Bakarsın kameraların karşısında vatan ve millet nutukları atarlar.Sonra kalkıp makam arabasıyla çocuğunu kreşe götürürler ya da o makam arabasının koltukarında sevgilisiyle sevişirler. Babasının malı gibi devletin arabasını kullanırlar sonra utanmadan gökyüzüne bakıp cennet hayelleri kurarlar.Cehennem azabı yaşayan milletin karşısında konuşurlar.Söylersin ne adam be! Ülke bu insanların sayesinde yücelir diye düşünürsün oysa onlar makam arabasının gazına basarlar da basarlar. Direksiyonu halka çevirirler yetim ezerler, öksüz ezerler ve kendi çocuğunu özel okula böylece yetiştirirler.Saat onlar için çalışır. Akrep ve yelkovan milletin sırtından geçinenler için çalar. Vakit tamam. Vatan ve millet naraları atarlar.Sonra gider en lüks gazinoda göbek atarlar. Eğlenir eğlenir sonra makam arabasına binerler, bu yetmez halkın sırtına binerler, bu şekilde yaşarlar yaşarlar.Bunu vatan ve millet için yaparlar.Çünkü vatanın asıl sahibi kendilerini sayarlar.Yaşamaları bir milletin bekası için gereklidir.Bu yüzden asalak gibi yaşarlar.
Askerler ölür yığılır toprağa cesetleri.Dağlaşır bedenleri.İşte bazı insanlar cesetlerin üzerinde parlarlar. Savaş tellalığı yaparlar.Apoletleri ışıldar.Birileri ölür birileri yaşar. Güzel kıyafetler içinde, İngiliz kumaşı içinde asil ve soylu insanlar halkın üzerinde bir yıldız gibi parıldarlar.Ölüm en çok bunların işlerine yarar.
Makam arabalarının içinde kurbağalar.Öpüldükçe daha bir şımarırlar. Böyle insanların yanında yapışkan dudaklar var.
Hiyerarşinin en zirvesinde aslan gibi insanlar yaşarlar. Kükrerler, bağırırlar, saldırırlar, canavarlaşırlar. Hiyerarşinin en dibinde ise koyun gibi kuzu gibi manda gibi insanlar kan ve gözyaşı içinde otlanıp dururlar. Salya sümük bir hayat yaşarlar.Aslan gibi insanlar kurdukları mahkemelerde her koyunu kendi bacağından asarlar. Saat gece yarısını gösterdiğinde idam sehpalarını kurarlar. Asarlar, keserler sözüm ona dünyayı kurtarırlar. Bazen peygamber, bazen kral, bazen general, bazen şeyh, bazen lider olurlar. Kendilerine bu şekilde kılıf bulup kurban ararlar.
Koyunların ülkesinde kurt postuyla hüküm sürerler.Kurt kanunlarıyla beslenirler. Bazen çakal, bazen kurt, bazen aslan kesilirler. Allah' a dua ederler. Otlar büyüsün koyunlar semizleşsin diye. Başkalarına diş geçirebildikleri sürece şirin görünürler. Diş geçiremediklerine her türlü işkenceyi edebilirler.
Kurtlar Vadisi'nde sürek avına çıkarlar.Yakaladıklarını kutsal bir dava uğruna sunaklara yatırırlar. Kan dökerken gökyüzüne karşı ulurlar.
Yaşamayı en çok onlar hak ederler. Bu sebeple yaşamak için öldürürler. Giderler Alevilere saldırırlar.Sonra gidip bir Sünni köyünü yerle bir ederler. Yakarlar, yıkarlar Türkiye'de puslu bir hava yaratırlar.Kurtlar sisli havayı sever. Çünkü kimseye görünmeden kirli ve kanlı emellerini gerçekleştirirler. Kurt gibi insanlar kuzu gibi halkı sen Alevi'sin sen Sünni'sin deyip güderler. Önce otelin içindekileri kurşuna dizerler, sonra o oteli ateşe verirler.Bununla yetinmeyip köy basarlar, katliam yaparlar.Halkı boynuz dövüşene tutuştururlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...