Loş bir oda, şafak söktü sökecek, yerde yıllanmış bir hasır, kim bilir kaç asır bir köşede eski çaydanlık, kaç bin yudumluk, duvarda takvim, sarı yapraklı, gazetenin olmadığı zamanlar, insanlar birbirinden habersiz sen benden ben senden... Eski bir seccade eskicide bulamazsın kaç bin sevap'lık bir de ahşap saat, her saat başı kilise çanı gibi vuranın dan kalp atışı gibi çarpanından kalp demişken sen gelirsin aklıma göğüs kafesim daralır içinde sıkışan bir kuş, uçamadı bir türlü, uçup da konamadı bir dala, yel mi kırdı o dalları kuşlar mı küstü ağaçlara bilemedim, belki o kuş bir gün özgürlüğüne kavuşur, bazı ağaçların meyvesi kuştur, ağaç sen misin kuş ben miyim bilemedim... birde kovalı soba ne kışlar geçirdi ne ayazlar gördü yandı ha yandı acaba o ağacın dallarını bu kovalı soba mı yaktı, düşündüm de soba sen misin yanan ben miyim bilemedim.. küçük bir çekmece içinde misketler bazıları kırık, darbeli, beş taş oynamamışlar belli hınzır bir çocuğun işi bu, çocuk sen misin misket ben miyim bilemedim eski ipek bir mendil göz yaşı var üzerinde kurumuş.. gözyaşlarım sen misin mendil ben miyim, bilemedim... Küçük penceremden bir ses, bir Sela şafak vakti hasırın üzerinde seccade elinde çaydanlık soğumuş takvim işlevini yitirmiş saat durmuş kalp deki kuş özgürlüğüne kavuşmuş ağacın dalına tabutuna konmuş kovalı soba son kez yanmış misketler dağılmış mendil elinde kalakalmış... Loş bir oda sen misin yoksa ölen ben miyim bilemedim...
Serkan GüneşKayıt Tarihi : 31.5.2018 00:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)