Dokuz yaşında ya vardım, ya yoktum. Ne olmuştu da yengem (amcamın hanımı) bizi akşam yemeğine davet etmişti şimdi hatırlayamıyorum. Ama yengemin böyle adetleri olmadığını bildiğim için bizi niçin davet ettiğini doğrusu ya, merak da etmiyor değildim. Yalnız ben mi? Annem de bu işe çok şaşırmıştı da 'Dur bakalım bu işten ne çıkacak? ' diye kendi kendine söylenmişti. İki elti pek geçinemezlerdi. Paylaşamadıkları ne varsa...
Bizim evimizle amcamların evi bir bahçe içinde arkalı önlü bir durumdaydı. Yol tarafındaki iki katlı ahşap evde biz, iç bahçedeki yeni evde amcamlar oturuyordu. Bu evi amcam yapmış, bitince de hep birlikte oturduğumuz eski evden buraya taşınmışlardı. Onlar yeni eve taşınalı çok olmamıştı ki babam vefat etmiş, biz dört kardeş annemizle bir başımıza kalmıştık. Hoş pek ortada kalmamıştık ama yine de babasız kalmıştık işte. Büyük olarak yakınımızda bir tek amcam vardı.
Ahşap evde hep birlikte oturduğumuz dönemlerde eve önce amcam gelirdi. Bahçe kapısından girerken illa ki şöyle bir öksürür geldiğini belli ederdi ki evdekiler toparlanıp kendisini karşılasınlar. P.T.T. de memurdu. Babam ise zanaatkâr olduğundan dükkânını çarşının âdeti olduğu üzere hava kararmaya yüz tutmadan kapatmaz, bunun için de eve daha geç gelirdi.
Amcam evin kapısından içeri girerken elinde bir şeyler varsa onları uzatırken çevresine toplaşan bizlere laf atar, şakalaşır, sonra da odaya çekilirdi. Biz çocukların odaya girmemiz yasaktı. Çünkü büyükler akşama kadar çalışıp yorulmuşlardı. Hiç değilse yemek vaktine kadar bıraksaydık da dinlensinlerdi.
görünmez bir el kilitler kapılarımı,
miskinliğimden değil bu minnet
çaresizim seni sevdiğimi söyleyemem.
Dilsizim.