını, 
bitene dek, insanın doğumuna dek 
ve kaptan bulur çeliği kendinde, 
Amerika yükseltir kabarcığını 
ve kıyı kaldırır, sabah kızıllığına bulanmış, 
doğumla pürüzlü solgun kayalığın mercanını 
gemiden yükselen bir çığlığa ve boğar onu 
ve bir çığlık daha ve şafak doğar 
köpükten. 
Herkes öldü
Bitli ve etyiyen bir gezegenden gelen 
sudan yapılmış biraderler: 
gördünüz mü nasıl da ufalandı direk fırtınada? 
gördünüz mü taşın ezilişini rüzgâr çarpışının 
çılgınlığında, acımasız karda? 
Şimdi artık kaybettiğiniz cennet sizin, 
artık sizin lanetli kışlanız, 
nihayet öpüyor yelin havalandırdığı hayaletiniz 
ayıbalığının kumlardaki izlerini. 
En sonunda erişiyor çorak ülkenin körpe güneşi 
yüzüksüz parmaklarınıza, dalgalardan ve taştan 
hastahanesinde titriyor bu ölü gün. 
Pablo Neruda
('Los conquistadores'den - 'Canto General' 
'Evrensel Şarkı'dan)
Çeviren: İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 3.11.2005 01:59:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 
 



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!