Bir dünya düşledim bugün; gök mavi,deniz berrak,mutluluk çok,dertler uzak...Bir dünya; herkes iyi,herkes mutlu,öyle bir dünya ki bu herkes umutlu...
Bir dünya düşledim bugün; savaş diye bir kelime yok sözlüklerde.Kanı akmıyor masumların,sevgi var yüreklerde.
Bir dünya düşledim bugün; meğer başka bir hayatın cennetiymiş burası,tertemiz bir dünyaymış kimsenin yok karası.Gerçek aşklar ölmemiş,doğmamış aşk yarası.Öyle fersah fersah değil iki gönül arası...
Düş işte ne yaparsın; meğer ölmemiş Leyla.Mecnun O’na kavuşmuş,Kerem de Aslı’sına...Karacoğlan’ın bile güzel bir yari olmuş, sonunda bir kız O’na hiç ‘emmi’ demiyormuş.
Herkesin gözlerinde mutluluğu gördüm ben,yazık ki kısa sürdü bir ses duydum aniden.Bir silah sesiydi bu, ‘Yakın Doğu’dan geliyormuş; dediklerine göre ‘MEMO’,‘MEHMED’i vurmuş..! Kucağında bebekle bir gelin ağlıyormuş...
Bir dünya düşlemiştim,şimdiyse gözümde yaş,yıllar önce vardı ya; söylerdi Sibel Alaş:
Üç-beş zibidiyle,bir-iki oynak,
'Anne diyebilir miyiz' diyerek,
Televizyondalar hep rol yaparak
Bize anne-manne diyemezsiniz.
Neymiş de sevdaymış bu oynaşmalar,
Aşkın adaletsizliğini neyle açıklayabilir acaba futbolun adaletsizliğini topun yuvarlaklığına yükleyenler? ”Futbolun adaleti yok”; en bulunmaz cümledir aslında rakipten üstün olunup kaybedilen maç sonlarında ve Ferhan Şensoy’un da dediği gibi adalet denilen şey o kadar da adil değildir aslında…
Evet aşk da adil değil aynı futbol gibi,iyi olan kaybediyor.Bak ben de hakem kararıyla mağlubum hakkı ‘beraberlik’ olan bir aşkta…Aslında tatsız-tutsuz bir maç gibiydi bizim aşkımız.Tam bir orta saha mücadelesi şeklinde geçti ve rakip,benim hatamı affetmeyip attığı,ofsayt kokan bir golle maçı kazandı.Şimdi,sezon açılışını boş tribünlere oynayan bir takım gibi kimsesiz gönlüm; bir Hakan ŞÜKÜR’e,bir de kendine üzülüyor.Kendine benzetiyor çünkü Kral’ın da kaderini; milyonların içinde yalnız…
Renkli bir filmi siyah-beyaz bir televizyonda izlemeye benziyor yalnızlık.Yani her şey çok güzel de ben fark edemiyorum sanırım.Dinlediğim her şarkının beni anlattığını sanıyor,her yalnız şarkının altına imzamı atıyorum.Hüzünlü şarkılar var hep şimdi çalma listemde, ‘Bir tek dileğim var,mutlu ol yeter’ en üstünde…
Evet,bonservisi elinde bir aşktı senin ki; yani kimse zorla tutamazdı,istediğin yere gitme hakkın vardı.Ve sen profesyonelliğin gereğini yaptın; en çok parayı verene gittin! ! !
Ne çok sevdim ‘Aptal Aşık’ rolünü hayatım boyunca,bilmiyorum ne sandım! Ve ne de çok filmde rol aldım!
Aşk,birine delice bağlanmaksa ve diğer taraftan aşk eski bir yalansa hep sevimsiz bir yalana bağlanmışım aslında yıllarca.
Aşkın bir kısım ölmek olduğunu hep biliyordum da; aşk da çiş gibiydi tutamıyordum valla…Çok sıkıp altına kaçıran arkadaşlar da oldu-Mükremin Abi’nin de dediği gibi; ”Bir daha asla yaşayamayacağı aşkları teğet geçen…”-Sonra çok uğraştılar iki noktadan bir üçgen yapmaya ama iki noktadan bir doğru geçiyordu ve onları üçgen yapmak için iki doğru daha gerekiyordu üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü o günlerde…
‘Öğretmenine aşık bir ilkokul çocuğu’ndan ‘öğrencisi yaşında bir kıza aşık eşek kadar adam’a uzanan hazin bir Mecnuniyet öyküsüydü bu ve her filmde Leyla değişiyor,Mecnun’u hep ben oynuyordum.”Sen oyna Kürşat,sen oyna” diye etrafımı çeviriyordu sanki birileri ve ben sahneye fırlıyordum bir anda,düğün sahibini kıramayan çengi edasında…
18’imdeydim aşkın ne menem bir şey olduğunu anladığımda ve o zaman Gülbeyaz dizisi çekilmemişti bile daha; hani düşman ailelerin çocukları birbirine aşıktı ya! ..
Güzel olan aşk mıydı,aşıklar mıydı aşkı güzel sanan ve ne kadar ahmaktı aşkın varlığına inanmayan; aşk vardı ulan! ! ! Şimdi aşk ve kader konusunda en yetkili kişiye başvuruyorum; Allah’ım iflah olmaz ama işine karışan,bir seven istiyorum senden Mecnun ile yarışan…Bilgilerinize arz eder,cevabınızı beklerim…
Bu sabah her sabahkinden daha bi acılı çaldı sanki saatim.Sanki geceden sensizliğe kurulmuş mahur bir beste çalıyordu ve ben nicedir ilk kez başucumda resmin olmadan uyanıyordum.Saat çaldı,ben ağladım...Ben ağladım,saat ağladı...Hani bir şarkı vardı: “Bu sabahların bir anlamı olmalı”
Sokağa çıktım,sanki herkes bana bakıyordu.Bir teyze yanındaki küçük oğluna beni gösteriyordu: “Bak oğlum,aşk denen şeye bulaşırsan sonun şu avare gezen abi gibi olur.Sana benden öğüt,aşktan uzak dur”. Bir amca dua etti bana: “Allah tuttuğunu altın etsin”. “Ben neyi tutsam taş oluyor amca,Allah kahretsin! ...”
Peşmurde bir adam gördüm çöpleri karıştıran,elinde sevinerek baktığı yarım bir elma. “O çöpte benim iki senelik emeğim var amca,sevdiğim atmış; onu sakın alma...”.Gözüm gibi baktığım,hatta gözümden bile sakındığım,şimdi nerede? Aşk kokusu alınmış diyorlar,şehir çöplüğünde...
Bu sefer az koydu gidişin(belki de hiç gelmeyişin) biliyo musun,? Belki kalmalara alışmışlığımdan,belki de hazırlıklı olmamdandı.Benim aldığım cezalar,doğarken hancı doğmamdandı...Beni hancı tayin etmişler doğarken; sen de hiçbir şey demedin valizini toplayıp giderken.Bir ‘hoşçakal’a bile cesaret edemedin. “Üzme beni hancı” dedin.Kafamı kırdım,seni üzmedim; hayatından çekip gittim.Ben yapılabilecek her şeyi yapmıştım bu aşk için.Bir gün ağzımla kuş tutmayı öğrenirsem belki geri gelirsin…
Şimdi dualarımın ilk sırasındasın. “Allah’ım,kendim için istediklerimi pek olumlu karşılamıyosun.Bari ‘O’ mutlu olsun...”. Zerre kadar ah edemem sana nezaket kraliçesi,zaten böyle yazar ‘Beyefendiliğin Tarihçesi’.Yolun,bahtın açık olsun,duamdasın iki gözüm. ‘Bizim şarkımız’ olmadı ne yazık ki, ‘senin şarkın’ olsun son sözüm:
Bir aşk haftasının daha sonuna geldik sayın seyirciler.Bir haftadan fazla mutlu olması yasak olan Kürşat,bir mutluluğu daha tüketti böylece.Şimdi yüreğinde,dilinde aynı iki hece:HÜZÜN…
Kalp isyan noktasında sayın seyirciler.Kürşat,kalbin üzerine geliyor,vuruyor ve gooolll.Kalp ağlarda.Anlamıyorum Ferhat ne halt etmiş dağlarda.Bir kız için değer miydi be usta? Bugüne kadar yazdığım tüm her şeyi çürütüyorum; aşkın varlığına ve birliğine inanmıyorum…
Artık her duamın sonuna bir sitem ekliyorum din kitaplarına inat.Haşa isyan etmiyorum Allah’a,ama gücüm kalmadı vallaha.Yeter Allah’ım ya! ! ! Çok bi şey istemiyorum,sök al şu kahrolası kalbi yerinden yeter.O olmasa ne gam,ne keder.Hüzün adres değiştirmişti ya geçen hafta,bak yine geldi bana.Bok mu var hüzün burda? ?
Yolda gördüğümde selam verilmeyecek insanlar listesi git gide kabarıyor.Altyazıda dün gecenin skorları geçiyor:
Helal edilen haklar=1-Edilen ahlar:0
Uykusuz Geceler=1-Mutlu Sabahlar=0
Tanrı’dan özür diledim bugün,GEÇMİŞ için…Yitirilmiş,bitirilmiş ve ötelenmiş ne varsa,hepsi için.Ve anladım ki GEÇ değil MİŞ hiçbir şey için…
Bugün özür diledim Tanrı’dan,tahrip edilmiş bedenim için,içini gereksiz hafriyatla doldurduğum şu emanet kalbim için.Af diledim işte alenen bir itirafçının sözleri gibi ve sanki onun itirafa ihtiyacı var gibi…
“Allah’ım biliyorum çok vakit kaybettim basit telaşlarda ama,daha gencim; çalışır borcumu öderim”.Cezada indirim umulan itiraflarla at başı gitse de kelimelerim,aslında sadece dertleşmekti benim niyetim.
İşte bugün özür diledim Tanrı’dan; hayıflanmayı marifet,şükretmeyi külfet bildiğim için.Aşktan pek bahsetmedim,aşkı geçin.Hani yüzüm olsa iki kelam etmeye,kelimelerim yetmez kimlere göz yaşı döktüğümü anlatmaya.
Özür diledim bugün Tanrı’dan,esen rüzgara,yağan yağmura küfür ettiğimden. “Evet Allah’ım,garip ama elektrik,su kesilince de küfretmiştim ben.Meğer aynı anda olmuyormuş hepsi birden…”
Bugün Tanrı’dan özür diledim.Bugün hayata “Ne güzelsin” dedim.Bugün gökyüzüyle barıştım,denize gülümsedim.Bugün Tanrı’yla konuştum uzun uzun,meğer nasıl paslanmış kalp denen uzvum.Bugün daha bi temiz geldi sanki hava,daha bi maviydi deniz.Aslında renk filan yok ortada,maddeye renk veren gözlerimiz. “Beyaz bak” dedi Tanrı, “Aydınlık görürsün o zaman karanlığı”.
Yok yok bu böyle olmayacak…En iyisi çıkarıp atmak şu ‘herkesin kendi yumruğunun büyüklüğünde olan’,bana her seferinde yumruk gibi inmekten başka bir işe yaramayan elma benzeri şekilli organı…Nefes almaktan zevk almıyorsam neyleyeyim ‘vücuda kan pompalayan’ı?
Ben ne zaman mutluluğa el sallamaya niyetlensem ‘merhaba’ anlamında; o hep ‘elveda’ diyor ‘sana da elveda’… “Hayır” diyorum “mutluluk kardeş,yanlış anladın.Dur,gitme! ! ! ”. Arkasına bile bakmıyor mutluluk,bakmıyor işte!
Mutluluk…Bazen “var mı acaba” diye şüphe ettiğim,bazen bana da ziyarete gelen,ama ne kadar ısrar etsem de hiç yatıya kalmayan bir arkadaş kendisi.Uzun kalmalara gelmedi hiç bana,ben ne zaman ona alışsam çekip gitti,ben hiç yokmuşum gibi.Hiç hak etmişlik aramadı uzun kaldıklarında.Kim çok acıttıysa onda çok kaldı ve kimin canı çok acıdıysa ona söylediği “hoşça kal”dı.
Bir terazi var şimdi önümde; birinde hüzünlerim,birinde mutluluklarım.Hüzünler kefeden taşmış da,mutluluklar hep yarım…Ne yaptıysam mutluluğa yaranamadım.Alacağın olsun mutluluk,bir gün sana kanamadım.
Anlıyorum,sen de haklısın; bu kadar insan varken hep bende kalamazsın.Tamam,git mutluluk,zaten çok alıştım ben gitmelere, ‘kalansız bölünmeler’e…Yine git,valla bak,küsmüyorum.Ama gene gel tamam mı mutluluk; bak göz pınarlarım dolu bekliyorum
Hep hüzünlüdür ayrılıklar,sebebi ne olursa olsun…Bir ‘kalan’ varsa zaten bir hikayede,bütün gitmeler kahrolsun! Eveeett…Hadi bakalım 2008,gitme vakti geldi.Gidişin de ani oldu gelişin gibi,hani senle beraber birileri gelmişti,aynı O’nun gibi…
Şimdi muhasebe zamanı,açılsın defter-i kebir; dost kısmına ‘kar’,aşk kısmına ‘zarar’ gir.Ne getirdiysen geri götürdün be 2008,bu nasıl bir sene? Her şey on numara derken,şimdi elde sıfır var yine. “Sevabıyla,günahıyla” diye başlarlar ya cümleye,çokça günahıyla geçti bu geçmeyesi sene.Kusura bakma 2008,ben ve gönlüm özür dileriz…
Hani dönemlere ayırırlar ya yılı muhasebede,ben seni hiç ayırmayacağım 2008.Yani kusura bakma da,sen ‘biz’i ayırmışken binbir parçaya,ben seni ayırsam ne fayda,parçalasam ne fayda? Aşktan yana-bırak gülmeyi-gülümsemeyi bile bilmeyen yüzüm sende ağlamayı da söktü sonunda.Sana kadar direnen bu yorgun bedenim,senle birlikte çöktü sonunda.Ah be eski yıl,hep ‘eski’yi özleyen ben,niye böyle soğudum ki senden? Yaşadığım en büyük mutluluk da,çektiğim en büyük ızdırap da senin takviminine denk geldi.Önce pembe hayallerim,sonra siyah renk geldi.Şimdi siyahtan sesleniyorum sana: “Işıkları yaksana! ! ! ”
Neyse,yeter bu kadar sitem,hadi öpüşelim de git 2008.Seni bekleyen biri yok belki ama,bizim beklediğimiz biri var kapıda.2009 gelecek,hani hiçbir şey değişmese yılın son rakamı değişecek.Ha bi de en azından ‘ytl’nin başındaki y gidecekmiş; yeniden tl olacakmış.Sevdalar,rüyalar ve de ‘adam’lar daha ucuza satılacakmış! ! !
Gel 2009,sen gel artık.Bak ne haldeyiz; umut etmeyi bile bıraktık.Çam ağacı almamış mı kimse erkenden? Ah be 2009,kim ne yapsın çam ağacını,ocağımıza incir ağacı dikiliyken…Bak 2009,biz çok dört haneli yıllar gördük,sonunda hanemize eksi yazıp gittiler.Biz ne sevdalar gördük, ‘ay’ dolmadan bittiler.Biz ne insanlar gördük,hep mutluluk hayal ettiler…Artık dileklerin olacağı bir yıl istiyoruz,adaletin yerini bulacağı,sevginin nam salacağı,göz yaşının yerini gülümsenin alacağı…Ve nihayet düşmanlığın duracağı bir sene…Çok şey mi istiyoruz 2009,söylesene...
Gel 2009,gel Küşo’nun umudu,gel gül-ü cemal,gel nar-ı beyza,gel aşk-ı beşer,gel…Hoş gel…Hoş ver…Bir gökkuşağı 2009,kendinize bir renk seçin.Umutluyum; 2009 ‘TURKUAZ’ geçecek Kürşat için…
Hala senli şarkılar söylüyorum sensiz akşamlarda inadına ve hala aşığım-sana değil-seni sevmenin tadına.Sen istersen unut beni,hatta hayatından sil,ben sensizliğe de aşığım sade sana değil.Şarkıda da dediği gibi; “Bu benim ki sevda değil”…Ve bil ki adının hem büyük,hem küçük ünlü uyumuna uyuyor olması tesadüf değil…
Ne bir bıçak yarası,ne de bir kurşun…Beni öldüren elin oluşun.Çıkmasaydın ya dışarı beni tanımadan,o zaman görüp sevemezdi seni o adam,ya da beni tanımasaydın bari,ben yaşar giderdim senden haberdar olmadan… ‘Elin oluşun’ dedim kusura bakma,aslında bendim el olan ve O’ydu ne güzel eli elinde olan…Bu ne biçim iştir,ne biçim sevda ulan? ! ! Türkiye susuzluktan kururken Çarşamba’yı nasıl sel aldı ve ben böyle severken seni nasıl el aldı?
Gözlerinin gözlerime demirleyişinin bir anlamı olmalı,seni bekleyen başka bir liman varken ve ben şaşkınım şimdi,tam da “Bu limana başka gemi yanaşamaz” derken…Son çarpmadan sonra daha onaramamışken bile gemiyi,niye geldin ki buraya,öbür liman öyle cafcaflıyken…
Yine buradaysam işte; gelmişsem Beşiktaş’tan; yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan. “Vakit tamam.Akşam diyordun,işte oldu akşam…”Gerek de yoktu gerçi akşam olmasına,seni tanıdığım günden beri karanlıktı zaten her dakikam.Hayatımı kararttın diyemem,ama karanlık bir hayat yaşattın aydınlıkların içinden süzülüp ve ben hala sana mutluluklar diliyorum; sana sevinip kendime üzülüp…Mutluluklar! Mutluluklar…Nerde o eski mutluluklar…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!