Kapımızı çalan ölgün sesleri duyulur hâle getirme gücümüz kaldı mı?
Gözlerimizin tekinden sızarak ip ip akan yaşı, diğer gözümüz noktalarla akıttığı yaşları engellemeye gücü yetti mi?
Hangi sebeplerdir durduramayasıya düşürdüğümüz yaşamlara hakim olmuştur ki benliğimiz çaresizlik kulvarında koşu halindedir? Sebeplerin büyüklüğü bizim azizliğimiz midir yoksa dik duruşa çabalarımız mı yetersiz kaldı… Hangi sebeplerdir ki yıllarca izini silemeyişimiz… Bu kadar güçlü olmak tabiatın doğasına ters miydi, yoksa umursamamazlıklarımız mı yetersiz kalmıştı… Bu gücü nerde, kim almıştı elimizde… Bu gözyaşlarına sebep olan nerede rahat uykularında ki hayatın pervasızlıkları ile haşır neşir…
Bizim suçumuz sevmekle mi damgalanmıştı ruhumuza bukağı takılarak…
Kim taşır bu ağırlığını gönül rahatlıyla, soralım şairlere, soralım diklikle çile yazarı Melih Baki’ye, ne diyecek neler yazacak ki acıları bizimkilerinin ne kadar üstünde kalacak… Benim sana verdiklerimi hayat ver bana artık demek bile isyana sarar bizi ama verecektir diye veya alacağız diye büyük bir umut var olur içimizde… Kolay mı bukağı’lı bir ruhla dolaşmak? Bütün benliğimizin hapsolduğu bir yaşam bu belki de nelere kızıp haykırmak sadece yorgun bedenimizi hırpalar… Ve en hırpalananla bizim aramızda çok küçük bir köprü uzunluğu kalır…
Ben bu hayatın yaşam fermanını yazmadım ki ençok caza çekeyim…
Gözyaşları akıtmamıza sebep olanlardır ki bir gün kendi gözyaşlarını silemeyecekler bile…
Ve
biz söke söke bu kaybettiklerimizi alacağız ki verecekler… Bu bir inançtır ki her daim arkasında duracağımım…
Ölgün seslerle dalaşmak bizim hakkımız mıydı?
Sahiplenemediğimiz hayatımız hangi rüzgârların önünde yalpalayan sabahın alacasında yudumladığımız bir bardak çay, akşamın yorgunluğundaki acıya nasıl dönüşüyor…
Muhteşem yaşanmış saatleri, kasvet zamanlarına dönüştüren sesler hangi zamanlara inlemelerle ulaşıyor, kaybedilmişliğin çıkmazları hangi boşluğun sonu…
Yol çizgisinin uzantısına aracımızı ortalayarak gaza basmamız hayatımızın zikzaklarımızı mı doğrultacak…
Hatalarımız baş edilmeyecek gibiyse eğer yaşam ömür boyu çileyle geçecekti…
Şatlar masumluğu bozmaz, sadece hayatlarımızdaki geleceğimizi bozar, derken ne kadar haklıydık?
Bu koşuşmalar, bu bekleyişler, nereye kadar, neyi geri döndürebilme ihtimali mi, yoksa sonsuzluğa uzanan bir ihtimal isteği mi?
Neleri kaybettik, neler uzandı kıvrılmalarla geniş bakışların bekleyişine…
Hislerin ölümü mü, bu duygusuzluk, belki de duyarsızlık isteği?
Sahipsizlik bir bedene dönüştürdüğümüz hislerle anlatamamazlıklarımız mıdır?
Sevda iki ucu keskin bir mızrak sanki… Ne vazgeçebildik, ne de peşinde koşmayı başardık, kestiler yolumuzu… Ummadığımız, beklediğimiz bir anda çelme takıldık…
Düşmekle sürünmek arasındaki an zamanlıkta tutunmaya çalıştık yeni aşk özentisine…
Onda yani yeni aşklarda çiviler yok muydu, onda imkansızlıklar riya batağından çıktığımızdan alışık olduğumuz gözlerle yine yasaklayamayacaktık adımlarımızı…
Delinmiş bir ruh…
Suskunluğa, donukluğa, şaşkınlığa ve de korkulara sahip bir bedende nasıl mutlu olurdu…
Beden yeni yeni bedenlerde bütün geçmişinin sıcaklığını mı donduracaktı?
Beden uyuşuk bir beyinle nasıl yolculuk edebilirdi…
Hangi çam kokusudur ki ruhu sakinleştiren…
Ruhlar bedenlerindeyken, ölümden korkarlar mı, beden çürümelerine karışmayan ruh hep gençliğinde kalırken, beden acılarla kıvranırken ruh mutlu mu olacaktı…
Mutlu bedenler mutlu ruhlarla sarmalanır…
Ve
sevgi bu sarmalanmanın tek sorumlusudur…
Eksik sevgiler yaşadık belki de, belki de beden olarak biz eskiyerek yetişemedik mutlu ruh birliğine…
Ben sevmeleri seninle seviyordum derken, sahiplenmenin coşkusuydu belki de ruhumuzu güldüren…
Eksik sevgiler değil mi, bizi başımızı yere eğerek kaldırımları arşınlamamamıza sebep..
Her el karşı el uzatılınca bir birine tutunur…
Bu belki de beden birleşmesi, belki de ruh dinginliği…
Ağlamakla gülme arasına kurulan köprü ruhla beden arasındaki çatışmaydı belki de…
Evet,
eksik sevgileri hem bedenle, hem de ruhumuzla yaşadık belki de yaşattık…
Artık arınmış olmalı geçmişinden, geleceğe insan bir yaşam sonuna yakın…
Sadece damla damla acıyla akan kanlı gözyaşlarımızın bedelini ruhumuz ıstırap çekerek ödüyordu…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 31.3.2010 13:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!