KUYUMCULUK ÖZDE ve GÖZDE, RİSKLİ BİR MESLEKTİR...
Merhaba gönül dostları. Saygılar selamlar ileterek her mesleğin ince ve püf noktalarını, artılı eksili sorunlarını aklımın erdiğince dile getirerek gönül dostlarıma paylaşıma sunacağım. Bunca meslek içinde öncelikle özde ve gözde, riskli olan kuyumculuğun dışarıdan göründüğü gibi olmadığını şiirim, ve yazılarımdan sanırım anlaşılır. Altın dansını dünya geleninde sürdürmekte olup dalgalanmaların da esnafa ve müşterilerine zarar verdiğini biliyoruz.
Dünyanın var oluşundan bu güne değerini korumaya çalışan altının ne zahmetlerle günümüze kadar geldiğini sanırım bir çoğumuz bilmiyordur. Ben külçe altının oluşumunu araştırırken seyrettiğim görüntülere odaklanarak çok şaşırdım. Bir altın madeninin kayalar içinden çıkartılarak silindirler halinde derecesi yüksek ocaklarda eritilerek sıvı halinde yabancı maddelerden arınan altının külçeler halinde kalıplara çekilişinin zahmeti de düşündürücü.
O ateş maratonunun içinde çalışanların acaba sağlıkları ne derecede korunabiliyor ki? . Külçe altınların darphanede işlenmesi çalışanları elbette yıpratmaktadır. 1250 derecelik sıcaklıkta eritilen külçeler sıvı haline dönüşüp
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...