Dallanmış budaklanmış bir ahlat
Hiç görünmese de burç burç uçları,
Gölgesine birikmiş yemişleri
Arasında açmış papatyalar.
Meltemle dans eden dallarına,
Renksiz hayaller kurdum,
Soluk bulutlar altında.
Kurulu yalanlar üstüne,
En büyük hatayı yaptım kendime.
Yalanların gerçekliğine inandım,
Gözlerine bakmak kadar acıydı bu dünya,
Ne fedakarlığı kaldırırdı ne de ufak pembe yalanları .
Mum ışığında yazardım bunları .
Büyük bir acıydı anıları ,
En büyük düşmanı unutamamaktı .
Bir damla bana baksa, gençleşirdi bedenim,
Tek parça hem diye darbe almadım sanma.
Ahlat’ın uğruna ne tepeler dizginledim,
Sensiz geçen yıllarımda şarapla virane gezdim.
Sokaklar buldum, musahhara eyledim,
Elleri buruk, buruk mayhoş,
Kapkara kararmış avuçları.
Şerham şerham dizlerin,
Çivit mavisine çalan gözlerinden.
Akan yaşların izi kalmış,
Gün ışığı görmeyen sokaklarda,
Hayaller anlattım kaldırımlara.
Sensiz, virane olduğum şaraplara,
Sordum yorgun ağıt yaktığım bulutlara.
Ahlat'ın en uç yapraklarına,
Kim bilir, kimin kimden beklentisini?
Anlamak için illa olmak mı gerek derviş birini?
Konuşurlar, bilirmiş gibi,
Sen bilsen de kendini
Nahoş anılar ve tavırlar bekler seni.
Çatlak bir kayanın kıyısında,
Bir goncanın utangaç açılışı,
Rüzgarın okşadığı ince dallar,
Ve hiç kimseye aldırmadan,
Göğe yükselen kökler...
Bir yılkı kadar özgür,
Bir meltem kadar zarif,
Bir meşe kadar olgun,
Ve hançer kadar keskin.
Nefes veren de sendin, alan da sen oldun,
Dalgalar vururdu sahile,
Her gece bir şişe şarapta biterdi.
O gece kumlar kalırdı,
Saçlarının her telinde.
Bırak kalsın yıldızlar gibi tüm gece,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!