Yoktan var eden Allah!
Varı yok eden Allah!
Kadir-i mutlak Allah...
Lâ İlâhe İllallah...
Her şeyi görür Allah,
Her şeyi bilir Allah,
Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Devamını Oku
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
şiirden öte bir çalışma.
İlahi.
Rabbim dilimizden aklımızdan eksik etmesin kelime-i tevhidi.
hakkıyla söylenen bir tek kelime-i tevhid dağları yerinden oynatırmış.
Allah razı olsun bizlere kelime-i tevhidi zikretmemize vesile olduğunuz için. saygı ve hürmetlerimle hocam.
Bu gün Müslümanların neredeyse tamamının İslam’ın şartları olarak bildiği kelime-i şahadet ifadesinin kökeni resulün bir hadisine dayanır.
Resul; “İslam binasının beş temeli vardır. Bunlar, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hac etmektir.” Buyurmuşlardır.
Müslüman bilginler bu hadisten giderek, pratik din bilgilerini içeren ilmihal kitaplarına İslam’ın şartı beştir diyerek, hadiste ifade edilenleri aktarmışlardır.
Tabi, “İslam’ın şartları beş tanedir” ifadesiyle, “İslam binasının temeli beştir” ifadesinin temelde ne kadar büyük fark oluşturduğunu anlamak gerekiyor. İlk cümle sanki İslam’ı beş esasla sınırlandırırken, ikinci cümle, İslam ancak bu beş esası üzerine oturacak bir dindir. Bunlar olmazsa dinin teşekkülü mümkün olmaz. Zira temelsiz hiçbir şey olmaz. Ancak İslam binası bu temeller üzerine dikilip, mükemmel bir yaşam binası oluşturacaktır. Anlamındaki ikinci cümlenin içeriği mükemmeldir. Birincisi ise maalesef İslam dininin eksik ve yanlış anlaşılmasını da gündeme getirmektedir.
Temeldeki bu ayırım, dinin insan hayatındaki yaşamında çelişkileri yanılgıları sergiletiyor.
Sözsel olarak, kelime-i şahadet getirip, namaz kılan, oruç tutan, zekât veren ve varlıklıysa hacca gidenler, kendilerini peşin İslam’ın şartlarını yerine getirmiş kabul ediyorlar. Allah’ın oluşturmak istediği, Müslüman kimliğini bir kenara itiyorlar. Güncel hayat içinde, oluşan genelde çıkarcı ve kaderci kimlikle Müslüman kimliğinden uzaklaşıyorlar. Müslüman’ın kimliğini oluşturacak gerçek donelere ahlak kuralları adını takıyorlar ve uymayarak ta sanki ahlaksızlık yapıyorlar. Sanki meydan okurcasına.
Din kültürünü incelerken bazı tespitlerim oldu. Dinin inancına ait kurallar. Eylemine yani ameline ait kurallar. Okuduğum fıkıh ve usul bilgilerinin özetinde gördüm ki,
Dinin inancına ait kurallara bir temel oluşturulmuş ve imanın esasları denmiş. Bunları Hanefi mezhebinden gelen toplum imanın şartları altıdır diye biliyor. Ancak ben şartlardan çok inancının metodik kuralından söz etmek istiyorum. İnancın oluşması için sözü edilen metodik kurallar,
- İnanılacak şeylerin bilinmesi
- İnanılacak şeylerin kabulü
- İnanılacak şeyleri hiç şüphe duymadan tasdik etmek.
Dinini atalarından gördüğü gibi geleneksel olarak yaşayan Müslümanlar ne yazık ki, inançlarını yukarıdaki esaslar içinde gerçekleştirmiyorlar. Bu gün Müslümanların neredeyse çoğu inanılacak şeyleri bilmemektedir. Bildiği sadece sözel olarak Arapça tekerlemelerden ibarettir. Dolayısı ile bilinmeyenlerin kabulü ve tasdik edilmesi de doğru olmayacaktır.
Dinin ibadet hükümleri. Dinin ibadet kuralları yani eylemine ait oluşturulan kuralların başında İslam’ın şartları gelmektedir. Sonra, fıkıh kitaplarında, Müslümanların yapmaları gereken, bireysel, toplumsal kurallar dile getirilir. İnanç kurallarında olduğu gibi, burada da eyleme yani amele ait kurallardan söz edecek değiliz. Müslüman bilginler, Müslümanların yapması gereken kuralların metodik esası hakkında da sözler söylemişlerdir. Yapılacak dine ait bir eylemin doğru ve Allah tarafından kabul edilebilir olması için,
- Yapılacak eylemin bilinmesi
- Yapılacak eylemin Allah’ın emri olarak kabulü
- Yapılacak eylemin Allah’tan gelen emir olarak şüphe duymadan kalben tasdiki
- Yapılacak eylemin Allah’ın resulünün yaptığı esaslara (yani sünnete) uygun olarak yapılmasıdır.
Elbette Müslümanların yaptıkları eylemlerin kökeninde Allah’ın emri olup olmadığı konusunda kesin bilgilere sahip olmaları esastır. Ancak topluma bakıldığında, Müslümanların din adına uyguladıkları hükümlerin kaynağı, nereden nasıl teşekkül ettiği, hangi esaslar üzerine uygulayacağı konularında bilgi sahibi olmadıkları görülür. Ezberci bir mantıkla bu esaslar öğretilir. Şekilci bir mantıkla da, sorgusuz ve anlamadan yapılır. Tabi böyle olunca, yukarıdaki metodik kuralların teşekkül ettiğinden söz edilemez.
Uzun yıllardır annem ve babam Müslüman olduğu, Müslüman bir toplumda doğduğum için Müslüman olarak bu toplumda yaşıyorum. Ancak; aklım, kalbim olanları yadırgamaya başladığı ve işin doğrusunu öğrenmeye başladığım zaman çok acı bir gerçekle karşı karşıya kaldım. Maalesef Müslümanlar Müslüman bilginlerin ortaya koyduğu esaslar içinde dinin eylemlerini (ibadet kurallarını) yerine getirmiyorlardı. Üstelik İslam’ın şartları diye bildikleri ve bu şartların başında olan Kelime-i şahadet konusunda en büyük zaaf doğmuştu. Daha başında yanlışlık olunca elbette arkasından gelen kurallarda aynı şekilde hayata sokulacaktı.
Müslüman bilginler bir dine ait bir eylemin (amelin) doğru gerçekleşebilmesi için. Bilmek, kabul, tasdik ve resule (sünnete) uygun yapmak şarttır. Yani, İslam’ın ameli kurallarında, bilgi+kabul+tasdik+eylem=doğru uygulamayı sağlar. Formülü esastı.
Şimdi bu formüle göre düşünüldüğünde mesela;
— Namazı, bileceksin, kabul edeceksin, kalben tasdik edeceksin ve resule uygun olarak kılacaksın.
— Oruçta, zekâtta, haçta ve diğer hükümlerin hepsinde bu aşamalardan geçeceksin. Bu aşamalardan biri eksik olursa, yanlış olursa, hatalı olursa, eylem (amel) doğru yapılmamış olacaktır.
Bu esaslara göre Müslümanların ibadetlerini yaptıklarını düşünmek çok zor. Ancak ben burada başka bir konuya değinmek istiyorum. Kaldı ki, dinin ibadet kurallarının başında sayılan ve İslam’ın şartları olarak kabul edilen esaslar isindeki Kelime-i şahadetin,
- Anlamını bilmek
- Anlamlarıyla kabul etmek
- Anlamlarındaki doğruları kalben tasdik etmek
- Ve Resule uygun eyleme sokmak.
Bu gün, Müslümanların çoğu Kelime-i Şahadetin anlamını bilmiyor. Üstelik eyleminin ne olduğunu hiç bilmiyorlar. Bazen toplumda sorarım. Müslüman bilginler İslam’ın şartlarını dinin ibadet hükümleri olarak saymışlardır.
Kelime-i Şahadetin eylemi nedir?
Şeklindeki sorguma karşılık,
Ya; sözel olarak, “Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür” şeklinde cevap veriyorlar.
Ya da; tekrar ediyoruz ya, başka eylemi mi var ki? Diyerek bilmediklerini vurguluyorlar.
Biliyorsunuz, sözün veya anlamların tekrarı eylem sayılmaz. Örneklersek, sizin namazı bilmeniz. Nasıl kılınacağını bilmeniz. Hatta başkalarına en güzel şekilde öğretmeniz sizin namaz eylemini yerine getirdiğini göstermez.
Namazın eylemini yerine getirebilmeniz için bizzat kalkıp kılmanız gerekir. Orucun eylemini yerine getirebilmeniz için tutmanız gerekir. Zekâtın eylemini yerine getirebilmek için şartlarınız uyuyorsa vermeniz gerekir. Haç eylemini yerine getirebilmeniz için hacca gitmeniz ve orada görevlerinizi yerine getirmeniz gerekir. Sizin bu hükümleri birebir bilmeniz, bütün kaidelerini öğrenmeniz, hatta başkalarına en güzel şekilde anlatmanız asla ibadeti yerine getirmeniz sayılmaz. Belki bu doğru bilgilerle, doğru bir şekilde yerine getirmenizi sağlar. Ama yaparsanız. Bizzat uygularsanız.
Onun için, Kelime-i Şahadetin anlamını bilerek veya bilmeyerek, sözel olarak tekrar etmeniz, hatta başkalarına en güzel şekilde anlatmanız da Kelime-i Şahadetin eylemini, yani uygulamasını yaptığınız anlamına gelmez.
Bu gün Müslüman toplumlarda ve Müslümanlarda gördüğüm gerçek, Kelime-i Şahadetin anlamını bilmek ayrı bir konu, uygulaması ne olduğu bilinmemektedir. Yani Kelime-i Şahadet İslam’ın temel şartları içinde sayılırken, bunun bir ibadet hükmü olduğu Müslüman bilginlerce vurgulanmışken, resul İslam binasının temellerinden birincisidir derken,
Müslümanlar Kelime-i Şahadetin eylemi hakkında hiçbir bilgiye sahip değiller. Bu konuda eğitim görenlerin bile anlamsız ifadelerle baktıklarını gördüm.
Allah kelime-i şahadetin özü içinde bize, “Müslüman; bilgide ve hükümde insana en doğru bilgi ve hükümleri ancak Allah bildirir. Allah her şeyin gerçeğini belirtendir. Kim Allah’ın söylediği bilgi ve hükmün dışında kalmışsa yalan üzeredir. Muhammed Allah’ın yarattığı bir kuldur. Diğer kullar gibi, bilgi ve hükmün gerçeğini bilmez. Ancak Allah’tan aldığı doğru bilgiyi ve hükmü insanlara ulaştırır. Ancak Allah’ın bildirdiği bilgiler doğrultusunda gerçeklerden haberdar olur. İnsanın, dünya öncesi, dünyası ve dünya sonu (ahireti) için söylenecek tüm bilgi ve hükümde tek yetkili Allah’tır. Allah’ın insanın yaratılışı, dünya öncesi, dünyası ve dünya sonuna (ahirette) ait bildirdiği tüm bilgiler ve insanların dünyada yaşaması ve uyması için gönderdiği hükümler doğrudur gerçektir. Bütün bu konularda Allah’ın bildirdiği bilgiler ve hükümlerin dışında düşünmek, bilgi sahibi olmak ve hükümlere ulaşmak yalan üzere olmaktır. Her kim, insanın yaratılışı, dünya öncesi, dünyası, dünya sonu ve dünyada uyacağı düşünce ve yaşama bilgileri üretir ve kuralları belirlerse, Allah onu kendi gerçeğine karşı yalan üretmiş olarak kabul eder. Bilgi ve hükümde yetkili olmayı Allah ilahlık sıfatıyla eş tutar.”
Müslüman Kelime-i Şahadetin bu özü içinde ifade eder ki,
Ben doğru ve gerçek bilginin kaynağı olarak sadece Allah’ı görüyorum. Doğru ve gerçek hüküm sahibi olarak sadece Allah’ı tanıyorum. Allah’ın elçisi Muhammed Allah’tan gelen doğru bilgiyi ve hükümleri insanlara, Allah’ın emriyle getirendir. Değilse Muhammed kendi katında, kendi aklıyla, muhakemesiyle ve yetileriyle, asla doğru bilgi ve hükümlere ulaşamaz. Kim ulaşır derse onu kulluktan çıkarmış, ilahlık makamına ulaştırmıştır. Allah bunu ret eder.
Konuyu başlıklarla noktalarsak,
- Allah bilginin kaynağıdır. Bir konuda Allah’ın bilgisi varsa asla Allah’tan gelen bilgiye yanlış, diğer bilgiler doğrudur demeyeceğim,
- Allah hükmün kaynağıdır. Bir konuda Allah’ın hükmü varsa asla Allah’tan gelen hükme karşı, diğer hükümler doğrudur demeyeceğim.
- Allah her konuda gerçeği ifade eder. Allah’ın ortaya koyduğu gerçeklere aykırı düşen yalan üzeredir.
- Muhammed Allah’ın elçisidir. Asla bilginin, hükmün, gerçeğin kaynadığı değildir.
Şimdi bu anlamlarda kelime-i şahadeti bilmek, kabul etmek, kalben tasdik etmek, kelime-i şahadetin İslam’ın temel hükümleri sayıldığı şartlarda eylemsiz bırakmak demektir.
Öyleyse kelime-i şahadetin eylemi nedir?
Asla,
- Allah’tan başka doğru ve gerçekçi bilgi, hüküm makamı tanımamak
- Allah’ın gönderdiği gerçekler üzerinde olup, yalan üzere olmamaktır.
Bir insan kimliğine, kişiliğine, yaşamına,
- Allah’ın bilgileriyle sürekli yön verirse,
- Yaşamını Allah’ın hükümleriyle kurarsa
- Yalandan vazgeçip sürekli gerçekler üzerinde olursa
KELİME-İ ŞAHADET’in eylemini yapmış olur.
- Allah’ın bildirdiği bilgilerle hayatına yön vermeyen
- Yaşamını Allah’ın hükümlerine kurmayan
- Yaşamında yalandan uzaklaşıp gerçekler üzerinde olmayan
KELİME-İ ŞAHADET’in eylemini yapmamış olur.
Her gün, yaşamında kendine, ailesine, çevresine, işine gücüne yalan bulaştıranlar. Hayatlarını Allah’tan gelen bilgi ve hükümlere göre ulaştırmayanlar.
Kelime-i şahadet çekmiş olurlar mı?
Kelime-i şahadet çekmemiş olurlar dersek, bu dinin diğer amellerini yapsalar ne olur ki?
KISACASI:
Müslümanım Kelime-i şehadetin eylemini gerçekleştirmiş olması demek, kimliğine, kişiliğine Allah'ın bilgileriyle, hükümleriyle yön vermesi demektir. Allah'ın yolundan gidenler,
1. Yalan üzerine olamazlar
2. Sözlerinde dururlar. Asla sözlerinden dönmezler
3. İnsanlara haksız yere zulm etmezler.
4. Tutarlı kimlik ve kişiliğe sahip olurlar.
5. İkiyüzlülükten uzak dururlar.
6. Haksızlık yapmazlar.
Bu özellikleri taşıyanlar, hayatlarında sürekli bu özellikleriyle tanınanlar, kelime-i şahadet üzerine eylemdedirler.
Güzel bir şiir olmuş tebrik ederim
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta