LEYLİM LEY...
/Derdimize çare,
bir türküdür belkide?/
...
İşten gelmişim.
Yorgunum.
Balkona
oturmuşum.
Ortalık sakin,
sessiz.
Gökte ay doğmuş,
yerde dal meyveye durmuş.
Gece,
güzel ve dağınık.
Yeryüzü çiçekli bir bahçe ve
ben yıldızların altındayım.
Ay’ın şavkında
kızıla çalan bulutlar bile mutlu
kaptırmışlar kendilerini
sükutun seline,
dolaşıyorlar gökyüzünde
aheste aheste.
Onları seyrettikçe,
değişik anılarımı hatırlatan
manzaralar gelip/geçiyor
gözümün önünden.
Farkında olmadan
efkarlanıyorum.
Yorgunluğumu alsın diye
doldurduğum çayı
bu defa
efkarımı söndürsün diye
içmeye başlıyorum.
Çünkü,
seziyorum birazdan
bu huzuru bozacak,
bu ahengi tetikleyecek
bir kıvılcım cakacak.
Önce beni,
sonra bu ortamı
Roma şehri gibi yakacak.
Sonra da deli Neron gibi çıkıp
bir tepenin başına,
hem seyredip
hem de
kahkaha atacak.
....
Böyle anlarda,
böyle gecelerde,
değilseniz olmanız gereken yerde,
ya da yaşıyorsanız gurbette,
kırk yıllık anılar depreşir ser’ de,
O zaman,
“efkarınıza” çare
bir türküdür belkide.
...
Senin,
benim,
belkide hepimizin
her efkarlandığımızda yüreğini
yangın yerine çeviren,
bir türküsü vardır ya hani
böyle zamanlarda
benimkisi geliyor O an,
aklıma
“LEYLİM LEY...”
Liseli sınıf
arkadaşlarımızla oluşturduğumuz
Facebook grubumuzun sevgili başkanı
Funda hanımdan
bu türküyü benim için çalmasını istiyorum.
Dinlemeye başlamadan önce
kendim mırıldanıyorum.
“Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
seher yeli dağıt beni kır beni,
götür tozlarımı burdan uzağa
yarin çıplak ayağına sür beni
leylim ley leylim ley...”
...
Daha ben mırıldanırken sağolsun
O türküyü çalmaya başlıyor.
Şansıma Livaneli söylüyor.
Daha ilk girizgahta,
ilk defa dinliyormuşum gibi,
bir şeyler kopup geliyor içimden.
Saz ve sözün ahenginde
zaman duruyor sanki,
ya da
bir su gibi akıyor da
ben farketmiyorum.
Türkünün her kıtasına takılıp
dönüp dolaşıp aynı yere
geliyorum.
“Leylim ley...”
Bütün gariban duygular
bir türküde,
nasıl bu kadar güzel anlatılır bilmiyorum.
Bir an türkünün sazı da,
sözü de kahramanı da ben oluyorum,
Ayın şavkı benim sazın üzerine vuruyor,
aldığım nefesi bile geri veremiyorum.
...
Türkü ilerledikçe verdiği huzurun yerini yavaş yavaş bir hüzün alıyor,
efkârın insan ruhuna
verdiği tahribat,
saz,söz ve gecenin ahengi
Moğol ordusu gibi yakıp yıkıp
ilerliyor gönül haneme.
Binlerce şiir yazsam,
onlarca kitap okusam bir cümlesine,
tercüman olamayacağım bu türkünün her mısrasının cehenneminde
alev alev yanıyorum.
“Yedi yıldır uğramadım yurduma,
dert ortağı aramadım derdime,
geleceksen bir gün düşüp ardıma.
kula değil yüreğine sor beni,
leylim ley...”
...
Evet
“Kula değil yüreğine sor beni”
Sözüyle türkü de bitiyor,
gece de bitiyor,
ben de bitiyorum.
...
Kıssa’dan hisse çıkarıp,
“Derdimize çare bir türküdür belkide?”
önermesinden
“huzurumuzun katili
bir türküdür belki de “
gerçeğiyle yüzleşip,
yatağıma dönüyorum.
Öyüce
Ömer YüceKayıt Tarihi : 5.5.2025 18:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!