LACİVERT ŞİİRLERİ

LACİVERT ŞİİRLERİ

Perinur Olgun

Canım oğlum, bir taneciğim; seni doğurduğum geceyi düşünüyorum da.. Baban o gece nöbetçiydi her zaman ki gibi. Daha emekliye ayrılmamıştı, çalışıyordu. Uzaklarda bir tütün deposunda gece bekçisiydi. O gece bir ara eve gelip bir şeyler getirmişti. O da meraklanıyordu. Bana baktı, seni sordu. Birlikte yemek yemiştik. Nedense benim canım yemekten istememişti de birlikte yumurta kaynatmıştık. Peynir ekmek, yanında sıcacığı hala dudaklarımda bir çay; güzel bir kahvaltı yapmıştık baban sen ve ben. Sen canımdan can, kanımdan kan olduğun gece, karnımdayken yediğin en son yemekti bunlar. Kolay mı doğdun bilemedim. Hüsniye Ebeyi çağırdık. Gece onunla geçti. Babanı çağırmadık 'Oğlun doğdu, gel! 'diye,işine engel olur diye. Seni sabah gördü. Lacivert bir geceydi. Van gecesi. İçeride sıcak soba, dışarıda soğuk kar, pırıl pırıl yıldızlar... Bir yıldız vardı ki lacivert geceye düşmüş, göz kırpar uzaklardan.. Bu 'Bu Tarık! 'dedim. Canımın içi oğlum.' Senin adını o zamanlar koydum,içimden, canımdan can olduğun gece.
Minicik kundaklara sardım seni, süt kokulu sabahlarda emzirdim, çıngıraklı beşiklerde salladım.
Büyüdün,düşer de dizini kanatır diye gözledim. Okula gittin seni beş ders içinde özledim.
Üzüm gözlü kavruğum; 'Susamlı simit kokulu anılarımın içinde sen vardın Anacığım ' demiştin ya! 'Susamlı simitlerini özledim' diye yazmıştın büyük okullarda okurken... Susamlı simit yiyemedim sen yokken oğul. Boğazıma düğümlendi simitler, susamlar da acılardan acı.. Genzimi yaktı.. yaktı da kavurdu...
Sen Oğul, yeşil umudum, bir taneciğim, yumuk elli topacığım.. İlk yazını yazarken, kalemini tutuşunu görseydin. Şimdi uzaklardan ben dolmakalem tutuşunu görüyorum. Her kağıda imza atışını. O yumuk eller imza atmayı da öğrenmiş diyorum..İmza atmış da kural olmuş imza attığı kağıtlar..Herkes ona uyar olmuş.
Canımın canı acır oğlum sen ağladığın geceler.. Camında damla olurum süzülürüm geceye. Balkonunda mor menekşeye çiğ olurum; sen farkına varmazsın göz yaşlarımın.
Sen güldüğün, mutlu olduğunda, hani o bahar gözlü kızla.. bir güvercin uçar ya söğütlerin arasından, dallarda mutluluk olurum.
..

Devamını Oku
Mehmet Akif Tiryaki

Pembe gül yapraklarının
katmerleri arasında,
lacivert hıçkırıklarımın
damlalarını sakladım.

Geceye kırağı düştüğünde,
karıştı göz yaşlarım
..

Devamını Oku
Ömer Üner

som sanatın son neslinden
bir heykeltıraş, sarışın
ve hülyalı elleriyle
yonttu yıllar yılı
ankara’yı
içinden bir istanbul çıkarmak için
çıka çıka körkütük ve lacivert
..

Devamını Oku
Adem Tok

Kar
Ağaçları süsledi
Rüzgara tutundu
Direndi sende
Engin saydığın arkadaş
Lacivert akan kırağı süzülür
Esmerliğinin kıyısından
..

Devamını Oku
Hakan Yükün

erişilemeyen sevdalı en çok sevilendir.
söyleyebilsen dilinin ucunda bir kelimedir.
gözler gözlere kilit vurur.
eh insaf elin ayağın tutulur.
lacivert hayaller.
zaman ve şelalerden akan su durur.
eseme komut verir kalp geriye dön.
..

Devamını Oku
Deniz

İki denizin buluşması iki denizin kaynaşması gibiydik. Berrak bir incinin saflığında yakalamıştık, zemheride kaybolmuş duygularımızı. Yüreğimizdeki ateşin alevi büyüdükçe, dumanı azalıyordu. Kırılmış olan kalbimiz tutunacak dal ararken, dilimizdekini değil yüreğimizdekini zikrediyorduk.

İçimizdeki sevi ile varlığı, aşk ile hakikati yaşıyorduk. Karşılıklı oturup göz göze bakmak yerine, yan yana oturup aynı yere bakıyorduk. Yüreğimizde büyüttüğümüz aşk menziline ulaşmak için. Yüzüme bakan gözlerin kalbimin içine hasret alazları bırakırken, hangimizin özlemi daha baskındı. Gecenin örtüsüne saklandık, saklanılacak en güzel yerdi. Biz gecelerde yaşadık. Lacivert gecelerde baş başa kaldık. Âşıkların sırlarıyla dolu olan gecelerde, aşkın tekilliği ile harmanlanıp yoğrulduk…

Yüreğime batmış kıymık gibiydin, çıkarmaya çalıştıkça daha da içine gömülüyordun. Senden gelen her zulme katlanmaya çalıştıkça daha da güçleniyordum. Seni içimde hissederken seninle aynîleşiyordum. Seninle kavuşmayı beklerken hayale dönüşüyordun. Karamsarlık rüzgârlarının dalgalanmasına izin vermiyordum. Gönlü iklimine hükmederken, beni öksüz bıraktığının farkında bile değildin…

Gün batımı kızıllığında gönlümün hüzünlerini eleyip, sığınmak için göğsündeki kuytuyu arıyordum. Bulutların ardından gülümseyen bahara rağmen, kırık bir güz hüznünü yaşıyordum. Cemre suya kor yüreğe düşmüştü. İçimdeki ateşin dumanı ise dudaklarımdan ah olarak çıkıyordu…
..

Devamını Oku
Ahmet Yozgat

1/:
Adı İrfanullah’tı,
Ya da Abdullah...
Ama düşleriyle sevişen bir adamdı o,
Bu sebeple tuzlu tuzlu ölüm terledi,
Yattığı son uykunun kapanmayan gözlerinden...
***
..

Devamını Oku
Kerem Yüce

Bir gece yarısı ansızın uyanıyordum uykumdan,elim terden ıslanmış yastığıma uzandığında hissediyordum hatırlayamadığım bir rüyanın parmaklarını.Merhaba diyordum karanlığın içinde gözlerimi kapattığım karanlığa.Sağa sola dönüşler nafile; tekrar uyumak için saydığım koyunlar getirmiyordu uykumu ve doğrulurken yataktan anlıyordum o rüyanın parmaklarının bütün vücudumla temas ettiğini.Islanan atletimi değiştirmek için dolaptan yeni bir atlet çıkarıp giyiniyordum.Kapıyı açıp bir bardak su almaya giderken dönüyordum tekrar bakmak için aynada gördüğüm görüntüye.İşte orada tükenmeye başlıyordu saatler.Sol üst köşede uyuyan bir bebek ateşler içinde ağlarken annesi duruyordu başında,korkunun ve çaresizliğin verdiği sancıyla dualar dökülüyordu dudaklarından.Tek göz derme çatma evin kapısı çalıyordu gecenin bir yarısı.Anne uzun ve hızlı adımlarla kapıya yönelip açarken orta boylarda ayakta durmakta zorlanan bir adam giriyordu içeri.Annenin ''çocuk çok hasta doktora götürelim'' deyişine ''sabaha geçer,birşey olmaz'' diye cevap veren bu adam baba olmalıydı...
Bir anda kayıyordu gözlerim aynanın sağ üst köşesine.Yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk siyah önlüğüyle oturmuştu evin bahçesine,havaysa kararmak üzere.Belli ki korkuyordu içeri girmeye ve birini bekliyordu.Daha fazla dayanamayıp soğuğa giriyordu içeri bir süre sonra.İçeride kimse yoktu ve yerdeki minderin üstüne oturdu elinde annesinin resmiyle.Önce öpüp kokluyor sonra ''hadi gel anne'' diyordu gözyaşları içinde.Kapının kolunda asılı duran poşetin bağını çözüp kuru bir ekmek parçası alıyordu eline ama gözlerinin önüne annesinin itilip kakıldığı ve evden kovulduğu sahne geline o lokmalarda geçmiyordu boğazından.Soğuğun ve yalnızlığın ürperttiği teni bir süre sonra o minderin üstünde yenik düşüyordu uykuya.
Biraz daha ileriki kısımda yine rastlıyordum o çocuğa üstelik büyümüş dokuz-on yaşlarında.İki duvar,geçen sayısız insan,arada bir kapıyı açıp o kalın sesiyle duvarları inleten lacivert elbiseli adam.Bir süre sonra annesiyle babasının ismi yankılanıyordu o koridorda ve arkasında ne olduğunu merak ettiği kapıdan giriyordu içeri.Ahşaptan kürsünün üstündeki yaşlı amca sorular sorarken hemen önündeki uzun saçlı abla birşeyler yazıyordu daktiloda.Yaklaşık onbeş dakika sonra çıkarken çocuk babasına son kez sarılıyordu bilmeden ve annesinin elinden tutarak binip bir taksiye gidiyorlardı üstü sislerle kaplı baharlara.
Sürekli geziniyordu gözlerim aynanın her köşesinde.Ela gözlü yirmili yaşlarda bir delikanlıyı görüyordum bu sefer.Hayat kavgasının tam ortasında,başı ellerinin arasında nedenler arıyordu yerdeki desenli halıda.Gölgesine sarılma çabasıyla yürüyüp duruyordu odanın ortasında ve mektuplar yazıyordu; gözyaşlarıyla desen verdiği uzun mektuplar.Belli ki çok uzaklarda olan bir sevda yaşıyordu doldurmaya çalıştığı o boşlukta.Hem yazıyor hem de içiyordu ama yetişemiyordu yıllar önce kaybettiği gururuna.
En köşesine gelmiştim aynanın; çerçeveyle bütün olduğu,omuz omuza verdiği en köşesine.Otuzuna merdiven dayamaya hazır,adım atmaya takati olmayan,saçları dökülmeye başlamış,alnında çizgiler,gözlerinin altında torbalar bir yabancı gezinirken ortalıkta sözleri eksik cümleler vardı dudaklarında.Masanın üstünde bir sürü kağıt,kalem,defter bir de soğumuş kahvenin yanında biri sönmeden diğerini yaktığı sigarası.Bütün gece yazıp karşılıyordu sabahı.Bitmeyen sevdaları,yıkık dökük hayatları ve bir de umudun peşinden koşarken düşmekten bıkmayan her yanı yara içinde kalmış insanları yazıyordu kalemi.
Kapıyı açıp bir bardak su almaya giderken görüyordum bütün bunları.O anda vazgeçiyordum gitmekten ve geri dönüp boş bir defterle bir kalem alıyordum elime.Onun yazdıklarının hepsini kelimesi kelimesine aktarıyordum sayfalara ve ben cenaze törenleri arasında koşuşturan o adamın yaşadıklarıyla yazdıklarını aktarıyordum sizlere aslında...
..

Devamını Oku
Sevim Vardar

Kaç yüz gündü
kaç yüz gün sürdü
iki şehrin dilencisinin
dil'lenmesi ayazlara
sen
lacivert kanarya
söyle
..

Devamını Oku
Aynur Uluç

Gelecek sözü ağzımdan çıkarken
ilk hecesi çoktan geçmiş oluyor

Sessizlik derken yok ediyorum onu

Hiç sözcüğünü söylediğim an
Hiçlikten, tutulabilir bir şey yapıyorum
..

Devamını Oku
Gamze Yıldırım

Gün karardığında
lacivert gökyüzünde
yanar ya yıldızlar,
Ay hilal ise bir de
salıncak kursam,
iplerinde çiçekler,
Sallandıkça melteminde
..

Devamını Oku
Adem Özcan

Ben senin için fenerbahçeyi sevdim
Kendi dünyamda bir bütün olmuştuk
Sen sarı,ben lacivert.

Halbu ki ben seni leyla ile mecnun gibi sevmiştim.
Ne kadar acı çeksemde,ben seni sevmeyi seviyorum.
Seninse beni sevebilme ihtimalini.
..

Devamını Oku
Güner Kurt

Meleklerin gıpta ettiği kızdı
Nur gibi parlayan akşam yıldızı
Nar ekşisi tatta bendeki sızı
Gelsen bir görsem seni
Dinecek sanırım bendeki sancı

Lacivert akşamların koyu karaltısı
..

Devamını Oku
Deniz

Hercai Gönül

Küllük dolusu sigara yüreğimdeki derin sızıyı yok etmiyor artık… İçimde özleminin girdabı gidişinin acısıyla derinleşirken. Suskunluğumun rüzgarlarında fırtınalara dönüşmekteyim… Soğuk bir akşam üstünün telaşı saranken bedenimi, yüzümü ayaza verip içimdeki amansız kışı yaşatmaktayım…Yabansı özlemlere sarılıp, örselenmiş ve incinmiş ruhumu göstermelik gülüşlerle süslerken..İç dünyamın kapkara camları arkasında, bir kum fırtınasında hiçlikte kaybolan varoluşumu saklıyorum… Usumda duran ince sızı, gözlerimden gönlüme akarken, geçtiği her yeri kanatarak senin adını kazıyordu…

Gözüme mesken tutmuş damlalar, yanaklarımı nasılda özlemiş… Giden bedenin ardından ruhuma yoldaşlık eden ruhun acımasızca intikam alırken…Hiç görmediğim birini özlemek gibiydin… Oysa kaç bahar geçirdim yokluğunda vuslata gebe… Ne azgın fırtınalara sinemi siper ettim… Gözlerinde saklı gülüşleri görmek için kaç kapı araladım… Lacivert gecenin kızıl karanlığında kan ter içinde uyanırken, güllerin nefeslerindeki aşkı yudumluyordum…

Sen gittiğini zannediyordun, lakin ben yollamamıştım seni. Sen unuttuğunu zannediyordun… Henüz bende unutulmamışken…
..

Devamını Oku
Hüseyin Fevzi Bir

şiir; bir kalıp
koyu tümce
sansürlü nü
yasak bahçe
zehirli sprey
iranda sultan havuzu
isyan etme!
..

Devamını Oku
Sabri Uğur Yüksel

Bu şehirde; sevdamı, seni bıraktım, Lidya kırlarında ağlayan bahtsız Niobenin şarkısı gibi.

Pusularından geçtiğim bembeyaz ölümleri, köhne duvarlarında serseri kurşun deliklerini, izbe sokaklarını, bıraktım bu şehirde

İsimsiz korkularımı, kabuslarımı, içimdeki sonsuz fırtınaları ve olmayan düşlerimi,

Bitmeyen zemherilerini, sigaramın dumanını ve küflü ekmeğimi, çimlenmiş soğanımı bıraktım bu şehirde
..

Devamını Oku
Münevver Erilmez

Günlerdir gökyüzü suskun

Birbirine küsen aşıklar gibi

Her gün beklemekteyim

Sarı saçlı güneşi
..

Devamını Oku
Yaşar Yıldız

Gözlerinin rengini aramak için
çıkmıştım yola...
Lacivert bir gecede,
dolunay elimden tutup
getirdi beni Knidos a

Sağımda Eğe,
..

Devamını Oku
Nursevım Aksoy

Yakamoz olur, ruhumun denizinde
Gözlerimdeki ay ışığı pırıltısı
Meltem ıslığı, soluğum
Uykuda şimdi, gün ışığı
Nasılsa gönlüm
Lacivert gecesinde
Çıkar keyfini, salın denizimde
..

Devamını Oku
İlkay Coşkun

Barış

göç mevsimi
hüzne tek koro
sıvalı sırtın itici gücü

bıçak kesiği yüzümüzde
..

Devamını Oku