1000 yıldır sonu gelmez bir karanlığın içinde yalpalıyorum... gözlerime gönül koydum. istemiyorum artık bir damla ışık bile. onlar değil miydi zaten beni gamzene mahkum eden. işte şimdi kendimi karanlığa mahkum edip,prangalarımı çözüyorum gamzenden. anlayacağın renkleri ruhuma bedel veriyorum.
abartıyorum değil mi? her zaman ki gibi abartıyorum...ve sen söylediklerimden hiç bir şey anlamıyorsun. daha gerçekçi olmalıyım dediğin gibi.mesela 1000 yıl dememe anlam veremiyorrsun. hatta bu ifade seni biraz daha uzaklaştırıyor benden. çünkü ben hep abartırım öyle ya... tamam artık gerçekçi olacağım; 'bu yıl sensizliğe mahkum oluşumun 10.yılı...' beceremedim! daha sade ifade etmeliyim; 'tam 10 yıldır seni görmüyorum.' oldu sanırım... bu sefer istediğinden daha gerçekçi oldu.
son bir kaç aydır sürekli o fotoğrafla konuşuyordu. genelde yalnızken yapardı bunu. hem sevenler arasındaki şeyler gizli kalmalı ki gözlere kulaklara değip eskimesin derdi hem de mahremini kimsenin görmesini istemezdi. ama en çok da bir elindekine bir de kendine şaşkın şaşkın bakılıp, alaycı gülümsemelerle 'bu mu murat' denmesinden bıkmıştı. 'o da öğrenecekti zamanla başkalarının ne dediğini önemsemeden bildiği gibi yaşamayı' her seferinde böyle söz verirdi kendine. adı zehraydı ama leyla derdi ona mahalleli. kimi zaman çocuklar arkasından el çırparak
zehra mektup attın mı mecnun'a
aman ha!
leyla yazsaydın zarfa da
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla