Kuş Kısmak / Murat Akan.roman

Necdet Arslan
1352

ŞİİR


92

TAKİPÇİ

Kuş Kısmak / Murat Akan.roman

BİR ROMAN : KUŞ KISMAK
BİR YAZAR : Murat AKAN
Murat AKAN’ın KUŞ KISMAK adlı romanı; Ağustos -2022’de İstanbul, METİNLERARASI KİTAP’tan çıkmış.213 sayfadan oluşan yapıtın kapağı Emel Cansu BÜYÜKKÖSE tarafından çizilmiş. Otuz dört bölümden oluşan kitabının giriş bölümüne Murat AKAN :
‘’Torunum Alessandro’ya,Sevgili Eşim Günser’e, kızım Çiğdem’e,oğlum Bilhan ve gelinim Silvia’ya ithafen…, notunu düşmüş.
Murat AKAN ; 1963 ,Samsun Çarşamba doğumlu. İlkokulu İstanbul’da , Ortaokulu Berlin’nde , Liseyi Samsun’da bitirir. 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirir. Samsun’da ve İstanbul’da otuz yıl öğretmen olarak görev yapar ve 2017 yılında emekli olur.
Yazmaya üniversite yıllarında öyküyle başlar. Latife TEKİN ve Muzaffer İZGÜ’yle tanışır ve mektuplaşırlar. 1980’li yıllarda Akademi Öykü ödülü Yarışması’na katılır.Bir roman üzerinde otuz yıl çalıştığını söyler. Oggito, Akıl Fikir Müessesesi gibi dergilerde öyküleri, denemeleri yayımlanır.
Samsun’da yaşıyor.
Romanında kullandığı yazınsal öğeler tümüyle gündelik yaşamdan beslenmektedir Murat AKAN’ın. Her olayın öteki olaylarla ustaca kaynaştırıldığını gördüm. Kendine özgülük vardır bu biçemde.
Yapıta Karadeniz Bölgesine özgü bir yaşam damgasını vuruyor. 1960’lı-1970’li yıllar… Samsun ilinin Çarşamba ilçesi ile ona bağlı yakın bir köy romana ‘yer’ olarak düşülmüş. Zamana ve yöreye özgü yaşamdan kesitler var. Yöre insanlarının savaşımları ; özellikle de köy çocuklarının gündelik eylemleri olayların örgüsünü oluşturuyor. Buradan hareketle dönemin toplumsal , ekonomik ve yaşamsal görüntüleri yakın plana getiriliyor.
Daha ilk sayfasında nostaljik bir aura ile ısınıyorsunuz:
‘’…
Akşam yemeğinden sonra üç dört milimlik yassı uzun iğnelerle tütün dizlirdi. Öbek öbek sofaya sıralanan tütünler köylülerce tek tek iğneler geçirilir ,iğne dolunca tütün iplerine aktarılırdı .Tütün öbeklerinin etrafında gece yarılarına kadar hem tütün dizilir, hem sohbet edilir , hem de köye yeni gelmiş Grundig, Philips marka radyolardan türküler dinlenirdi .O uzun mu uzun gecelerde Neriman Altındağ başlardı türkü söylemeye…
Sonra Muzaffer Akgün söylerdi :
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti ddost kervanı eyleme beni…
Gecenin sonuna doğru uykumuz gelir bizi yatağa gönderirlerdi. Bu böyle yaz boyunca devam ederdi.
Tütün dizmeler bitmiş, ilk güz gelmiş ,poyraz esmeye başlamış, havalar serinlemişti. Güneşli ama serin bir eylül günü cami yanında buluştuk. Kuş lastiklerimiz yanlarımızdaydı. Ceplerimizi kuş avlayacağımız yuvarlak kuş lastiği taşlarıyla doldururduk… ‘’
İşte tam burada yapıta adını verecek olan o tümceyle karşılaşırsınız.
‘’…
Kuş kısıp kuş avlamak üzere yola çıktık.
….’’
Kuş kısmak , avlanacak kuşları iyice takip etmek,dikkatle kezlemek ve nişanlamak anlamına gelen yörede yaygın bir eylemin adıydı.
Kimdi bu çocuklar ? Yaşları birbirine yakındılar. Avare lider pozisyonundaydı.,Fukara,Poyraz,Hoca,Kocagöz,Tepegöz,Çolak,Gülamet,Cemali,Sarıdöl,Köse ,Hüsam,Nizam, Ayaz, Zekai… daha onlarca kahraman…
Bir dönemin tarihinin içine balıklama dalındığını, kurbağalama stilinde kulaçlar atıldığını seyre daldım bu romanda . Bu noktadan bakılınca ‘groteks’ yaklaşım anlayışının tümüyle reddedilmesine tanık olursunuz. Romanın yazılması sırasında ‘tanıklık etme’ gerçeği anlatının kalemi rahat tutmasını olanaklı kılmıştır. Kendi yetenek yelpazesini ilk kez denemek için yollar açması ve kalıplaşmış söyleşişleri yeğlemekten kaçınması da başka bir gerçeğiydi Murat AKAN’ın.
Örnekçe :
‘’…
Köyde , Ebe Huriye’nin cinleri olduğuna inanılırdı.Çünkü onun doğurttuğu kadınlara kadınlara Alkarısı uğramazdı.Ebe Nuriye’nin cinleri , lohusa kadınları ve onların bebeklerini korurdu.Kırkını doldurmamış bebekler katiyen yalnız bırakılmazdı. Eğer yalnız bırakılırsa ‘albasmasına’uğrayabilirlerdi.’’
Tanık olduğu bir tarihsel akışı,köy koşullarından yansıyan sosyal gerçekliğin aktarıcısı durumundadır bir anlatıcıyla karşı karşıyasınız sanki. Yaşama kendi geliştirdikleri eylemler yoluyla tutunan ve bizi ayrık bir geçmişe sürükleyen köy çocukların yinelenen olayları ve zaman içinde denemelerine ayna tutarak yok oluşlarının belleklerimizde kaldığını hüzünlenerek kavradım.
Olayların romana dahil edilme sürecinde eşsiz bir uzlaştırma uğraşı dikkatlerden kaçmıyor. Ayrık aktarıcı tekniklerinin ve tüm ‘artistik’ formların bu romanda buluşturulmasında spontane,özgür,istenilen ve gerekli olan bir yerde ,kendi sanatının şahikasında tutar. Duygu yoğunluğu tuzağına yakalanmadan yaşamı duygusal görebilmeyi ve anlatmayı yeğlenmesi Değerli AKAN’la ilintili bir yazar olarak yeni zirvelerde tutunmaya dönük muştular barındırmaktadır.
Ussal, bilinçli ve güçlü olmayı gerektiren bir yetenek yansımasıdır bu durum. Köy çocuklarının bütün sesleri ve jestleri kutsal bir şenlik içinde bir araya getirilerek romana dekor olarak sokulmuştur ki bu yaratının bambaşka bir evrensel süreci vardır. Her kezinde güncellenen bir bakış açısıyla süzülür bu anlatı.Bunlar okuyucuda evrensel hazlarla yaşamamızı sağlar.
Köyden kasabaya gidiş ,kalış ve dönüş süreçleri , ait olduğu geceyi başka bir gösteri sahnesine dönüştürür; belki de tek bir oyun bütünlüğünde mutlak ironikleştirir ve biz okurları o düşsel gondola binmeye çağırır. Okurun ,bir metaforik uzama bağlanması açısından nitelikli bir buluş tekniğidir.
Bir dönemin insanlarını hoşnut kılan ‘sinema’ gerçeği öyle canlı anlatılıyor ki! Sinemanın bir eğlence izleği olarak henüz ilk gençlik çağına adım atmakta olan çocukların beğenilerini donatması noktasından filizlenen olaylar hem düşsel hem dolambaçlı heyecanlar içeriyor.
Bir döneme damgasını vuran ‘beyaz perde’nin jönleri ve ünlü filmleri ne güzel sıralanmış romanda.Hele o Saray Sineması ! Kâbe olarak içselleştirilen bu mekanda birbiri ardınca gösterime giren filmler ! Yılmaz Güney’in Yiğit Yaralı Olur’u ; Başrollerinde Kartal Tibet’in yer aldığı Bir Millet Uyanıyor’u bunlardan saltça ikisi.Yıldız Sinenası’nı ve gösterime giren Yılmaz Güney’in Tilki Selim’i de ayrıca belirtmek gerekir.
Yapıtı okurken her kezinde beni ‘sıradan sahneler bunlar’ demekten alıkoyan nedensellikleri çoğalttım.Her biri kendi çapında bu romanın eşit kahramanı olan o çocukların saf,sevecen görüntüleri karşısında nasıl gülümsedim, salıverdim merak ve haz etme duygularımı. Sonu gelmeyecek bir söylence algısı taşıyan bu öykücüklerin her biri o çocukların yaşam serüvenlerinde nasıl da çarpıcı yer tutmaktaydı anlatamam.
Bir başka yerinde şu tümcelerle karşılaştım romanın,içim acıdı :
‘’…
Fırınların önüne geldiklerinde ,yeni çıkmış,türül türül tüten bazar (pazar) ekmeklerinin kokusu her yanı kaplamıştı. Sinemadan çıkanlar ekmek almak için fırınların önüne yığılmışlardı.Her gece bu sahne tekrarlanırdı.Kasabalılar bunu bir âdet haline getirmişlerdi.
Çocuklar her zaaman yarım ekmek ile yarım yarım sana yağı alacak kadar para ayırırlardı.Eğer hiç paraları kalmamışsa arkadaşları kendileriyle ekmeklerini bölüşürdü.Sıcak ekmeğin içine yerleştirilen sana yağı ekmeğin tadını iliklerinde duyumsayarak iştahla yerlerdi…’’
Vurgulamam gereken bir başka konuysa KUŞ KISMAK’ın sinemaya çok iyi gideceği.Bu romanda anlatılanlarla belki bir gün birileri ilgilenir diye düşünüyorum.Oturup bambaşka bir şey yazmak yerine bu romanın senaryolaştırılması daha kolay gibime geliyor. Günümüz sinemasında az da olsa yer tutan popüler kültürle birlikte bir nostalji olarak bu romanın da onlar arasında olmasını çok isterim.Sinemanın aynı zamanda çağdaş bir bellek tazeleyici olduğunu savunmuşumdur. Taa çocukluktan başlayarak roman okuyorum.
Yaşamın zorlukları,tuhaflıkları ve gizemi karşısında koşullar ne olursa olsun ayakta kalıp yola devam etme uğraşındaki çocukların öykülerini gerçeği aşarak adeta masalsı bir evrende anlatır.dilsel ve görsel yaşam simgelerinin ardına düşülmesi…
Aşağıdaki tümceler bu yönden dikkatimden kaçmadı :
‘’ Muhacirlerin Kahvesine girdiklerinde ,köyün çocuklarının harıl harıl oyun oynadıklarını gördüler.Kahve yine kalabalıktı. İnsanlar neşeliydi. Gülüyorlar,oynuyorlar, atışıyorlardı. Tuvaletin yanındaki bir masa boşalır boşalmaz şıp diye otudular. Tam karşılarında ise Avare,Gaddar, Gaffar ve Hüsam oyun oynuyorlardı.Avare, kağıtlarla dalga geçiyordu. Gaddar’ın kaşları çatıktı. Gaffar ciddi bir görünümdeydi. Hüsam ise bıyık altından gülümsüyordu. Fukaragil selam verdiler kendilerinden büyük abilerine.Avare takılmadan duramadı :
‘’Gecenin bu vaktinde narisiz la burda?’’
‘’La Avare bilmin mi sankim tohum döktüğümüzü?’’ dediler.
‘’Kime dökisiz la döller?’’ diye sordu Gaffar burnundan konuşarak.
…’’
Kendini aramanın evresnsel öyküsünü anlatıyor. kaybolan , yaralı evrenlerde , saklı sevinçlerde ve Çarşamba sokaklarında dolaşan bir roman…. Gündelik öykülerin döngüsünde kendilerini bulabilmenin çıkışını arayan çocukların ödeyecekleri bedelleri ,kendi yeterliklerini inşa etme cüretinin büyük çaplı eylemleri vardı.

Okuyup bitirdiğimde mutluluğu yakaladığım bir kitapta olduğumu anladım. Okuması kolay ; akışı, 213 sayfalık bir hızın hiç yorulmadan tüketilmesine yatkındı. Murat AKAN’ın yaşamını derinlemesine merak ettirmese bile halkalar halinde uzayan bir zincirdeki olaylar içinde onu görebiliyorsunuz.Yaşamla metnin kesiştiği yerler romanın tamamına damgasını vuruyordu.Okurken buluşların peşine takılarak ilerlemedim. Daha önce girdiğim bir yaşamın içindeydim sanki. Unutulmaya yüz tutmuş anılarımla yeniden yüzleştim .Unutulan taşranın yarım yüzyıl öncesinden şimdiye akan sayısız günlüğüyle buluştum. İnsanın evrendeki durumuyla ilgili açık anımsatmaları yeniden bu romanda buldum.
Her sayfasında bir yenisini bulmak olasıydı çocukça serkeşliklerin, üzerimde hakkı olan benzer yaşamların.Çünkü geçmişten bugüne sayısız pencereler açılıyor ve duymak istediğimiz seslerle bizi buluşturuyordu KUŞ KISMAK. Yaşamda yer kaplayan her şeye özenle bakan bir anlatım vardı , yüzümde karşılığını olan bu olay aktarmalarının yaşamımızın yol haritasını belirliyordu.
Evet, KUŞ KISMAK’taki öykücüklere tutundukça edebiyata,köy yaşamına,kasaba kimliğinden sıyrılarak şehirleşmeye yönelen yerlere , sinemaya, müziğe ve zamana tutundum. Sağlam kurgusuna,inceliğin tınısını da ekleyerek kendine özgü yazınsal bir duruşun sergilediğini gördüm kitapta.Kimi zaman olanaksızlıkların içinde çırpınan kimi zaman da rüzgarların kanatlarına tutunarak ilerleyen bu sevimli öykücükler bana,dün olan geçmişin içerisinden süzülen yaşamın ağırlığını /gizemini bir daha bir daha anımsattı. Klişeleşme tuzağına yakalanmadan özgün,yeni ve ileri bir roman yazabilmekteki en başat etkenin sahicilikten kopmamak olduğunu ; buluştan organik bütünlüğe uzanan yolun temelinin berkitilmesinden geçtiğini adeta kanıtlanıyordu.
Bir köşeye atılan ya da özensizlikle yıpratılan fotoğrafların içinde yer tutan çocukluk pozlarımızın,takındığımız tavırların derin anlamlarına bu kitabı okuduğum zaman vardım.Belleğimi yeniden okumanın başka bir yöntemiydi KUŞ KISMAK’ta ilerlemek. Sanki albümün sayfaları arasında gezindim. Bana çok iyi gelen nostalji duygusuyla sarılıp sarmalandım. Sevdiğimiz çoğu şeyin şimdilerde kaybolduğunu duyumsamanın hüznüne kapıldım. Ama her kezinde düşleşen bir geçmiş duyumsayışının yaratılmasına tanık oldum ve büyülendim. Roman kahramanı çocukların her akşam bir başka mutluluk içinde masum poz verdiklerini gördüm o fotoğraflarda.Bütün bir çocukluk geçmişinin sosyal,ekonomik,kültürel ve sanatsal varsıllıklarını ve yoksunluklarını bir arada gördüm.Böylece bütün bir zamanın içinde yaşadım; kâh gözlerim dolarak kâh gülümseyerek belleğimi yeniden kurdum,tazeledim.
Yapıtın ortalarına doğru aşağıdaki bölümle karşılaştım .Vurguncular filmi üzerinden yapılan tartışma aktarılıyordu:
‘’ La oğlum…aynaya bir yumruk attı,ayna tuz buz!’’ dedi Cemali.Sonra da filmdeki şu repliği tekrar ettiler.’’ Yeri göğü,iyileri ve kötüleri yaratan büyük Tanrım ! Senin Azraillerin ve cellatların iki arkadaşımı kana buladılar !Ben de Cesi’sem ,senin cellatlarını kana bulaayacağım! Ben de Cesi’sem senin yarattığın bütün hainlerin ve zalimlerin kellerini elimle koparacağım!’’
Fukara, ‘’Avare la,bu Devgençliler ne yapmak istiyorlarmış la!’’ dedi.
‘’La delü,devrim la devrim!’’
İşte o yaz akşamı , ilk kez ‘’Devgençliler’’ ve ‘’devrim’’ sözlerini duymuştuk.O efsanevi sözler bizi derinden etkilemişti ama ne anlama geldiğini kesinlikle bilmiyorduk.Bildiğimiz bir şey vardı ; efsaneleri dilden dile dolaşan Devgençler,bizim için masallardaki o olağanüstü kahramanlar gibiydi.Artık onların gelmesini bekliyorduk.Niçin ? Doğrusu onu da bilmiyorduk ! Bildiğimiz birr şey vardı; onları kendimize yakın hissediyorduk …’’
Romanın o ince ve şık dokusu içinden sıkça alıntı yapmaktan özellikle kaçındım. Olay aktarıcılığı yaparak okurda , yapıtla ilgili giz olan hareketli planına salt merakı ortadan kaldırır kaygısıyla değinmedim.
Kuşaklar arası bir yüzleşmenin de romanıydı da KUŞ KISMAK.
Yapıtın arka kapağına geçen aşağıdaki alıntıları da eklemeden edemeyeceğim :
Beraber toplanırız ve sinemaya gideriz.
Sinema bize neler gösterir ?
Bir cinayeti
veya cinayetleri nasıl çözeceğimizi
yahut bir ülkenin politik hareketlerini
Öğretebilir mi meselâ?
Peki,
Kim kısardı o kuşları ?
Sözlerimi bitirmeden yapıtın 1. Bölümün giriş tümcelerini de buraya almalıyım. Çünkü bir cinayetle başlıyor anlatı. Yapıtın sonunda düğüm çözülüyor.
‘’İki el tüfek sesi duyulduğu sırada biz de avlunun üst tarafındaki çınarlığın oradan geçiyorduk.O kadim ikindi vakti dedem ile Masar Dayı , kuyudan birkaç bakraç su çekerek yan taraftaki su yalağını dolduruyorlardı.Hiç acele etmiyorlardı,nasılsa,hayvanların horudan gelmesine daha vardı.O zamanlar akşamüzeri tütün kırmadan dönenler,hayvanları da alıp gelirlerdi.Zaman sanki ikindi sonrasına takılıp kalırdı..Onlar tatlı sohbetlerine devam ederlerdi…
Akşamleyin eve dönen bizimkiler,Muhtar Felek Mahmut’un kendi tarlasında öküzleri çift koşarken öldürüldüğünü söylediler.İki tüfek atılmış…’’
Sevgili Murat AKAN’ı kutluyorum. SANSAR,BAYKUŞ VE TOMSON’un bir an önce baskıdan çıkıp vitrinlede yerini almasını bekliyorum.
Okuyun KUŞ KISMAK’ı…
NOT : KUŞ KISMAK’ta kullanılan bazı yerel sözcüklerle ilgili aşağıdaki minik sözlüğü de buraya eklemekte yarar var :
KUŞ KISMAK SÖZLÜĞÜ
ACİSKA : Boğazı boğum boğum, büzgülü ,uzun deri çizme.
ACUK : Dağlarda yetişen bir çeşit yabani elma.
AYINMAK : Uyanmak, farkına varmak.
AZAK : Domates.
BADAL : Traktörle tarlayı sürmek için enine ya da boyuna dilimlere ayırmak.
CIBLAN : Soya fasulyesi.
CİNEK : Mısır tarlalarında biten, yaprakları buğday yaprağına benzeyen bir çeşit ot.
ÇERT : Lastik gibi bükülebilen , kırılmayan , fazla kalınlaşmayan , daha çok ormanlık alanlarda yetişen bir ağaç.
ÇİMMEK : Suya bütün vücuduyla girip çıkmak , yıkanmak.
DİTMEK : Deşmek, deşelemek.
EKABİR : Kendini beğenmiş kimse.
ENEK : Misket, bilye.
FIRAKTI : Ağaç dallarından yapılan çit parmaklık.
GEÇEK : Küçük tahta köprü.
GÖĞE ATMAÇ : Yazı tura oyunu.
HİNGİLİM ATMAK : Keyfine göre gezip eğlenmek , fink atmak.
HORU : Ormanda ya da dağlarda kendi kendine çoğalmaya bırakılan hayvanların dolaşmaları için ayrılan yer.
İPİLTİ : Hafif esinti.
KARIK : Çift koşulan tarlada, traktör sabanının bıraktığı derin yarık.
MAGİRÜS : Bir otobüs markası adı olup yerelde toplu taşıma aracı.
MAKAT : Minderli alçak sedir.
ÖYNER :Tarlada çalışan günlükçülerin çapaladıkları yere verilen ad.
PASKA : Kamıştan , çalıdan yapılan bostan kulübesi.
SABUK : Çarşamba’ya özgü ıskarpin.
SOMURMAK : Dudakları yapıştırıp kuvvetlice içine çekmek , emmek.
TAPAN : İkileme , ekip biçmeye yarayan tarla.
TÖMBER :Diken ve çalıların oluşturduğu irili ufaklı tepecikler.
UMUK : Ilık,sıcak.
YİV : Küçük dikenlik

Necdet Arslan
Kayıt Tarihi : 18.5.2024 12:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!