Loğusa Sultan Türbesi

İnci Germenliler
432

ŞİİR


39

TAKİPÇİ

Loğusa Sultan Türbesi

YAŞADIĞIM İNANILMAZ GERÇEK BİR OLAY:
MUM ADAĞI (LOĞUSA SULTAN TÜRBESİ)VE BAYRAK ADAĞI( BAYRAKLI BABA)
Değerli arkadaşlarım, sizleri o kadar çok seviyorum ki; Hayatımda yaşadığım en güzel ve en özel günlerimle inanılması çok zor olan, bizzat şahit olduğum, bir olayı sizlerle paylaşmak istedim. Aradan tam kırk beş yıl geçmesine rağmen, anılar henüz dün gibi yerli yerinde duruyor.
Dünyada yaşanan bazı olayların, hiç birinin bir gün bizim başımıza gelmeyeceğini sanırız. Bu gibi olaylara ancak filmlerde, romanlarda rastlanacağını, bizim yaşamımıza asla uğramayacağını düşünürüz. Sonra bir bakarız ki hiç beklemediğimiz anlarda, tıpkı herkese olduğu gibi bizim başımıza da gelivermiş.
Çoğu zaman Allah’a istek ve dileklerimizin bir an önce olması, hayallerimizin gerçekleşmesi için iletişim kurmaya çalıştığımızı ve dualar ettiğimizi asla yadsıyamayız. Hatta bu nedenle pek çok kişinin, türbelere giderek adak ( Kurban, mum, bayrak, şeker, sirke vs) adadığını ve dileği yerine geldiğinde adağını yerine getirdiğini duyarız.
1972 yılıydı ve İstanbul’a taşınalı bir yıl olmuştu. Ben o zaman (Kız Teknik Beyoğlu Olgunlaşma Ens.) ikinci sınıfına devam ediyordum. Her gün Fındıkzade’ den dolmuş taksiyle Şişhane yokuşundan çıkar, İstiklal Cad. üzerindeki okulun yakınında inerdim. Yolda giderken dikkatimi çeken, Şişhane yokuşunun sol tarafında bulunan bir türbenin önünde, her gün sadece hanımlardan oluşan, kalabalık gurupların bulunmasıydı.
“Bu hanımlar acaba sabah sabah bu türbenin önünde niye toplanıyorlar?” diye düşünür ve her sabah onlara bakmadan geçmezdim.
Yine bir gün benimle aynı sınıfta olan, İstanbullu kız arkadaşımla oradan geçerken merakımı yenemeyip arkadaşıma sordum:
“Bu hanımlar niye her gün burada toplanıyor?”
“Burası ‘LOĞUSA SULTAN TÜRBESİ’ mum adamaya geliyorlar. Kimi evlenmek kimi çocuğu olsun kimi de ev almak için mum adıyor ve adakları olunca gelip mum yakıyorlar” dedi.
“Peki, hepsinin adakları kabul oluyor mu?”
“Herhalde oluyor ki bu kadar insan ziyarete geliyor.”
“Niye başka bir şey değil de mum adıyorlar?”
“Rivayete göre Loğusa Sultan hamileyken kocası, 1596 da 3. Mehmet sefere çıkarken askere çağırılmış. Kocasını çok seven bu hanım, aylarca devam eden bu ayrılığa dayanamamış ve doğuma birkaç gün kala ölmüş, yakınları tarafından gömülmüş. Karısının vefatından iki gün sonra eşini çok merak eden kocası izin alıp evine gelmiş. Acı haberi alan kocası, hemen yakınlarıyla birlikte karısının mezarı başına gitmiş. Gözyaşları içinde dua ederken mezardan, ağlayan bir çocuk sesi geldiğini duymuş. Yakınlarıyla birlikte mezarı açtıklarında, karısının öldükten sora doğum yaptığını ve bebeğin annesinin sol memesini emdiğini görmüşler. Bebeği alıp mezarı kapatmışlar. Daha sonra bu haber duyulunca Loğusa Sultan evliyalaştırılmış ve gömüldüğü yere bu türbe yapılmış. Çocuğa müeyyetzade ismi verilmiş ve büyüyünce ünlü bir alim olmuş. Mum adamalarının sebebi de Loğusa Hatun’un mekânının, aydınlaması içinmiş” diye anlatınca çok hüzünlendim.
O zamanlar böyle şeylere inanmamak değil de “Böyle bir şey nasıl olur?” diye aklım almazdı. Sırf merak yüzünden:
“Hiç böyle bir şeyin olması mümkün mü? Ben de mum adayacağım, bakalım dileğim gerçekten olacak mı? ”diyerek dileğimi adadım:
“Alah’ım bu sene sonuna kadar, hayırlı bir kısmetim çıkıp evlenirsem, ‘Loğusa SULTAN’a mum getireceğim” dedim.
24 yaşındaydım ve birçok talibim olduğu halde, bir türlü evlenmeye karar veremiyordum, çok seçiciydim. Ciddi ve çok dürüst bir kızdım, sevdiğim biri yoktu. Babam duyar, sonra çok utanırım diye kimseyi yanıma yaklaştırmaz, okuldan çıkınca hiç oyalanmadan eve giderdim. Zaten gençler de benden çekinir, uzaktan bakarlardı. Aslında ailem bu konuda bir baskı da yapmıyordu ama kendim hiç tanımadığım insanlara güvenemiyordum.
Bu arada ben adağımı, mumu tamamen unuttum. Sene sonu geldi ve ailemle birlikte Yalova’ya yazlık evimize geldik. Yaz geçti, okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı. Bir gün öğleden sonra, Bursa’dan çok iyi görüştüğümüz ve sevdiğimiz aile dostumuz hanım, yanında daha yaşlı bir hanımla habersiz bize geldiler. Onları ağırladık, birkaç saat oturduktan sonra, müsaade isteyip gittiler. Bursa’da oturan dostumuz hanım, gece telefon etti. Eğer kabul edersek hafta sonra gece oturmasına geleceklerini ve talibimi tanıştırmak için bize getireceklerini haber verdi. Meğer o gün bize getirdiği hanım, beni oğluna çok yakıştırmış. Van’a, Kara Yolları 11 Bölge Müdürü olarak atanan oğluna, haber verip “tam senin istediğin gibi bir kız buldum, hemen gelip gör, isteyelim” diye çağırmış. Aracı olan aile dostumuz bey, babama gidip talibim hakkında, çok olumlu bilgiler verince babam, beni evlendirmeye razı olmuş.
Neticede ellerinde çiçekler, gümüş gondol içinde çikolatalarıyla geldiler. Salona girip kahveleri ikram ettim ama yine de işi ciddiye almıyorum. Kahveleri dökmemek için heyecandan kimseye bakamıyorum. Meğer onlar resmimi talibime göstermişler ve istemeye hazırlıklı gelmişler. Fincanları toplayıp dışarıya çıktım. Büyüklerin konuştuklarını, beni babamdan istediklerini dışarıdan duydum. Babam beni odaya çağırdı:
“Kızım talibini araştırdım, çok methettiler. Ben çok beğendim, böyle bir kısmet her zaman ayağına gelmez, git bir daha bak. Ona göre hareket edelim” dedi.
Aramızda on dört yaş fark olduğu için çok kararsızdım. Salonun kapı aralığından, talibimi gizlice inceledim. Bir kelime dahi konuşmadığım bir insana karşı, o anda içim ısındı ve kendi kendime düşündüm:
“ İnci beklediğin, sevdiğin kimse yok. Talibin kaç kilometre uzaktan, ta Van’dan kalkıp sırf seni görmek için gelmiş. İlk görüşte seni beğenmiş, istemeye karar vermiş. Sen kimi bekliyorsun ki, kabul et bitsin bu iş” deyip benim cevabımı bekleyen babama, olumlu yanıt verdim.
Babam tam söz mendilini, kayınvalideme verirken bütün Yalova’da elektrikler kesildi. *Birinci işaret* Herkes sustu, annem hemen gaz lambalarını yaktı ve aracı olan beyin ağladığını gördük:
“Çok duygulandım, sevinçten ağlıyorum. Bu işin olmasını çok arzu ettim, kusura bakmayın” deyip mendiliyle gözyaşlarını sildi.
11.Kasım’da nişan, 30 Aralık 1972 gecesi Bursa’da düğünümüz oldu. Gelinliğimi Olgunlaşma Enstitüsü’nde diktirdik. Gelinlik bitince hocalarım, gelinliği giymemi ve okuldaki bütün kız arkadaşların görmesini istediler. Bana gelinliğimi giydirdiler ve okulun misafir salonunun ortasında durmamı istediler. Okulun bütün kızları ve hocalar tek sıra halinde geldiler ve benim etrafımdan dolaşıp beğeni ve gıptayla seyredip sınıflarına dağıldılar. Nişanlım okuluma beni ve gelinliği almaya geldi. Gelinliğin parasını ödedi ve gelinliğin kutusunu hademe arabaya kadar taşıdı. İstanbul’dan Bursa’ya birlikte geldik. Ertesi gün fotoğraf çektirmek için ablam gelinliğimi giydirirken kat kat tülden oluşan ve bütün bedeni inci çiçekleriyle kaplı, rüya gibi gelinlimin tam etek ucuna, ayakkabısının topuğu takıldı ve bir katı yırtıldı. Ablam ağlamaya dövünmeye başladı. Ben ablamı teselli etmeye çalıştım ve hemen el buketimdeki aynı çiçeklerden bir dalı çıkardım. Ablama bu dalı yırtılan kata dikmesini istedim. Meğer gelinliğin kazaya uğraması uğursuzluk sayılırmış, ben bilmiyordum.* İkinci işaret*
Düğün salonuna geldiğimizde bir sürprizle karşılaştık. Genç çiftlerin karşılıklı durarak ellerinde şimşir yapraklarına sarılmış, yanan mumlar tuttuğunu ve bir tünel oluşturduklarını gördük. Tünelden geçerek doğru nikâh masasına oturduk. Anlaşılan “Loğusa Sultan” benim dileğimi kabul etmiş ve aynı senenin son gününe evliliğimizi yetiştirmişti. ( O zamanlar ben ne mumlara ne de senenin son gününde evlendiğime dikkat etmemiştim. Kimsenin düğününde de böyle mumlu bir tünelden geçildiğini görmemiştim. Mumları kimin hazırlattığını da öğrenemedim.)
Eşim düğün bittikten sonra, masanın üzerine bırakılan mumlardan birini bana getirip verdi: “Belki hatıra diye saklarsın İnci” deyince o anda adağım aklıma geldi ve bu mumu türbeye götürüp yakayım diye düşündüm, hemen çantama koydum. Uludağ’da geçirdiğimiz dört günlük balayından sonra Van’a gitmek üzere yola çıktık. Daha önce benim çeyizlerim ve eşimin aldığı eşyaları kamyonla göndermiştik. Eşyalar giderken yatak oda takımımın tuvalet aynası kırılmış ve tuz buz olmuş. Eşim ben üzülürüm diye, telefonla arkadaşlarına rica edip biz gidinceye kadar, aynanın aynısını yaptırmalarını rica etmiş. Ayna kırılması da iyi değilmiş, bilmiyordum ve hiç üzülmemiştim. *Üçüncü işaret*
Kayseri, Antalya, Mersin ve Diyarbakır Kara Yolları misafirhanelerinde, birer gece kaldık. Karayolcu arkadaşlar bizi çok güzel ağırladılar. Eşim evlendikten sonra, beni Van’a yalnız yollayamayacağı için düğünümüze teşrif eden ve eşimin nikâh şahidi olan, Genel Müdürün özel izniyle makam aracıyla yolculuk yapıyorduk. Aracı makam şoförü kullanıyordu. Uzun süren bir yolculuktan sonra, gece yarısı karlarla örtülü Van’a ulaştık. Eşyalarımız lojmana taşınmıştı ama yerleşmediği için birkaç gün misafirhanede kaldık. Tam yatağa girdik, şiddetli bir deprem oldu. Eşim beni korkutmamak için gülerek “Bize Van’a hoş geldiniz diyorlar” dedi. Eşimi tanıdıkça ne kadar iyi ve mükemmel bir insan olduğunu, babamın sözünü dinlemekle isabetli bir karar verdiğimi anladım.
Lojmana yerleştik ve Van’daki arkadaşlar düğünümüze katılamadıklarından, eşimden Van’da bir düğün daha olmasını rica etmişler. Herkes masrafı bölüşsün yemekli, sazlı, sözlü bir düğün olsun demişler. Eşim onların isteklerini kıramadı ve gelinliğimi bir kez daha giydim. Protokol icabı Vali Bey ve eşi, isimlerini hatırlayamadığım pek çok üst düzey subay ve görevli Karayolcu arkadaşlarımız düğüne katıldılar. Çok eğlenceli bir düğün oldu, hatta ünlü bir Türk sanat müziği sanatçısı Van’da askerlik yapıyormuş. Kısacık kesilmiş saçlarıyla söylediği şarkılarla düğüne renk ve neşe katmıştı.
1973 yılının Mart ayında Kara Yolları Genel Müdürlüğünden resmi davet geldi. İstanbul’a gitmemiz ve 1. Boğaz Köprüsü’nün son tabliyesinin, köprüye takılması şerefine tertiplenen, organizasyona katılmamız istendi. Ben yolculuk için hazırlanırken valizin gözüne ilk önce düğünden sakladığım mumu koydum. Eşim mumu görünce sordu, ben de adağım olduğunu ve evlenmek için adadığımı utanarak anlattım. İstanbul’a gitmişken bu adağımı, mutlaka yerine getirmek istediğimi söyledim:
“Utanmana gerek yok canım, adakların yerine getirilmesi gerekir. Hiç merak etme, ben seni o türbeye götürürüm. Ben de geçen yaz Çanakkale’de arkadaşların ısrarıyla ‘Bayraklı Baba’ya evlenmek için bayrak adamıştım. İlk fırsatta gidip bayrağımızı dikelim” dedi. Ben İstanbul’a gidince ailemi göreceğim için çok sevinçliydim. İlk kez evlenince gurbete gitmiştim. Televizyon, bilgisayar, internet, cep telefonu yoktu. Sabahtan santrale yazdırdığımız numara, ancak gece bağlanıyordu.
25 Mart 1973 günü İstanbul’a gittiğimizde, öyle yoğun bir programla karşılaştık ki bir an bile boş vakit yoktu. Boğazda beş yıldızlı bir otelde ağırlanıyorduk. Ankara’dan gelen üst düzey görevliler ve eşleriyle tanışma faslı ve yemekten sonra odalarımıza çekildik. 26 Mart 1973 günü Birinci Boğaz köprüsünün son tabliyesi takıldı. Köprüye çıkmak ( köprüde çalışan personel dışında ) herkese olduğu gibi basına da yasaktı. Karayolları Genel Müdürlüğünden on beş kişilik bir heyetle birlikte, bu muhteşem olaya tanık oldum. Arşivlerde ve bende resimlerimiz mevcuttur. O gün bana Allah’ın ve eşimin bir armağanıdır. Milyonlarca kadın içinden o özel günde, ilk kez ben çıktım ve yürüdüm 1. Boğaz Köprüsü’nde . Hatta heyetteki arkadaşlar “köprüden geçti gelin” diyerek alkışladılar
Eşim yine Genel Müd. izniyle benim de bu tarihi anı yaşamamı arzu etmişti. Kara Yolları heyetiyle birlikte,( Heyette tek kadın bendim) asansörle köprünün üzerine çıktık. Köprü henüz trafiğe açılmamıştı ve köprüye ilk çıkan kadın ben oldum. Genel Müdür, “En doğudan siz geldiniz, önce siz geçin batıya doğru” deyince denizden altmış dört metre yüksekte ve bin yetmiş üç metreyi o soğukta manzarayı seyrederek ve titreyerek yürüdük ve yine asansörle indik. Yoğun programa uymak zorundaydık ve yine ne yazık ki türbeye gitmeye vakit kalmadı.
Van’a döndük, türbeye gidememenin huzursuzluğu içindeydim, eşim de vakit bulamadık diye üzülmüştü: “Bir daha gidişimizde bir günümüzü bu iş için ayıracağım, söz veriyorum” deyince içim rahatladı ve mumu yine sakladım.
Bu arada bebeğimizin olacağını öğrendik, onun tatlı heyecanı içindeydik. Aylar sonra bu sefer köprünün resmi açılışına davet edildik. Yine mum çantamda yola çıktık. Hamile olduğum için uzun yol beni çok sarstı ve hasta oldum. Yalova’ya geldiğimde ailemin yanında, ağrılardan yatmak zorunda kaldım. Eşim mumu aldı, “İnci sakın üzülme, ben bu sefer bu işi halledeceğim” deyip makam arabasıyla açılışa yalnız gitti. Gece dönüp geri geldiğinde, “Köprü açılışında protokole katıldım, daha sonra herkes köprüden geçmek isteyince İstanbul trafiği kilitlendi. Şişhaneye gitmek mümkün değildi, inan çok üzüldüm. Akşam düzenlenen baloya da sen yoksun diye katılamadım, aklım sende kaldı hemen geri geldim” deyince ben de üzüldüm ama eşimin doğru söylediğini biliyordum. Ne yazık ki yine adaklarımızı yerine getirmek kısmet olmamıştı.
Tekrar Van’a döndük, birkaç ay sonra 13. 12. 1973 günü kızım dünyaya geldi. Akabinde 24. 2. 1974 günü ani bir rahatsızlık sonucu eşimi kaybettim, dünya başıma yıkılmıştı. Her yer bembeyazdı, hava ayaz mı ayazdı. Eşimin tabutunu al bayrağımızla sarmışlardı. Van da yapılan cenaze uğurlamasından sonra, hava şartlarından uçak gelmediği için arkadaşların katıldığı bir heyet, cenazeyi karadan Ankara’ya ulaştırdılar. Ben yetmiş günlük kızımla bir gece daha Van’da kaldım. Ertesi gün uçak zor da olsa indi ve ben arkadaşların gözyaşları ile yolcu edildim. Genel Müdürlük de yapılan merasimden sonra eşimin naaşı Bursa’ya gönderilmiş. Ben de minik kızımla ve bize refakat eden bir arkadaşla beraber uçakla İstanbul’a geldim. Beni karşılayan yakınlarımla Yalova’ya babamın evine geldik. Ertesi gün Bursa’da yapılan törenle eşimi toprağa verdik. Ben kötü bir düşün içine düşmüş gibiydim, durmadan ağlıyordum.
Çok güzel başlamıştı yolculuk ama ne yazık ki her yolun sonu görünmüyor. Bazen nazar bazen kader bazen de göze geldik sözleriyle oyalanıyoruz işte.
Sizlere naçizane dileğim, ya adak adamayın ya da dileğiniz olunca bütün işleri bırakıp adağınızı hemen yerine getirin. Belki inanmazsınız ama ben yetmiş günlük bebeğimle kaldım( loğusa), eşimde bayrağa sarıldı. (Bayraklı Baba) En kısa sürede bu adak mumunu ne zaman ve nasıl yandığını yazacağım kısmet olursa.

İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 23.7.2019 14:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İnci Germenliler