Lamia
Gecenin loş ışıkları odanın içine yansıyordu. Güzeller güzeli Lamia, uyumak için çekildiği odasında
yatağının üzerine elbiseleriyle birlikte olduğu gibi uzanmış yatıyordu. Uykusu kaçmış olacak ki,
Lamia bugün bir türlü uyuyamıyordu.
Gözleri sanki gözdeki olmuştu; bir yere bakıyordu o an. Yatağın üzerinde yukarılara doğru, aniden
yerinden fırlayarak doğruldu. İki yaşındaki sevgili oğlu Ali'nin yanına koştu. Biricik kuzusunu sanki yıllarca özlemiş gibiydi..
Oğluna bakıyor, bakıyor, ara sıra saçlarını elleriyle dokunara okşuyordu. Bir ara ayıkmasın diye yavaşça eğilip,
oğlunun yanaklarından öpüyordu.. Yavrusu ne de güzel uyuyordu masumca... O, ana yüreğiyle yanaşıp, sevgiyle izledi Ali'sini...
Sevdiğini de özlemişti. Hemen ona koştu baş ucuna geldi. Oda uykuya geçmiş “mışıl mışıl” uyuyordu.
Güzel Lamia, bu güzelliklere bakıyor, ona kıymak istemese de, yine de onu uyandırmak istiyor,
her ne kadar da uyumadan önce söylemiş olsa bile, yinede eşine, ‘kendisini ne kadar çok sevdiği’ni söylemek istiyordu.
Ve uyandırdıda
Eşi de kalkmış Lamia'ya hayran hayran bakıyor, içinden güzel duygular beslediği her durumundan belli oluyordu;
çünkü, oda çok seviyordu Lamia’sını.. O, Lamia'nın çocuksu bakışları içerisinde sanki yok oluyordu; çünkü onlar İlk gördükleri günden beri birbirlerini çok sevmişlerdi.
İkisi de susmuş, sadece bakışıyorlardı. Dudakları - elleri titriyor, Lamia'nın kalbinin sesi sanki uzaktan duyuluyordu... Neydi bu duygu, neydi bu heyecan? Anlayamıyordu bir türlü.
Tekrar oğluna koştu. Yine onu özlüyordu.. Yanında oğlu Ali için özlem duyuyordu. Düşünüyor bu özleyiş durumuna kendiside bir anlam veremiyordu.
Öyle bir ikilem içerisindeydi ki, oğlunun yanına gitse eşini, eşinin yanına gitse oğlunu özlüyordu.
Bu karmaşık duygularla, bıkmadan usanmadan her iki oda arasında sabaha kadar sanki mekik dokuyordu..
O gün sabah olmuş, güneş pencereden içeriye ışıklarını çoktan sızdırmıştı bile..
Her sabah olduğu gibi bugünde kahvaltıyı erkenden hazırlamıştı. Öyle düşünüyordu ki, kahvaltıyı yapar yapmaz eşiyle birlikte şehre gidecekti.
Onlar için çok önemli bir neden vardı üstelik; kısa bir süre sonra gelecek olan Nazlıgül’ün kontrolu vardı.
Lamia bir yandan oğlunu doyuruyor, bir yandan da kayın validesine, oğluna iyi bakması için dil döküyordu.
“Aliş’imi önce Allah’a sonra da sana emanet ediyorum anne..” diyordu.
Bir yandan da oğluna, “Oğlum, ne tatlı şeysin sen… Yavrum.. Seni yüreğime soksam doyamıyorum! ..” diyordu.
Artık kahvaltı da bitmişti. Lamia öyle bir duygu içerisindeydi ki sevgiyle baktığı eşi ile çocuğunun görüntüleri,
sanki onu hep doyuruyordu… Doğrusunu söylemek gerekirse o, “tok oturup, aç kalkıyor”du sofradan.
Artık ayrılma anı gelmişti. Kocası incitmeyen bir tonla “Hanım! .. Otobüs gelmek üzere..” diye sesleniyordu.
Evden ayrılışları adet olduğu üzere oldukça canlı bir tören gibiydi. Onlar, birbirleriyle söyleşip, sarılıp, öyle ayrılıyorlardı.
Lamia, Arif’le birlikte evden çıktı. Ama Lamia yirmi metre gidiyor sonra koşarak geri geliyordu. Oğlunu tekrar tekrar öpüyor, yeniden gidiyordu.
En az üç kere tekrarlamıştı bu gidiş gelişleri. Arif ise arabayı çoktan durdurmuştu. Herkes Lamia'yı bekliyordu. Beş dakika olmuş ama Lamia hala gelmemişti.
Arif yeniden bakıyordu, dağları bir birine
bağlayan devasa köprüye. Demir üzerine yerleştirilen tahta köprü, atılan her adımda beşik gibi sallanıyordu. Bu köprü kimi hasretleri kavuşturuyor kimilerine de mezar oluyordu.
Arif yeniden bakıyordu köprüye... Yine geri mi döndü Lamia diye düşünüyordu. Acı bir çığlık yankılandı dağlardan.
Lamia metrelerce yükseklikteki köprünün üzerinden düşmüştü Çoruh Nehri’nin kucağına. Çağlayan suların arasından sadece saçları gözüküyordu Lamia'nın.
Çoruh delirmişti sanki... Suyu kıpkırmızı akıyordu! .. Öyle bir akış ki, sanki dağları yutacak gibi, hışımla akıyordu…
Çoruh, hemen her yıl bir sürü insanı alıp, azgın sularında boğmuş,bir çoğunun cansız cesetlerini bile vermemişti geriye Lamia'da bu kurbanlardan sadece birisi olmuştu şimdi.
O da artık bir anı kalmıştı; yüzüyordu beyaz köpüklü kıpkırmızı Çoruh’un azgın sularında..
Arif delirmişti sanki, Çoruh’un sularına atmıştı kendisini; eşini kurtarmak istiyordu! .. Daha önce de bir çok kişiyi böyle kurtarmış, kenara çıkarmıştı…
O yine aynı düşüncelerle dalmıştı Çoruh’un sularına… Olanca gücüyle yetişmeye çalışmıştı Lamia'sına…
Azgın sular yutmuştu Lamia'yı, Çoruh’un azgın suları, sert kayalıklı yerlerden sürükleyip, götürmüştü Lamia’yı…
Çoruh’un boğduğu çok kişi aşağılarda bir yerde kenara vurmuş, onların cansız varlıklarına ulaşılabilmişti; bu kere deli Çoruh’un azgın suları, Lamia’nın cansız varlığını bile vermiyordu.
Şimdi Arif baba evine nasıl dönecekti, oğlu Ali’ye, Aliş’ine ne diyecekti? .. Aliş, annesini bekliyordu. Hem özlemiş, hem de annesi ona kim bilir neler almıştır diye düşünüyordu.
Beklenen bebek Nazlıgül’de acaba, gelmiş miydi? Ali babaannesine durmadan soruyordu. “Annem ne zaman gelecek? .” diye.
Annesi onu ne kadar çok seviyordu. Oysa ki günler geçmiş hala gelmemişti. Ne de çok özlemişti annesini…
Ali durmadan “Annem geldi. Annemin kokusu geldi! ..” diyip kapıya koşuyordu. Ne zordu Aliş için annesizlik. Kokusunu alıyordu onun her an.. Artık burnu başka koku almıyordu sanki..
O’nun sevgisiyle, kapıya her koştuğunda boynunu büküyor, ‘annem gelmemiş’ diye ağlıyordu. Çok zor bir durumdu; bütün evde bulunanlar için.
Kimsenin ağzını bıçak açmıyor, sadece gözleriyle konuşuyorlardı sanki. Göz pınarları kurumuştu hepsinin. Sofraya oturduklarında Ali, “Annemi bekleyelim, o da gelsin.” diyordu.
Bu özlem günlerce sürmüş, artık kimsenin boğazından bir lokma bile geçmiyordu. Sofra kurulduğu gibi, geri kaldırılıyordu.
Ali, bazan annesinin kıyafetlerine sarılıp, onlarla birlikte avunup, öyle uyuyordu.
Aradan uzun günler, aylar, hatta yıllar geçmişti. Ama ne Ali annesinin yokluğuna alışmıştı, ne de Arif sevdiğinin yokluğuna alışabilmişti. Arif çok özlüyor her özleyişte yüreği cayır cayır yanıyordu.
Öyle sevmişti ki Lamia'yı... Onsuz çok zordu yaşamak. Her nereye adım atsa, onu görüyor; hep sevdiğiyle birlikte yürüyordu sanki… Öyle ya, yıllar önce, Lamia'da bu köye gelin gelmiş, bütün köylü O’nu çok sevmişti…
Bu duygularla nice yıllar geçmiş, Lamia’nın eksikliği her gün daha da artmıştı.. Arif, Lamia'nın yokluğuyla günden güne erimişti.
Bir gün Arif'te sevdiğinin hayalleriyle avunurken, bir iş kazası geçirmiş, O da sevdiğinin yanına sanki koşarcasına gitmişti. Oğlu Ali’nin boynu bir kere daha bükük kalmıştı.
Ne zor bir durum, ne büyük bir acıydı bu yaşadıkları. Geride kalan yetim, yaralı Ali’nin yüreği, bu iki acı arasında artık dayanmak durumunda kalıyordu.
Herkes ona güzel dualar ediyorlardı o Yetime, o Garibe: “Rabb’im seni evlatlarınla yuvanda mutlu kılsın ALİ.”
Seni hiç unutmayacağız arkadaşım
LAMİA
dost kalemlerden armağan bacıma
_________________________________
kardeşlerimize Allahtan rahmet diliyorum ve
Lamia kardeşimize Annem adlı şiiri armağan ediyorum
ruhu şaad olsun saygılarımla hasan karabay
Anne
Bahçende güllerin,sulanır durur
Bakmazsan onlara,,soluyor ANNE
Sevgisiz kalınca,aniden kurur
Senin şefkatinle,soluyor ANNE
Güneş gibi doğdun,hergün üstüme
sıcak nefesini,verdin yüzüme
Şefkatle bakınca,birden gözüme
İçime sevgiler doluyor ANNE
Mışıl mışıl uyur,senin yanında
Tebessümler gelir,hemen anında
Kıpırdarsam birden,buse alnımda
Yatağım kolların,oluyor ANNE
Gecenin yarısı,kalktın yerinden
Göğsünde bir sızı,gelir derinden
Misk-i Amber kokar,senin terinden
Kokun bedenimde kalıyor ANNE
Rüzgar gibi geçer,aylar seneler
Tohumlar başakta,verir taneler
Yerine gelecek,varis anneler
Bence seni örnek,alıyor ANNE
Hasan KARABAY
26.11.2009
Kayıt Tarihi : 23.4.2010 23:57:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
SENİ HİÇ UNUTMAYACAĞIZ LAMİA! !
TÜM YORUMLAR (68)