Lanetli Gün 4 Ağustos (düz yazıdır)

Betül Başar
97

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Lanetli Gün 4 Ağustos (düz yazıdır)

Boğazım acıyor şu an. Ölüme her an biraz daha yaklaştığımı bildiğim şu anlarda sadece boğazımdaki ağrıyı azaltmak istiyorum. Bitmek tükenmek bilmeyen öksürük krizleri yetmezmiş gibi artık nefes alırken bile zorlanmaya başladım. Evet... ölüyorum artık

Yüreğimde tarifi zor bir acı ile, zihnimin o çok bilinmeyenli denklemini çözmek üzere yatağımın üstünde oturuyorum. Yaşam nedir? Ölüm nedir? Neden doğdum ve neden ölüyorum?

Sadece bunları düşünmek bile, zar zor dik tutmakta olduğum bedenime ağır bir yük oluyor ve sırtüstü yığılıveriyorum yatağıma. Gözlerim tavana odaklanmış şekilde sadece kendimi ve bunca yılımı düşünüyorum. Tam kırkbeş koca yıl... Acısı ile tatlısı ile, cana can katan umutlarla, ömrümden ömür götüren anılarla geçen tam kırkbeş yıl...

Nasıl da sigara istiyor canım... Aslında bir fırt alsam ne olur ki? Bir fırt alsam ve bir daha hiç uyanmamacasına uyusam. Zaten bunun için geriye doğru saymıyor muyum günlerimi? Zaten bunun için hızlı geçen zamanla kavga etmiyor muyum nicedir? Nasılsa gelecek olan o “beklenen son”u tüm hazırlıklarıma rağmen karşılamaya hazır değil miyim acaba? Neden hala zihnimde bunca soru var? Neden, Neden, Neden? ...

Sanırım delirmek üzereyim. Düşündükçe beynimin her kıvrımından ayrı bir bilinmeyene giriyorum. İyi ama nerde bu çıkış kapısı? Cevaplar nerde? Son nerde?

Evet evet sakin olmalı ve herşeyi sakince düşünmeliyim. Kırkbeş yılımın her anını yeniden yaşamalı ve sonra bir sonuca varmalıyım. Boşa mı yaşadım bu koca hayatta acaba?

1963 senesinin sıcak bir ağustos gününde dünyaya gözlerimi açmışım ben. Yüreği sevgi ile sıcacık olmuş bir kadın ve kendini tamamen işine vermiş, tek gayesi para kazanmak ve geçimini sağlamak olan bir adamın ürünüymüşüm. Annemi çok küçük yaşta kaybetmiş olsam da hala gülüşündeki o içten sıcaklığı anımsıyorum. Ne kadar güzel bir kadındı ve ne kadar da umut dolu... Bazen, karasal iklimden dolayı çok soğuk olan Ankara gecelerinde, üşüyen küçük bedenimi ısıtmak için, sabaha kadar koynunda uyuturdu beni. Saçlarımı okşamadığı, yatarken masal anlatmadığı ve gözlerime aşkla bakmadığı tek bir dakika bile hatırlamıyorum. Beş ya da altı yaşında idim annemin elini son kez tuttuğumda. Nerden bilebilirdim ki, bir daha annemi sadece rüyalarımda görebileceğimi nasıl bilebilirdim?

Ne kadar da çok özlüyorum şimdi seni anne, hem de her zamankinden daha çok özlüyorum. Hayatım boyunca teninin kokusu burnumdan bir an olsun gitmedi, gözlerinin sıcaklığını hep yüzümde hissettim, adını her andığımda yüzümdeki tebessümün adı oldun anne. Her nerde isen, ben de geliyorum. Beni karşıla anne....

Aman tanrım, sonunda kendi kendime de konuşmaya başladım. Sigara içmeliyim, sigaraya iliklerime kadar ihtiyacım var şu an. Nereye koydu acaba şu kadın sigaramı? İçmeyeyim diye köşe bucak sakladığı sigara paketlerini aramakla geçiyor son günlerim zaten... Usulca yataktan doğrulan bedenim, hastalığın verdiği halsizlikle yavaş hareket ederek oturma odasına doğru yöneliveriyor. Bakalım zulaya sakladığım sigaramı bulabilmiş mi Neriman. Bir süre önce kitaplığa sakladığım sigaranın yanına doğru, biraz daha hızlanarak yürüyorum. Ve evet, koyduğum yerde usulca durmuş beni bekliyor. Oturma odasının bir duvarını boydan boya kaplayan bu kitaplığı, doktoramı yaptığım yıllarda çok büyük bir özenle yaptırmış ve her kitabı tek tek satın alıp özenle yerleştirmiştim. İşte ilk aldığım kitabın –Fareler ve İnsanlar- arkasına sakladığım sigara şimdi beni bir başka sevinçle daha buluşturmuştu. Uzun süreden sonra sigarama kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorum adeta. Yalnız Neriman eve geldiğinde kokuyu almamalı. “Sanırım balkonda içmek en iyisi” diyor içimden bir ses ve oturma odasının balkon kapısından çıkıveriyorum. Temmuzun son günlerini yaşayan başkentte sıcaklık tarif edilemeyecek kadar boğucu ama herşeye rağmen sevdiğim ellerimde ve ben mutluyum.

Sen ne güzel şeysin be mübarek... Ciğerlerim bayram etti adeta, sağol, varol...

Ölmüş olan ciğerler ne derece bayram eder bilemiyorum ama şu an onların da benim kadar sevinçli olduğuna eminim. Zira yaklaşık on dakikadır hiç öksürmedim. Keşke şimdi annem de yanımda olsaydı. Konuşsaydım onunla, sohbet etseydim, benimle hiç paylaşamadığı hayatımı onunla paylaşsaydım. O kadar yalnızım ve o kadar kırgınım ki şu an. Nasıl bırakıp gidebildin beni anne? Nasıl?

O gün yani annemi gördüğüm son gün, babam ile buluşacaktık ve hep beraber doğumgünümü kutlayacaktık yemek yiyerek. 4 Ağustos 1968... Annem beni büyük bir şefkatle hazırladı, saçlarımı taradı ve güzel bir buse koyuverdi yanağıma. Evden çıktık ve zaten yürüyüş mesafesinde olan babamın işyerine doğru ilerlemeye başladık Tam yolda yürüyorduk ki, sağımızdaki evlerden birinden kavga sesleri ve gürültüler duymaya başladık ve hiç yapmamamız gerekeni yapıp merakla başımızı apartmana doğru kaldırarak bakmaya başladık Birden bire kocaman bir cam parçası yukardan üstümüze doğru düşmeye başladı ve tam gözümün önünde annemin başına saplandı. Sadece beş dakika önce saçımı okşayan kadının başından kanlar akıyordu ve yüzü tamamen parçalanmıştı. Bir sürü insan başımıza toplandı ve annemi alıp hastaneye götürdüler ama zaten annemi kaybetmiştik. Herkes bana kim olduğumu, babamı, telefon numarasını, nasıl ulaşabileceklerini sorup duruyordu ama tutulmuştum. Ağlamıyordum hem de tek bir damla bile akmamıştı gözlerimden ama konuşulanları anlayamayacak halde idim. O gün doğumgünümdü ve allahın belası bir çiftin aile kavgası, annemi benden ayırmıştı. İşte tek bildiğim buydu...

Sonra babam nasıl geldi, nerden öğrendi, ne oldu bilemiyorum -zaten asla da konuşmadık bu konuda, ama bir şekilde hastaneye geldi. Her zamanki suratsız ve güçlü görünmek için uğraşır haliyle, beni kucaklayarak evimize götürdü.

Ev... evim... evimiz... Bir daha asla ev olmayacak olan dört duvar... Annemin ölümünden sonra, masallardaki büyü yapan cadıların bir anda herşeyi tersine çevirdiği gibi, bizim hayatımız da tamamen değişti. Yalnız yaşayan anneannem bize taşındı ve gönüllü olarak beni koruyup kollamaya başladı. Orucunu tutan, Cuma namazını asla kaçırmayan ve her gece dua etmemiz için bizi zorlayan babam ise içkiye ve gece hayatına hızlı bir geçiş yaptı. İlkokula başlayacağım sene babamı da alkol komasına girdiği bir gün ve yine gözlerimin önünde kaybettim.

Çok küçük yaşta peşpeşe iki darbe almıştım. Hayatın bana çok da sempatik ve iyimser yaklaştığını sanırım söylemem doğru olmaz. Anneannem ise, bu acıların yüreğimde yarattığı fırtınaları sezercesine beni bir anne şefkati ile sarmaladı. Canımdan öte can, gönlümde sultan, başımda taç oldu...

Babamın ölümünde de gözümden tek bir damla yaş akmamıştı. Aslına bakarsanız üzülüp üzülmediğime bile çok emin değilim.

........

Sigaram bitiyor ve lanet olası ökdürük krizi gelmek üzere.. hissediyorum. Ciğerlerim benden intikam alıyorlar. Yıllarca ben onları düşünmedim şimdi de onlar beni düşünmüyorlar. İşte bir kriz daha... Boğuluyorum, adeta nefes alamıyorum. Allah’ım al artık canımı ve beni anneme gönder, rahat nefes alabileceğim yere gönder, boğuluyorum...

Balkonda başlayan öksürük krizim tekrar sürüne sürüne gittiğim oturma odasında son buluyor. Biraz daha sakinim ve burnumdan nefes alıp hayata tutunmaya çalışıyorum. İşte tam bu anda karşıdaki bir resim gözüme çarpıyor. Lise mezuniyetim ve yanımda güzeller güzeli anneannem var.

Kısacık boyu, tombul bedeni ve al yanakları ile Adile Naşit’e benzeyen, akşa pakça anneannem benim. Hiç farketmemiştim meğer benden ne kadar da kısa duruyormuş. 189luk boyumla hep uzun biri oldum. Lise hayatımdaki basketbol merakım ve evvelindeki kısa süreli voleybol maceram beni sportif ve sosyal bir çocuk yapmıştı. Çevremde sohbetiyle ve dostluğu ile aranılan birisi idim. Derslerimdeki başarım, spor hayatındaki aktifliğim ve babamdan aldığım yakışıklı duruşumla – bu konuda tevazu gösteremeyeceğim zira babama iş arkadaşları alen delon derlerdi J- kızların ilgisi hep üstümde olmuştu. Lise mezuniyetinde lisenin en güzel kızı ile baloya gitmiş ve sabaha kadar eğlenmiştik. Hayatımda gördüğüm en güzel ve çekici kızdı. Çok zengin bir ailenin tek kızı olmasına rağmen hiç şımarık değildi. Yüzü anneminki gibi bembeyaz, bedeni narin ve bakışları anlamlı idi. O gece geç saatlere kadar eğlenmiş sonra onun evine gitmiş ve bakirliğe ikimiz de veda etmiştik. Unutulmaz bir gece idi ama ilişkimiz çok kısa sürdü çünkü ben İstanbul’da İTÜ’de okuyacak idim ve onu da ailesi eğitim için Londra’ya (london school of economics) LSE’ye gönderiyorlardı. İçim burkulmuştu. Güldüğü zaman yüzünde oluşan gamzelerini belki bir daha hiç göremeyecek ve o gül kokan tenine bir daha dokunamayacaktım. Hayat 3-0 galip durumdaydı ve daha 18 yaşındaydım. Havaalanında onu yolcu edeceğim gün olan 4 ağustos 1981 ‘de, yani yine doğumgünümde, sol yanımdan ağır bir yara almıştım. Ağrıyordu, kanıyor ve hatta parçalanıyordu. Kalbimi çıkartıp uçurumdan aşağı atmak ve ardıma bile bakmadan sonsuzluktaki yerimi almak istiyordum. Tam el sallıyordum ki kolumda bir el hissettim. Altmış yaşındaki anneannem benim acımı hissedip taksi ile yanıma kadar gelmişti. O küçücük ve tombiş bedenine sarılıp tam 18 yıl için ağladım. Onsekiz yılın acısını gözlerimden bir seferde akıtmak istiyordum. İnsanların ne dediği, ağlamakta olan bu koca cüsseli erkeğe ne gözle baktıkları umrumda bile değildi. Sadece ağlıyordum. Anneannem tek kelime bile etmeden kolumu okşuyor, bana sarılıyor ve ellerimi öpüyordu.
......

Meğer ne çok fotoğraf çektirmişim ben. Şimdi bakıyorum da hemen hemen hepsinde anneannem var. Melek gibi bir kadındı hayatıma giren tüm melekler gibi o da birgün gitti. Onu suçlayamam ve hiç de suçlamadım çünkü ayaklarımın üstünde durduğum ana kadar hep yanımda oldu. Çok korkmasına rağmen, kalp krizi geçirdiğinde, benim hatrım için, benimle biraz daha çok vakit geçirebilmek için ameliyat oldu. Çok acılar çekti, çok üzüldü ama hep dağ gibi ardımda durdu. mekanı cennet olsun.

Oturduğum yerden uzaktaki fotoğraflara bakıyorum. Ve işte bir tane daha. Dur bakayım bu neydi? Ha evet üniversiteyi bitirdiğimde, okul arkadaşlarımla beraber, Kapadokya’ya geziye gitmiştik. O gün için kiraladığımız otobüste çekmişlerdi bu resmi. Yüzümde bir gülümseme olarak kalan çok tatlı bir anı oldu.
......

Üniversiteyi bitirmiş hatta akademik kariyer için okulda kalmayı da garantilemiştim. Anneannem benden uzak kalamamış ve o da İstanbul’a taşınmıştı. Dört yıldır burada yaşıyor ve birbirimize destek oluyorduk. Birgün anneannemle konuşurken mezuniyetin zihinlerimizde şen bir anı olarak kalabilmesi adına, bir gezi düzenleme konusunda sohbet etmiştik. Ertesi gün duyuruyu yaptım ve kapadokyaya gezi olacağını tüm okula yaydım. Üniversite yıllarında okuldaki en yakın arkadaşım Salih idi. Dört yıl her konuda birbirimizle paslaşmış ve yaşamın yükünü beraber taşımaya başlamıştık. O benim dostumdu, yüreğimin yarısı idi. Başım sıkıştığında aradığım tek insandı. Bir kızla çıkmaya başlamış ve onu benimle tanıştırmak istiyordu. Ben de pikniği bahane edip onu da getirmesini ve o gün tanışabileceğimizi söylemiştim. Nitekim öyle de oldu. Sabah saat yedide otobüs okulun önünden kalkacaktı, bir gece kapadokya’da kalıp ertesi gün akşaüstü tekrar yola çıkıp gelecektik. Herşeyi planlamış ve son derece düşük bir fiyata servis ile antlaşmıştım. Herkes mutluydu. Salih yanında kızarkadaşı ile geldiğinde, neredeyse küçük dilimi yutacaktım. İnanılmaz güzel bir genç kadın vardı yanında; beline kadar kızıl saçları, su yeşili gözleri ve bembeyaz teni ile Salih’i gölgede bırakıyordu. Sabahın o erken saatinde bile kızın yüzünde gülücükler vardı ve gözlerinin içi ışıl ışıldı. Aşık olmuştum hem de ilk görüşte ama Salih’in incinmesini istemiyor ve o yüzden elimden geldiğince uzak duruyordum. Salih beni Neriman ile tanıştırdı. Kız daha ünivesite ikinci sınıfta, inşaat mühendisliği bölümünde okuyordu. Zekası gözlerinden belli oluyordu adeta. Bakmamak için çok uğraşsam da kaçamak bakışlarla Neriman’a, sonra da “ acaba bakışımı yakaladı mı “ diye Salih’e bakıp duruyordum. Servisin içerisinde bakışlar arasında bir saklanbaç oynuyordu ama tek oyuncu bendim. Kendi kendime oynuyor ve sobelenmemek için de yine kendimden saklanıyordum.

Her gezide olduğu gibi o gün de servisin içerisindeki insanlar şarkılar, türküler söylemeye ve gitarı olanlar gitar çalmaya başladılar. Herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor, alkışlarla tempo yapıyor ve alabildiğine eğleniyorlardı. Arkadan billur gibi bir sesin gelmesi ile tüm servis yavaş yavaş seslerini azaltmaya başladılar. En arkada oturan Salih ve Neriman, kendilerini kaptırmış şekilde şarkı söylüyolardı ama Neriman’ın sesi herkesin bir anda özgüvenini yıkmış, seslerinden şüphe etmelerini sağlamış ve o billur sesi saygı ile dinlemeye yöneltmişti. Sesinin güzelliğinin farkında olan Neriman da, tüm ilginin üstüne çekildiğini farkettikten sonra gözlerini kapatıp, kendini melodinin uyumuna bırakıp daha bir aşk ile söylemeye devam etti. İşte istediği ve beklediği olmuştu. Servis onu alkışlıyor ve herkes onu konuşuyordu. Çok farklı bir kadındı ve Salih de böylesi bir kadına sahip olduğu için ağzı kulaklarında seyahat ediyordu.

İyi ama neden kıskanıyordum ki? İlk görüşte aşk böylesi bir etki mi yaratıyordu acaba insanda? Çok farklı idi duygularım ve çok da özel.

Kapadokya’da Neriman’a yaklaşmamak için Salih’ten de uzak duruyordum. Salih ise iyi niyetinin getirdiği saflıkla her fırsatta yanıma gelmeye çalışıyor ve kızarkadaşına dair benden onay almak istercesine “Neriman da şöyle, böyle, şunu yapıyor, bunu ediyor “ diye sürekli bana onu anlatıyordu. O gece bir barda çok güzel bir eğlence düzenledik. Hepimiz az çok birbirimizi tanıdığımız için yabancılık çekmiyor ve sadece mezuniyetin tadını çıkartıyorduk. Dans müziği çalmaya başlayınca Salih ve Neriman dansa kalktılar. Ben de çok sevdiğim bir aarkadaşım olan Meral ile dansetmeye başladım. Sonra nasıl olduysa Salih partnerlerimizi değiştirdi ve birdne kendimi Neriman ile dansederken buluverdim. Harika kokuyordu. Gözleri su yeşili ve saçları gecenin karanlığında parlak kırmızı idi. O an onu sır bahçeme davet etmek istedim. Kimsenin bilmediği ve haketmeyen kimsenin asla giremeyeceği bir bahçe idi burası. Sadece hayallerimle sınırlı olan, zaman ve uzamın olmadığı bir bahçe. Onu da bahçemde görmek istiyordum. Yalnız kaldığım o bahçede benimle beraber yürüsün istiyordum. Aşık olmuştum. Gözlerimi ondan ayıramıyor ve dudaklarından öpmemek için kendimi zor tutuyordum. Çok ama çok güzeldi. Tıpkı bir peri kızı gibi asil ve gizemli duruyordu. Bembeyaz bir mini elbise giymiş ve kıpkırmızı saçları ile gecedeki tüm gözleri üzerinde toplamayı başarmıştı. Neriman bana bakarak şöyle dedi:

Salih sizi çok seviyor ve hep sizi anlatıyor. Bu kadar iyi dost olduğunuza göre size gönül rahatlığı ile sorabilirim. Salih’in bana olan hislerini biliyor musunuz acaba?

Salih sizden bana çok sözetti ve sizin onun için anlamlı olduğunuzu biliyorum. Gerisini zaten sadece zaman gösterir.
Deyiverdim. Biraz kırgın ama kendinden emin bir halde:

O halde bekleyip göreceğiz....
Dedi.

Resmen kıskanmıştım Salih’i ve inadıma çok da hoş olmayan bir tablo çizmeye çalışmıştım ama yine de Neriman dimdik karşımda durmuş ve duygularını gizlemeyi başarıp, mantığı ile konuşmuştu. Bir anda saygımı kazanmış ama sol yanımın da sızlamasına sebep olmuştu.

Ertesi gün İstanbul’a döndük ve bir süre ikisiyle de görüşemedim. Üçüncü kişi bu tüz durumlarda her zaman fazlalıktır; Ne de olsa. AŞK İKİ KİŞİLİKTİR.

Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar.
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar.
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini,
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir.
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk, iki kişiliktir.

Ne zaman Ataol Behramoğlu’nun bu şiirini duysam, o günde beri aklıma hep o günler gelir.
……….

Bir sure sonra Salih beni aradı. Yakında askere gidecekti ve hoşçakal demek istiyordu. Neriman ile nişanlanmadan gitmek istemiyor ama kızın ailesi de askerliğini yapmadan nişanlanmasına izin vermiyordu. İkisinin de moralleri bozulmuştu. Ben ise o sırada okulda master ile ilgileniyor ve kendimi tamamen bu yönde kanalize ediyordum. Anneannem de yaşlılığı getirdiği, bacak ağrıları, tansiyon, kalp ve kolestrol gibi pek çok rahatsızlık ile mücadele ediyordu. Bir gün Salih okula kahve içmeye geldi. Saatlerce oturduk ve eskileri yad ettik. Hem onu çok seviyor hem de deli gibi kıskanıyordum. Aylardır Neriman aklımdan bir an bile çıkmamıştı ve sıkıntımdan sigaraya ve arasıra da olsa içkiye başlamıştım. Zaten uzun olan bedenim, düzensiz yenen yemekler ve içkinin de etkisi ile epey iri bir hal almaya başlamıştı. O gün kilolarıma, Neriman’a, gelecek planlarına ve askerden sonraki iş hayalerine kadar her konuda konuştuk ve ben hepsinde yanında oalcağım konusunda içim acıyarak da olsa ona teminat verdim. Hoş bir sohbetin ardından nahoş ve sızılı bir veda ile Salih’ I de yolcu ettim. Bir daha onu da göremeyecektim çünkü acemi birliğine katıldıktan bir sure sonra bir tatbikat anında yüksekten düşerek boynunu kıracak ve o da kaybettiklerim listesine eklenecekti. Artık hayatın bana karşı kaç sıfır önde olduğunu sayamıyordum bile.

Peki ben neden yaşıyordum? Bunca yaşamayı hakeden insanlar ölürken, benim yaşamda kalma sebebim ne idi?

Bunca düşünce krizinin arasında içkinin de sigaranın da dozunu her gün biraz daha arttırmaya başladım. Eve sarhoş gitmem anneannemin moralini bozuyor ve sağlığını olumsuz yönde etkiliyordu ama yapamıyordum. Kendimi engelleyemiyor ve sadece içmek istiyordum. Bir gün üniversitede iken odamın kapısı çaldı. Salih’in ölümünün ardından tam bir yıl geçmişti ve kapıyı çalan Nerimandı. Hala çok güzel ve hala kıpkırmızı idi. Ruhundaki vahşi güzellik saçları ile dışa vuruyor ama bunu ruhundan bile saklamaya çalışıyordu. Arkadaşlığımızın devam etmesi için gelmişti. Ben de Salih’i görüyordu ve onu unutamıyordu. Bunu çok iyi biliyordum ama yine de onunla olmak, onu hayatımda tutmak istiyordum. Nitekim arzuladığım gibi de oldu. İlerleyen günler bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı ve Salih’in sadece anılarda yaşamasına sebep olacak o gün geldi. Evlenme teklif ediverdim, bir anda ve hiç aklımızda yokken. Onda kaldığım bir gece, deliler gibi sevişmemizin ardından, ondan karım olmasını istedim ve 4 Ağustos 1988de evlendik. Hayatımın en güzel günü idi.

……

Her fotoğraf beni zamanda yolculuğa çıkarıyor. Resmen koltukta oturmuş ve kıpırdamadan anılarımda medcezir yaşar haldeyim. Boğazımın ve ciğerlerimin ağrısını şu an hissetmiyorum. Sadece geçmiş var artık, şu an yok ….

……

Neriman’dan bir bebeğimin olmasını istiyordum. O kadar güzel bir yüreği vardı ki ve o kadar güzel bir kadındı ki anne olmalıydı. Anneliğin güzelliğini de kendi güzelliğine eklemeliydi ve doğacak olan güzeller güzelinin babası da ben olmalıydım. Çok istiyordum bunu, hem de çok. Neriman, ocağın ortalarında test yaptı ve hamile olduğunu söyledi. Günlerce kutlama yaptık. İkimiz de sevincimizden uçuyor ve tüm sevenlerimizle bu mutluluğu paylaşmaya çalışıyorduk. Soğuk kış günleri bitip yerini o iç aıcı bahar günlerine bıraktığında Neriman artık anne gibi görünmeye başlamış ve o güzel karnı ile güzelliğine güzellik katmıştı. Ona ilk günkü kadar aşıktım ve sabırsızlıkla doğacak olan bebeğimizi ve mutlu günlerimizi bekliyordum. BU sırada anneannemin rahatsızlıkları çoğalmış ve kalbinden sıkıntısı çoğalmıştı. Ağrıları vardı ve ciddi bir kriz atlatmıştı. Doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylüyorlarsa da o çok korkyor ve masada kalacağını düşünüyordu. Beni kırmamak adına mayıs 1990da ameliyat oldu. Her gün ziyaretine gidiyor ve torununun bebeğini göreceği için şanslı olduğunu ona söylüyordum.

Doğumgünüme çok az kalmıştı. İki gün sonra 4 ağustos idi ve ben büyük bir korku ile “ acaba bu sene ne oalcak “ diye bekleyip duruyor ve anneanneme birşey olmaması için yalvarıyordum. O gece Neriman’ın sancıları başladı. İki gün aralıklarla sancısı devam etti. Üç ağustosu dört ağustosa bağlayan gece sancıları iyice arttı ve bavulumuzla beraber hastaneye gittik. Hemen Neriman’I doğumhaneye aldılar, bebek geliyordu. Adını, anneannemin ismi olan, Nur koyacaktık. Hemen anneannemi aradım, az kaldı küçük Nur geliyor, sabret dedim ve telefonu kapattım. Heyecandan sigaraların biri sönüyor diğeri yanıyordu. Hastanede bekleyen bir sürü baba adayı ile beraber volta atıp sigara içiyordum ama bir türlü haber gelmiyordu. Derken bir doctor hanım tedirgin bakışlarla yanıma geldi.

Sinan Bey?

Buyrun benim. Elimizden geleni yaptık ama sadece eşinizi kurtarabildik, üzgünüz.

İşte şu an deprem oluyordu, yer ile gök birbirine giriyor ve 4 ağustosun laneti üstüme boğucu bir şekilde tekrar çöküyordu. Annemin ölüm haberini aldığımdaki gibi hastane koridorunda sandalyelere oturuverdim. Konuşulanları duymuyor sadece kendimle konuşuyordum. Küçük Nur dünyaya gelemeden hayatımdan çıkmıştı. Hayat ringinde karşısına rakip olarak gördüğü beni, yaşam yerden yere vuruyordu. Bu acıya nasıl dayanabilirdim ki? Nasıl? Karımı görmek, anneannemi aramak ve bir kez olsun koklayamadığı bebeğime dokunmak istiyordum. Eşim yoğunbakımda olduğundan uzaktan görebilecektim. Yavaşça merdivenleri çıkarken, onu ilk gördüğümde ona ne diyeceğimi düşünüyordum. Neriman zaten beyaz olan teni iyice beyazlamış ve bitkin bir halde, gözleri kapalı oalrak yatıyordu. Ellerinin damarlarına kadar belli idi. Belli ki çok canı acımış ve halsiz kalmıştı. Peki ama asıl ruhunu acıtacak olan haberi alınca ne yapacaktı? Ve ben bunu ona nasıl söyleyecektim?

O güzel krımızı saçlarını okşamak ve yanındayım bebeğim demek istiyordum ama gücüm yoktu. Ayakta bile duramıyor ve sadece kendimle kalmak istiyordum. Anneanneme gitmeli ve sonra da sabaha dek kızkulesinin hüzün kokan görüntüsünde içmeliydim. Koşarak anneanneme gittim. Kapının anahtarı bende de olduğu için, kapıyı açıp girdim. Anneannem yatağında idi. Korkmasın diye usulca yanına gittim:

Nur Hatun, ben geldim. Uyanık mısın anneanne?

Ama hiç ses gelmiyordu.

Anneanne lütfen uyan, kötü çok kötü şeyler oldu. Sana ihtiyacım var.

Ses yoktu.. Korkmaya başlamıştım. Anneannemin sırtı bana dönük olan bedenini kendime doğru çevirdim. Nefes almıyordu, kıpırdamıyordu hatta teni de soğumaya başlamıştı. Panikledim ve ambulansı aramaya koştum ama her zaman olduğu gibi geç kalmıştım. 4 ağustosta hem Nur sultanımı hem de Nur bebeğimi kaybetmiştim. Herşeyden nefret ediyordum, herşeyden.

……………

Geçmişim boğazımı sıkıyor ve nefes almamı engelliyor gibi.. Bu krizlerden de nefret ediyorum. Tedavi süreci boyunca yeterince canımın acıdığı yetmezmiş gibi şimdi de yaşayan bir ölü olarak acı çekiyorum. Anılarımın yükü altında eğiliyorum. Neden yaşadım peki ben? Neden?

……..

Bebeğini kaybeden eşim bir daha kendisini hiç toparlayamadı. Saçlarını siyaha boyattı ve kısacık kestirdi. Makyaj yapmamaya ve uyumsuz giysiler giymeye başladı. Kendisine saygı duymuyor ve gün geçtikçe benden uzaklaşıyordu. Sabahlara kadar benimle çılgınca sevişen kadın artık benimle bile yatmıyordu. Çoğu zaman annesinde kalıyor ya da evde salonda yatıyordu. Ben ise, içkinin şefkatli kollarına kendimi bırakmış ve tek teselliyi onda bulur haldeydim. Güçlü gibi gözüken bedenim çok güçsüz bir ruh ile yönetiliyordu. Zayıftım, ailemi ayakta tutamayacak kadar zayıftım. Kabullenmiştim.

Yıllar hızla geçiyordu. Neriman ile aynı evde iki yabancı gibi olmuştuk. Bazen nerde olduğunu hiç söylemeden sabaha karşı eve geliyor, duşunu alıp sessizce salonda yatıyordu. Tek kelime bile konuşmuyor, gülmüyor, yemek bile yemiyordu.

Doktorama hazırlandığım sırada, kitap okumayı seven eşime bir sürpriz yaprak evin bir odasını boydan boya kitaplık yaptırtmıştım. “fareler ve İnsanlar” başta olmak üzere, her ay onlarca kitap alarak onu mutlu etmeye çalıştım. Evde kitap okumasını sağlayarak onu evde tutmak istiyordum çünkü her gün biraz daha eşimi kaybediyordum. Ben sadece içki ve sigara ile kendi sağlığımı cezalandırırken o hareketleriyle ikimizi de cezalandırıyordu.

Gün geçtikçe bu çabam yerini çaresizliğe ve çaresizliğim de yerini nefrete bırakmaya başladı. Neriman’ı görmek istemiyordum. Geceleri nerde ve kiminle olduğunu bilmiyordum, gördüğüm zaman eski kırmızı saçlı kadınımı özleyip hüzünleniyordum ama olmuyordu. Başka bir boyuta geçmiş ve adeta ikimizden de intikam alıyordu.

İkimize de son bir şans tanımaya karar verdim. Bundan bir yıl kadar once balkonumuzda nezih bir sofra hazırladım, mumları yaktım, kendi ellerimle yemekler hazırladım ve Neriman’I arayıp eve erken gelmesini söyledim. Onunla hayatımıza dair konuşacaktım. Erken geleceğini ve onun da konuşmak istediği şeyler olduğunu söyledi. Saat altıyı bir kaç dakika geçerken kapı çaldı. Çökmüş ve bitkin bir halde Neriman karşımda duruyordu. O kadar zayıflamıştı ki, neredeyse kemikleri sayılıyordu.

Hoşgeldin.. dedim, yanaklarından öpmeye çalıştığımda başını geriye doğru çekti. Gel içeri dedim. İçeri girdi.

Lütfen balkona geçer misin? dedim.

Hiç itiraz etmeden balkona doğru yürüdü. Balkondaki hazırlığı görmesine rağmen yüzünde hiçbir ifade yoktu. Donuk ve anlamsız gözlerle masaya bakarken bir yandan da oturması için çektiğim sandalyesine oturdu. Seçtiğim kırmızı şaraptan bardağına yavaşça koyuverdim

Ne yaptığını sanıyordun? dedi.

Yeniden aile olmaya çalışıyorum. Yeniden BİZ omaya çalışıyorum. Karımla konuşmaya çalışıyorum.

Allah kahretsin Sinan, anlamıyor musun biz bittik. Biz diye birşey yok. Sen lanet olası içkiden teselli buluyorsun, ben de lanet olası erkeklerden. Ve seni istemiyorum, git hayatımdan, giiittttt.

Ve son sözü bu oldu. Hızla masadan kalktı ve koşarak dışarı çıktı, aylarca da eve gelmedi; Ta ki akciğer kanseri olduğumu öğrenene dek … İki ay kadar once, kemoterapi süreci ve tedavi başlayınca eve döndü. İlk işi sigaralarımı ve içkileri saklamak oldu ama sonra yine kendi dünyasına ve yalnızlığına yerleşti. Gece gelmemeler, sarhoş gelmeler ve erkek parfümü kokan bembeyaz bir ten …

……………

İşte benim hayatım bundan ibaret. Bol miktarda kayıp, bir o kadar acı ve bir tutam umut. Şimdi bir daha düşüneyim, acaba ben bu hayatta neden yaşıyorum? Yaşamak istemiyorum ki ben. Hem biliyorum benim de yaşamımın sonuna geldik. Temmuzun son günlerindeyim ve doğumgünüme yine az kaldı …

Sahrabetis... (Betül Başar)

Betül Başar
Kayıt Tarihi : 4.10.2009 09:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Önemli bir kişinin anısına...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Kerem Savaş
    Kerem Savaş

    bu ne ya Betül.. kopmuşsun sen bu dünyadan..

    Cevap Yaz
  • Betül Başar
    Betül Başar

    Çok teşekkür ederim arkadaşlar ...

    Cevap Yaz
  • Halil Goral
    Halil Goral

    inan bu yazıdan çok etkilendim gercekten göz yaşlarımı tutamadım okurken

    Cevap Yaz
  • Mustafa Ali Çağlar
    Mustafa Ali Çağlar

    bence nefisbir anlatı olmuş...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Betül Başar