Bir şeyler yazmayınca,söylemeyince eksik bırakıyorum sanıyorum yaşamın bana sunduğu zamanı.Zaten aylardır daracık mekanlarda yaşamaya koşullandık.Ruhumuz yavaş yavaş başka bir patolojiye dönüşme kaygısından mıdır nedir bir çift sözü sahiplenmek için şiirlere yükleniyorum bu sıralar.
Hoş;Gilles Dleeuza bu sıkışmışlığı ‘her yaratımın sınırında,ufkunda mutlaka mekan –zaman vardır’ iyimserliğine bağlıyor 'İki Konferans’ın satırları arasına düştüğü notta.
Şiirle başlayalım ve onun üzerinden sürdürelim :
‘’Suyunda denizleri bulduğum bilmediğim yerlerimdeki sancı…
bana bir şey söyle güleyim
bir şey daha söyle inandır’’
Turgut UYAR’a mutlaka bir şeyler söyleyen olmuştur.Belli ki birileri bir şeyler söylerse inanıyor.
Birilerinin bizlere bir şeyler söylenmesine ne değin gereksiniyoruz değil mi? Güleceğiz hemencecik. İnanacağız ona,bağlanacağız.Çünkü kendi gerçeğimizi göreceğiz belki o gülüşte. Kimileyin o gülüşü boşuna bekleriz.Oysa karşıdan gelecek olan o bir sözcük neler neler anlatmaz ki! Çehov’a biraz da bu nedenden acıyorum.Kırgın ve karşılıksız kalan bir aşktan başka zamana ve başka bir mekana taşınmak için kaçmayı göze almamış mıydı Cehennemden de kötü bir yere; Sahalin Adası’na.
Tam da burada sorumuzu sormalıyız?
Siz de beklediğiniz bir gülüşten yoksun kalırsanız başka yere ve başka zamana taşır mısınız kendinizi?
‘’ Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğiniz ise ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.’’ tümcesini okumuştum Charles BUKOWSKİ’den,Ekmek Arası adlı yapıtında.Yüreğimizden sessizce çıkan çığlıklardır söylediklerimiz.Ve bizi güldürebildikleri ölçüde sevgi barındırırlar…İnsanın,bir sancıya katlanması bundandır. O bize söyler .Biz güleriz… İnanırız ona. Belki kendisini sevdiğimizi bile bilmez. Rengi,dili,inancı,kimliği… ne olursa olsun bütün insanlar için de düşünebiliriz bunu Tüm insanlık ne değin gereksiniyor aslında bu sancıya… “Sevgi insanın yüreğinden çıkan sessiz çığlıklardır. Bazen bunu sevdiğimiz insanlar bile duymaz.” diyordu Khaled HOSSEİNİ ve bu olguyu ‘’Bir Muhteşem Güneş ‘’ diyerek tanımlıyordu aynı adlı yapıtında. Gizemli bir imden söz ediyorum aslında size.Tıpkı Kürşat Başar’ın Başucumda Müzik’te dediği gibi : ‘’ Çünkü hangimiz günün birinde karşımıza çıkan beklenmedik bir rastlantının ,masallardaki küçük kahramanımızın karşılaştığı ve bütün macerayı başlatan o sihirli işaret olduğunu anlayabiliriz ki ‘’ Büyük maceraların başlaması için daha fazla geç kalmadan bir şeyler söyleyiniz. Güldürünüz birilerini… Ne değin maço olursa olsun,birileri Hemingway’dan yüzünü güldürecek sözler hareketler beklemiştir.Kadın düşmanı sayılan Saul Bellow’a kaç kadın gönlünü kaptırdı acaba? Ya eşcinsel olduğunu söylemekten gocunmayan Truman Capote’nin tutkunu olanlara ne demeli?
Birilerinden bir söz ,bir gülüş beklemek! Turgut UYAR'dan söz edince Tomris UYAR'ın adını anmazsak olmaz.
Tomris Uyar’ın, bir söyleşisi sırasında kendisine ‘’İnsan,sevdiği biri için de yazmalı Canım’dediğini anlatır Feridun Andaç. Tomris’in sözünü ettiği kişi Cemal SÜREYA’dan başkası değildir.Hatta SÜREYA ‘bu şiiri senin için yazdım.’ Demeden de edememiştir Tomris UYAR’a.
Zamanı ıskalamak istemiyorsanız bir kağıt parçasının kıyıcığına birkaç sözcük yazmayı deneyin ve birlerine gönderin.
Kendinize inandırmak için yapınız bunu. Sizi sevdiğini bilmeseniz bile yapınız bunu.Varsın eksik,aksak yönler olsun yazdıklarınızın.Okuru altını çizeceği satırların peşine düşür.Mutlaka bir iki sözcük yakalar.
Evrenimizdeki büyük çoğunluk birbirini tanımamasına karşın birbirini seven insanlarla dolu aslında. Bunu yaparken bir yazar olmadığınızı düşünmeyiniz lütfen. İngeborgh Bachman’a kim ,nasıl hak verir bilemem.Ben Dostum Barış ERDOĞAN’a göre ‘taşralı mıyım’ bilmiyorum? Ama ikimiz de yazmadan edemiyoruz. Bu nedenden dolayı ‘İnsan yazar olmayı düşünemez,özellikle de taşrada yetişmişse,sözünün doğruluğuna inanamıyorum.
Şu anda birilerinden bir şeyler yazıp göndermesini bekleyebilir,pekala bir gülüşüne gereksinebilirsiniz. Sizlerle konuşurken Barış ERDOĞAN’ın neden bir şiirini buradan paylaşmayayım ki :
‘’uzun mu sürer iki kaşın arası
a dı nı he ce le mek ten ge li yo rum
seni sayıklıyorsam bir eksiğiyle
bir fazlasıyla ödeşiyoruzdur
belki biraz sendin biraz bendim emirgan
cumartesi yalnızlığına kalabalık
dün buralarda bir dağ vardı
seni görmeme engeldi, kaldırdım
gül resmi işle göğüs boşluğuma
bahardan bir alacağım var
kuş saati bana gel, sevişelim
içimizdeki ayrılığı deşelim
sabahları kuş çiz, hikâye anlat
insana bağlanma
ırmağa özenenler akıp gitti
ben sende donup kaldım’’
Güneyimizin en ucundaki bir taşra ilçesinden KUŞ SAATİ BANA GEL diye sesleyen Barış ERDOĞAN Anamur’a gelmesi için herhalde İngeborgh Bachman’a yapmamıştır bu çağrıyı.
Savaş çığırtkanlarının ve savaşların daha da çoğaldığı bir sırada aniden yaşantımızı darmadağın eden Covid’e karşı amansız bir savaşım içerisindeyiz evren olarak. Aylardır daracık odalara hapsettik kendimizi.
RİLKE’nin dediği gibi ‘ Hepimiz ölümü,bir meyvenin çekirdeğini taşıması gibi içimizde taşırken’ okuyup yazarak avunuyoruz biraz da.
Fari FARJAD’ın,güzel insanları aramakla insandaki güzelliği aramak arasında derin fark vardır,sözünü nereden duysun ki EİNSTEİN!
Bir denemesinden anımsıyorum Feridun ANDAÇ'ın.Olay şöyle :
Evini değiştirmiştir Einstein. Akşamüstü,sokağına gelir; ama döner durur,evini bir türlü bulamaz.Oyun oynayan bir çocuğa : Evladım,Albert Einstein burada hangi evde oturuyor acaba, diye sorar…
Kendimi büyütmek,ünlenmek için yazmıyorum.Bu yolda uğraş verenlerden yana da değilim.
Her sözcüğü ,her duygusu,her rengi,her sesi,her gülücüğü insanca olanlara ; KUŞ SAATİ BANA GEL diyen sese selam olsun…
Kayıt Tarihi : 14.2.2021 11:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!