Bulutsuz ülkelerin ve yıldızsız göklerin
gecesi gibi yürüyor güzellikte;
Karanlığın en karası, en beyazı ışığın
Buluşmuş edasında gözlerinde;
göğün görkemli günden bile esirgediği
Meyvelerin kadife ışığı teninde.
Ah. öpebilseydim o ateşten gözleri.
Bir milyon yetmezdi arzumu söndürmeye:
Batırıp dururdum dudaklarımı sevince.
Kalırdım her öpüşte bir çağ boyu;
Yine de doymak bilmezdi ruhum.
Öperdim durmadan, sarılırdım sana:
Artık gezmeyeceğiz başıboş, bunun için
Gecenin içine bu kadar geç vakit,
Hâla sevse de kalp,
Ve hâla parlak olsa da mehtap.
Çünkü kılıç kınını yıpratır,
Elveda! Gitmeyecek dualarım boşa
Gökyüzüne taşıyacak ismini senin
Eğer Tanrılar aldırıyorsa dualara
Bizlere mutlu bir hayat sunmak için.
Sözcükler, iç çekişler, hıçkırıklar boşa
Kanlı gözyaşlarından daha fazla şey söyler
Gözyaşını gördüm –iri, saydam gözyaşını
O mavi gözden akan;
Ve sonra düştüğünü gördüm
Menekşe çiy tanesinin;
Gülücüğü, safirin ışığını gördüm
Senin yanında soldu
Mahzun, yarı kırık yüreklerimiz
Yıllarca uzak kalmak üzere
O gün, ayrıldığımızda ikimiz
Sessiz ve gözyaşları içinde;
Solduğunda, soğuduğunda yanağın
Öpücüklerin buz tuttuğunda...
Yok artık sandalla çıkmak mehtaba,
Bitmese de gece kolay kolay,
Gönlümde aşk ateşi yansa da hâlâ
Ve hala tepemizde parlasa da ay.
Eskitir zamanla kılıç kınını,
Pathless woods yok mu ben mi göremiyorum?