Sana bu mektubu gecenin sessiz ve sensiz koynunda yazıyorum. Tüm kainat sus pus otururken kendi köşesinde, ben yüreğimin bir köşesinden akıtıyorum kanımı dışa... Sessizliğin bile gıpta edeceği kadar sessizce vede sensizce yazıyorum... Ellerimi koyuyorum sağ göğsüm üzre, sağ duyuya ait ne varsa döküyorum, belki sessiz ve sensiz haykırışların hayrını görürüm diye...
Bir köşeye atılmış kullanışsız bir eşya gibi; yada bütün kapılar üzerine kilitlenmiş cezalı bir çocuk gibi; sahipsiz, kaybolmuş, kimsenin beş duyusuyla algılamadığı bekleyişlere gark olurken hislerim, en safi duygulardan isyan damlayan bir yağmur gibi çiseliyorum sokaklara, yollara vede çok sevdiğin, fazlada eskimemiş kordona... Etrafımda çatlamış dudaklarıyla teselli veren meşrepsiz suratlara gülüyor gülüyor inadına gülüyorum... Dipsiz kuyu gibi, karanlığın sonsuzluğu yada evrendeki bitmeyen nizamın tekdüzeliğine benzeyen hayatlar sürüyorum dolu dizgin atlarla. İçime ne atarsam atayım kaybediyorum en kuytularımda... Ne kadar kararırsa kararsın sonsuza giden sevişlerim; siyah-ı siyah dahada siyah oluyorum... Gözlerinin karasına boğuluyorum. Güneşi doğuruyor, ayları batırıyorum, bazende yıldızlar kaydırıyorum yüreğimden, sana doğru...
Ellerimin arasına alıyorum başımı; sorgu sualde sanki kabre inat, çözümsüz bilmem kaçıncı dereceden çok bilinmeyenli denklemlerde izah arıyor beynim... Dilbaz alimlerin hoş sohbetinde seni bulmaya çalışıyorum. Okuduğum romanlardan senli karakterler çıkarmaya sevk ediyorum bilginliğimi... Bazende kendi senaryomu kendim oluşturuyorum. Her seferinde çekincelerle başlayan repliklerim, gelişi güzel devam eden diyaloglarda zevk ederken düşlerim, bir anda hazin bir sonla kapanıyor sensizliğin son sayfası...
Unutturmaya çalışırken kendimi, kendi unutulmuşluğumda her nedendir bilinmez ama defalarca sana demir alıyor, sonunda yine sana çark ediyorum. Talimgah eden bir asker gibi tekrar ve tekrar yüreğinin 12 sine hedefliyorum umutlarımı... Gel gör ki nafile; her sınamada es geçiyorum şaklabanlıkla farkedilmek isteyişlerimi... Belki bir kalkan, belki bir zırh kuşanmış kalbin, farkındalıktan yoksun teselliyi mırıldanan boş sohbetlerde kayboluyor... İyinin iyisi, daha iyi en iyi olduğumu tekrar eden cümlelerinin içerisinde Allah iyiliğini versin diyorsun ama ben o iyilik içerisinde senin iyiliğini göremiyorum. Zorlanmış, itilmiş duygularla denediğin her olasılıkta bile bir istatistik beklerken sıfıra eşitliyorum kaderimi... Ağlanacak halime çoğu zaman gülüyor, dış dünyadada neşeli tavırlar takılı bir cübbe kuşanıyor, şapka inkılabına inat fes takıyorum. Üstüne bir kravat çekiyorum en naziğinden... Karşına kibar ama uyumsuz hallerde ve davranışlarda düşüyorum şıp diye... Kimi zaman güldürüyorum, kimi zaman sinir ediyorum... Ahengi kaçmış sellerde bentlerimi yıkıyor yıkıyor uzaklardan çağlayıp akıyorum.
Ben hicreti yaşıyorken duygular deryasında, sen hangi sürgünde ne hissediyorsun bilemem... Sisli vadilerde engebelerin yada yoldaki dikenlerin acısından korkarken, ben acıyı dünya değerinden siliyorum... Gül bahçesine düşmüş çaresiz gül arayıcısına örnek düşerken kader, her adımda karşında olmak istiyorum... Geriye düşmek yada geride kalmak değil... Solmuş olsada bahçenin gülleri en solgunu ben kalmak ama elinde kalmak istiyorum... Itrınin bestesinde bülbül figanı, sufinin neyinde inleyen ah ile zarı yada gelavere deresinin coşkun sağnağını söylüyor fikrim... Kimse almasın seni yine bana kalasın nakaratında bencil tavırlarda utanıyor ve utancımıda ukalalıkla örtpasa zorluyorum...
Neredeyim, nasılım, hangi ruh halinde sema dönmekte beynimdeki düşünceler yorumsuz... Yerin çekimi varken ben senin çekiminden kurtulamıyorum... Hacıların, hocaların, şeyhlerin, şıhların, üstadların ve evliyaların fikirleriyle yürüyorum... Hikmetli sözlerde teselli edilirken gözlerim, kendimce çareyi yaraya sürülmüş merhem görüyorum... O merhemi alırken dahi sen soruluyorsun, sen çıkıyorsun gayba atılan oltalarda... Ne dilersen, ne okursan, ne yazarsan yaz boşa sıkılmış bir mis; fakat amber değil muhabbet elbette, aşk değil, bilgelik uslüpta sır değil, aşikar ama olacağı galiba var değil... Değillerin içinde var olan bir tek umudum... Ondanda umud kesemiyorum çünkü umuddan umud kesersen eğer; ne o köşedeki eşya bi gün kullanılır, nede cezası biten cocuğun üstündeki kilitler açılır. Nede imanın inanmanın tadı kalır. Kiliti açacak anahtarın sırrını hakikat bildim. Ve en merhametli anını beklerim. Kendimce tavsiyeler sığınağında; kuytu köşe seçiyor ikilik duymadığım ve karşılık beklemediğim özdeki çilem... Gözden akan yaş olursa bu gözün değil gönlün olur, gönlüm olur, gönlü olur, gönlümüz olur, gönlünüz olur, gönülleri olur... :))
Olursa bizden yana selam olur dua olur... Selam ve dua ile... Eyvallah...
Harun GüvenKayıt Tarihi : 21.2.2012 14:02:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şahsıma ait bir aşkın yansıması...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!