Kurtuluşun Felsefesi 001 Şiiri - Bayram ...

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Kurtuluşun Felsefesi 001

A-

Bu bir kurtuluşun, felsefesidir.

1-]’İttihat ve Terakki Partisi bizi savaşa soktu da, battık’ denişli; bu tür söylemler kendi mantığı içinde, yaygın bir anlatımdırlar. Ama bu türden denişler, bir başka şekilde anlaşılışla da akamettir, verimsizliktirler. Bu çeşitten fikirler, geçmişteki bir olgunun ya da olguların, kendi devinimeli -dinamik- bağıntıları içinde koparılmalarından oluşan saçılımla abartılarını genelleşir biçimde, yanılgı etme içinde söylenilmesiyle ortaya çıkarlar.

Bu kabil söylemler, sürer olanın bitişinde ve yeni başlangıcı öncesindeki; alınması gereken rollerin, sosyal ve toplumsal yapıdaki yönetsel rol alışların, iyi tespit edilemeyişi; kaynaklıdırlar. Tarihsel yasalar içinde olan pek çok aktiflikler, her zaman tarihi yasaların kendi değeri içinde olan bu aktiflikleri; uygun aktörlerin oynayamadığı süreci göremeyişleridir.

Ki bu türden söyleşilir oluş içindeki en temel yanılgılar da, buradan çıkarlar. Bu yanılğının bir yanı da tarihi; bir kişiler tarihi; bir yöneticiler tarihi; sanmanın dar görüşlülüğü içindeki sürü çoban öğretisi olamkatan kaynaklı yanılsamalardır. Süreç bin bileşen yansımadan oluşuyorsa sürü çoban ilişkili yanılsama bunlardan sadece birsidir. Sadece biri olan, bin yansımanın yerine kona bilir mi?

Bu kaçınılmaz sona gidişte, es kaza; savaşlar kazanılsa da, rol en iyi aktörlerce oynasa da, bu türden son, mukadderdi. Mevcut yapı korunamazdı. Kurum ve kuralları ile yeniden yapılaşmadan da bu yapı kalıcı olamazdı. Yapı kendi kendine dönüşemezdi de. Eski sosyal yapı; kendi içerisinde oluşan, yeni ve gelişmeci dinamiklerinizi, bir nevi kanserleşmiş hücre gibi algılayacaktır. Ya da eski yapı yeni toplum dinamiklerinizi, sapkınlık olarak görür ve ona saldırırlar. Tek kelimeyle söyleyecek olursak, eski yapıyla hesaplaşmaya gidilmeliydi.

Bir konuyu detaylı bilmek demek, tarihte bir şeyi genel kavranışla iyi bilirlik olaraktan, pek bir şey ifade etmeyebiliyor. Tıpkı Avusturya Macaristan veliahdının öldürülüp, Birinci Dünya Savaşının, bu yüzden çıktığı bilgisini, biliyor olmak gibi kısmen bom boş bir anlamadır. Avusturya Macaristan Veliahtı öldürülmese de 1. Dünya savaşı zaten çıkacaktı.

Çıkacak olanın tutuşmasını belki biraz öne alan kıvılcımdı. Tıpkı 'İttihat ve Terakki'ciler bizi savaşa soktu da battık' denmesindeki gibi afakî ve yüzeysel bir hamlıktır, bu. Bu tıpkı, birkaç gün içinde doğal yolla ölümü gerçekleşecek bir kronik hastanın, insanı yatağa dahi düşürmeyecek olan bir gribal enfeksiyona yakalanıp, üç gün önce, ölmesi gibidir.

Çünkü Dünya'nın pazar olarak, egemenlik olarak, yeniden ve yeniden paylaşımı, savaş için temel ve birincil nedendi. Vaka olarak, elbette ki; her iki olguda; gerek Avusturya-Macaristan veliahtının öldürülmesi, gerekse terakkicilerin bizi savaşa sokması, doğrudur. Süreçte olmuş durumlardır. Ama temel olmayan vesile sebeptirler. Her zaman olguların önünde vesileler, nedenler vardırlar: Gerekse İttihatçı Hükümetin bizi savaşa sokması gibi. Gerekse Avusturalya Macaristan veliahtın öldürülüp 1.Dünya Savaşı'nın çıkması gibi.

Ama tarih bilinci olarak, önümüzü görmek ve güven içinde geleceği plânlar olmamız için de, bu bilmezliklerimiz bizde; tam bir körlük saplantısı da yaparlar. Bu tür anlayışlar, iz azdırıcı ve gerçeği saptırıcı söylemdirler de. Örneğin Kenedi (ABD başkanı) de; Olef Palme (İsveç başbakanı) de; tıpkı Avusturya-Macaristan veliahtı gibi suikastla öldürüldüğü halde, bu vesileci nedenler hiç de savaş, nedeni olamamıştırlar.

Çünkü Dünya, konjonktür ufkunda böyle bir birikmiş savaşa değin olacak oluşma, yoktu. Bütüncül bilgi, sistematiğini kavrar olmada bu kabil yetersiz ve yanlış uslamlamalarla yapılan analizler sağlıklı olamazlar. Bu tür yanlış sanısal ileri sürüşlerle, özsel gerçeğin anlaşılması daima ketleştirilir. Bu gibi analizler, araya karşı devrim denen, tutucu sürecine değin düşünceleri monte etmekten başka, hiç bir işinize de yaramazdır.

Değilse İttihat ve Terakki'nin bu anlamda, haklı olacak, savunulur tarafı elbet olmayabilir. İttihatçıların durumu, sadece o anın okunamayan bilinemezliğiyle, o günün, Dünya konjonktürünün, heyecansız şekilde, salimlikle, değerlendirilmeyişidir de. Ve Osmanlının kendine özgü somut iç koşullarını, yanlış kanılarla bezeyip, toprağa değin kaybedişler, itibari olan politikalara değin kaybedişler, diplomasi kayıplarının, hep iyi biçimde değerlendirilememesinden kaynaklıdırlar. Ve dahi tutumları, fazlaca fevri heyecanlı, maceracı ve fazlaca hırslıca, sonu dramatik olacak amaç güdüşlü, bir tavırdır da.

Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşına girer oluşunda ve savaşa girişteki hem kendince hem de emperyalistler nezdince vaki rol üslenişleri vardı. Osmanlının rol üstleniş nedeni güncel olup bitene göre solda sıfır olup ittihatçıların sürece vesile neden olmalarıydı. Bu yapıyla, başta Fatih Sultan Mehmet'te dahi olsaydı, hükümet, sadece şu birkaç neden yüzünde savaşa girecekti. Ya da Osmanlıyı gayri ihtiyari de olsa, savaşa sokacaktılar.

İttihat ve Terakki'nin savaşçı yaklaşım içinde olmasa dahi, ittihat ve terakki savaşa girişme iradesnii göstermese bile, Osmanlı bu savaşta, olacaktı. işte şartlarıyla oluşmuş bu atmosfer, iç ve dış öznelci yaklaşımların süzgeci; bu gibi ittihatçı, heyecanlı yapıları seçip, ortaya koyacaktı Ve bu gidişe uygun öznellikler, şeçme eleme kriteri ilen ortaya çıkartılıp, adeta sürecin içinde sürüklenecektiler. Aslında bu hal, öznel etkilerin günceleyişleri ile zamanında dönüşemeyen o yapının dağılması gerekliliği amacına, pek uygundur! Olaylara olaylar sonrası olan zaman içinde baktığımızda:

1-En önemlisi tekâmülünü, ömrünü tamamlayan bir imparatorluk, kendi çöküşüyle tarih sahnesinde kaçınılmaz ama mutlu doğumla, silinmektedir. 1699 da başlayan süreçle, toprak kaybedişlerini geri almanın hevesi ve paniği ile Osmanlı, kendince zamanı uygun algıladığı bu tür fırsatlarda, zaten eylemlerine geçmekteydi. Böylelikle bu çöküşe Osmanlı, bilmeden de olsa istemeden de olsa kendi katkısını koyacaktı. Ki, İttihat ve Terakki de, bu türcü oluşçu kısırlığının; siyasi hayallerinin içinde idi.

2- Önceden beri, özellikle de 1800'lü yıllardan 1914 yılına kadar, sanki konjoktür emperyalistlerince Osmanlı toprakları, payı mal edilecek, bir ülke olarak görülmüyormuşun, unutulması olan mantıksal kusuru, bu söylemle de hemen sırıtık veriyordu. Osmanlı için emperyalistlerin düşüncesi; 'Terekesi paylaşılacak hasta adam' dan da öte bir şey değildi. Böyle görülüp, talan ve işgal etmenin gerekçesi, gizli paylaşım anlaşmaları, güne dek konjonktür olan bir durumdu.

Mondros silah bırakma anlaşmasının gereği oluşla, düşman işgalleri ve ordunun silahını bıraktırılması ve ordunun dağıtılması gündemdeydi. 1918 de meclis kapatılmış yönetimin bir anlamda ve dar anlamda ahaliyle bağı kopmuştu. Azınlık çeteleri oluşmuş baskı şiddet ve dağa çıkmalar başlamıştı. İşgalin bahane ve gerekçeleri emperyalistlerce ortaya konuyordu Bunu ahaliye hazmettirmek zordu.

İşgalin sindirilmesi çabası içinde halk tavrının işgale “hemahenk” (uyumlu) olması için içte saltanatı hilafiye de faaliyete başlamıştı. Nasihat heyeti (heyet-i nasiha) dediği genel olarak halkın; işgale, silah bırakılmasına ve ordunun dağıtılmasına, azınlık çete baskılarına vs. karşı oluşan direnç ruhunu kıran bir çözüm ortaya kondu. Tarihler 5Nisan 1919 ve sonrasını gösteriyordu.

İktidara göre de nasihat heyetinin amacı, ahalinin “selamı şahaneyle” taltif olmalarıydı. Yoğurdum kara diyen olmazdı! Şehzadeler eşliğindeki nasihat heyeti millici kongre süreçlerine (Ali galip olayına dek) kadar devam etti.

Heyet-i nasiha, genel bağlamda da, çöken yapının kendi kendisine darbe vurmasıydı. 1. Dünya savaşına girişse Osmanlı'nın siyasi coğrafya yapılanmasının bir gereği idi. Düşmanların, 'düşman' oluşunun gereği bu böyledir. Osmanlı’nın emperyal duyguları bir yana, öteki yandan da, çöken yapının kendisine vurduğu darbelerle, düşenin dostu olmazlık gereği oluşla, bu kaçınılmazdır.

Heyet-i nasiha, 1. Dünya savaşına girer olmamızdan sonra ki kurtuluş savaşına girer olmamızın bir sosyo siyasi nedenidir. Heyet-i nasiha dışında ama heyeti nasiha gibi 1. Dünya savaşı öncesi kendi ayağımıza kurşun sıkar oluşlar da bizim hem işgal olacağımızın, hem de savaşa zorunlu olaraktan da girdirileceğimizin somut, siyasi, konjonktürsel ve süreçsel nedenidirler.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 10.1.2008 14:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Derinlemesine Atatürk 1, düşüncesini olduran anlamaların, bir dökümünü kısa ve öz dökmek istedim.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hamiyet Göz
    Hamiyet Göz

    tek kelime HARİKA emeğinize kaleminize yüreğinize saygılar üstad...

    Cevap Yaz
  • Ersin Kayışlı
    Ersin Kayışlı

    EMEK DOLU MUHTEŞEM BİR ÇALIŞMA. SONSUZ TEŞEKKÜR, TEBRİK VE SAYGILAR BAYRAM HOCAM...

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan

    Dostum KAYA bu kez soluklanarak şiir yazmayı ötelemiş ve eklektik bir konuyu sayfasına taşımış.Yazdıklarını çok dikkatlice okudum.Çok dikkatlice diyorum; çünkü tartışmaya açtığı konu,iyi kavranamadığı zaman bizleri bir çıkmaza ulaştırır.
    Yazısında aşamalı olarak üç realiteye dikkat çekiyor Sayın KAYA. Bunlardan ilki Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış süreci,ikincisi bu süreçte İttihat ve Terakki'nin işlevi ve sonrasında da Cumhuriyet Dönemini hazırlayan koşullar,devrimler.Özellikle Cumhuriyet sonrası gelişmelere değgin açıklamalar yazını ağırlık noktası oluşu olarak sunuluyor.
    Konuyu buranın fiziki olanakları içinde tartışmak elbetteki olası değil.Ama söyleyeceklerim bir saptamadır.Dikkatinizi çekmek istiyorum.
    Şöyle:İnsanlığın geçirdiği toplumsal değişimlerde 19.yy'a emperyalizm damgasını vurur.Siyaset sosyolojisinde ve diyalektikte genel yargı şudur:''EMPERYALİZM VAR OLDUKÇA SAVAŞLAR KAÇINILMAZDIR.'' Konuyu bu realiteye göre açarsak 1.Paylaşım Savaşı'nı hazırlayan temel koşulların neler olduğu kavramakta zorlanmayız.
    1.Fransız Devrimi sonrasında Avrupa'da yeni kavramların tartışılıyor olması,
    2.Ulusalcılık akımı,
    3.Sanayi Devrimi,
    4.Yeni Sömürgecilik,
    5.Pazar alanları yaratma uğraşları.
    Avrupa,sanayi devrimini gerçekleştirdikten yüz yıl sonra bile Osmanlı Devleti'nde üretim basit aletler ve atölyelerle gerçekleştiriliyordu.Karşısında son derece güçlü ve dinamik bir sanayi vardı.Bu güç,kendi içindeki rekabetini pazar alanlarına egemen olma istencine dayandırdığına göre Osmanlı'nın direnci ne olacaktı.Kaldı ki,o dönemde imparatorlukların bi bir çökmekte olduğunu da görmekteyiz.Bu dönemde, ayakta kalabilen Alman İmparatorluğunu,Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu,Osmanlı İmparatorlunu kaçınılmaz bir son bekliyordu.Öyle de oldu.İttihat ve Terakki'nin olayların içerisinde yer alışı elbette ki başka bir tartışmanın konusu olacaktır.Ulusal Bağımsızlık Savaşı'mız ve sonrasındaki Aydınlanma Devrimi bir ulusallaşma projesidir ve temelinde Türk kahramanlığı ve Türk kültürü vardır.Bu kahramanlığın ve kültürün lokomotifi ise devletçi bir politikadan yana duruş alan ulusal burjuvazimizdir.Bu burjuvazinin kimliğinde ilericilik ve aydınlanmacılık vardır.Tam bağımsızlığı önemser.Eleştirel us'un gücüne inanır ve onun açtığı çığırda ilerler.Özellikle 1950 sonrasında değişim/dönüşüm olgusunda bir transformasyonun düğmesine basılması ve günümüze değin aşama aşama mevzi kazanarak ilerleyen bir karşı devrimin varlığını ve ağırlığını iktidar kılması rastlantısal değildir.Türkiye Cumhuriyetinin bugün için ulusal nitelikli kurum ve kuruluşlarını,düşünce dinamiklerini yitiriyor olması bambaşka argümanları anımsatmaktadır.Saygı ile.

    Cevap Yaz
  • İrfan Karapınar
    İrfan Karapınar

    Oldukça emek dökülmüş bir çalışma.Kişisel değerlendirmelerle bilgi karışımı çok güzel.Tebrik ediyorum.Saygılar...

    Cevap Yaz
  • Selahattin Bakır
    Selahattin Bakır

    Tebrikler güzel dost yüreğine sağlık

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (6)

Bayram Kaya