KURBANLIK
İlkbahar mevsiminin ılık meltemleri, yeşil çayırlar üzerinde sessizce salınıyordu.
Sarı gelincikler; ılık meltemin narin salıntısı karşısında hafifçe boyunlarını büküyorlar, ince ve zarif bedenlerinde farklı şekiller oluşturuyorlardı.
Tabiatın bu karşı konulmaz tavrına ebegümeçleri, madımaklar, ince uzun çayır otları “bizde buradayız” diyerek, karşılık veriyorlar henüz toprağın altından uzatmış oldukları kafalarıyla, ılık güneşi selamlıyorlardı.
Henüz yeşermeye başlayan çayırın kenarından, köyün deresi; önüne katmış olduğu kar sularını çılgınca sürüklüyor, ağaç kovuklarının içinden köklerin altından geçiyor, henüz oymuş olduğu toprak oyuklarında anaforlar oluşturuyordu.
Kenarlarını oymuş olduğu ağaçların etrafını fır dolayı çevirerek, küçük adacıklar oluşturuyordu.
Bulanık kar suları; köyün yukarılarından getirmiş olduğu ağaç köklerini, naylon poşetleri, teneke kutuları, yırtık çuvalları içerisinde yuvarlıyor, bükler içerisinde oluşturduğu girdaplarda kaybediyordu.
Küçük Ahmet’in o gün, annesi, babası, büyük babası kısaca bütün aile, ağaç kesip fidan dikmeye gelmişlerdi.
Daha doğrusu onlar fidan dikiyor, küçük Ahmet ise yeşil çayırlarda çiçek topluyor, arada bir derenin kenarına geliyor, amcasının ikazıyla tekrar çiçeklerin içine dalıyordu.
Ahmet; üç dört yaşlarında, yaşıtlarından kısa ve cılız, ince sesli cıvıl cıvıl bir çocuk olup babasının ilk oğluydu.
Amcası ikide bir annesine “Çocuğa dikkat et” diye bağırıyor, devamlı gözü üzerinden ayırmıyordu.
Amcasının; nedense o gün üzerinde sebebini anlayamadığı bir huzursuzluk vardı. Hatta akşamdan o huzursuzluk içine girmiş bir türlü içinden atamıyordu.
Tarif edemediği bu duyguyu, bazen yoğun bir şekilde hisseder, gün boyu bu duyguyla savaşır, her an olabilecek olumsuz bir olayı bekler, genelde de bu hislerinde yanılmazdı.
Oldum olası bu duygu onda bir yeti halindeydi. Ta küçüklüğünde bu duyguyla tanışmış adeta onunla haşır neşir olmuştu.
Bezenleri bu hasletinden kendi kendine şikâyetçi olur “ keşke hiç hissetmesem” derdi.
Daha da ilerisi bu hislerini bazen çevresinde anlamaya çalışır, genellikle yanılmazdı. Bazı anları olurdu ki tek bakışta hükmünü verir, genellikle insanların gözlerinin içine bakar hissetmesi gerekeni hisseder, ekseriyetle bir daha ilgilenmezdi.
O günde amcası bu hisleri yoğun bir şekilde yaşamaya başlamıştı.
Ağaçlara dayadığı merdivenden hem ağaç kesiyor hem etrafı dikkatli bir şekilde izliyordu.
Bir ara elindeki testeresini su ya düşürdü. Suyun içinde, uzunca bir müddet uğraştı. Su neredeyse bir buçuk metreydi. Bir ara testere sopaya takılır gibi oldu, hafifçe suyun yüzünde görünüp yine azgın suda kayboldu.
Elinde sopa, hem testereyi arıyor hem de içten içe seviniyordu. “İnşallah hissettiğim bu idi” diye…
Sabırla aramaya devam etti. Nihayet sopaya takılan testereyi sudan çıkardı. Derin bir “oh” çekti.
Tekrar merdivene çıkıp yarım bıraktığı işle meşgul olmaya başladı.
Ama “yok”, içindeki huzursuzluk yine geçmemişti.
Bu sefer daha huzursuz olmaya başlamıştı.
Sürekli gözü, Küçük Ahmet’in üzerinde çalışıyor bir an olsun gözden kaybetmemeye çalışıyordu.
Çayırda ağaç dikmekle meşgul olan babasına, annesi yardım ediyor; büyük babasıyla, büyük annesi çayırda oturmuş onlara bakıyorlardı.
Bir ara Küçük Ahmet gözden kaybolur gibi oldu.
Annesi Ahmet’e sesleniyor, annesinin sesini duyan Ahmet, dereden uzaklaşıyor yine çiçeklerin arasında kayboluyordu.
Bir müddet sonra tekrar derenin kenarına geliyor, azgınca akan suyu seyrediyordu.
Bir ara “culup” diye bir ses işitti amcası, merdivenin üzerinden. Hemen annesine seslendi. “Ahmet nerede? ”
Ahmet’i göremeyen annesi hemen derenin yukarısına doğru ilerledi.
Bir anda annesinin feryadı etrafı yırtarcasına yankılanmaya başladı.
“Ahmet suya düşmüş! ”
Gözleri faltaşı gibi açılmış olan zavallı kadın, derenin içini tarıyor, çaresizce çırpınıyordu.
Amcası merdivenden aşağı atladığı gibi annesinin yanına koştu.
Bu arada suyun üzerinde; Ahmet’in tabanlarını gören zavallı anne kendisini derenin içine atmasıyla çocuğun tabanlarından tutması bir oldu. Anlık bir refleks hareketiydi. Azgın su göğsüne kadar çıkmış, Ahmet’i ise baş aşağı salınır bir vaziyette tutuyordu.
Olduğu yerde dikilip kalan annesinin; soğuk kar suları bedenini yalayarak çağlayanlar oluşturuyor derenin içerisinde tir tir titretiyordu. Kasılmış dudaklarından hiçbir ses çıkmıyor, kısık gözlerinde manasız bakışlar vardı. Baş aşağı tutuğu Ahmet’ten ne bir ses ne bir nefes vardı. Titrek gözlerle ağlamaya başlayan annesi belli belirsiz ağzından kelimeler dökülmeye başlamıştı ama ne olduğu pek anlaşılmıyordu.
Amcası suya atladığı gibi Ahmet’i bacağından tutu, sudan çıkardı. Ahmet soluk almıyordu.
Bu arada ağzından bir hayli su boşanan Ahmet’i amcası sırt üstü yatırdı. Bir iki doğrulttuğu gibi Ahmet gözlerini açıp ağlamaya başladı.
Bütün aile donup kalmıştı. Hatta büyük annesi ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bu arada gülme krizlerine giriyordu. Ağlıyor mu, gülüyor mu pek belli olmuyordu.
Amcası derin bir nefes almıştı.
Artık içerisinde huzursuzluktan eser kalmamıştı. Bütün sinirleri gevşemiş delice akan suya bakıyordu.
Biraz ilerde ki derenin, anaforlardan oluşturduğu girdaba baktıkça tarif edilmez bir acı hissediyor belki de…
“Şükür Allaha bu da geçti.” Derken kendi kendine, hala büklerden büyük bir gürültüyle çarparak akan suya bakıyordu.
Büyük babası hemen bir kurban adağın da bulundu. Öğlen namazı için abdest almaya giderken “Kurbanlık oldu bu çocuk” diyordu.
Ertesi sene.
Aynı çayırın yukarı tarafları.
Kır yapmak için toplanan ailenin fertleri; kimisi semaveri yakıyor kimisi sofra kurmakla meşgul…
Küçük bir su arkının başında dikilen Ahmet; küçük, cılız parmağıyla, annesine hem işaret ediyor, hem sesleniyor.
—Bak anne boğu boğu.
— Bak anne boğu boğu.
Vasfi OKUR
Vasfi Okur
Kayıt Tarihi : 6.12.2010 14:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
kendisi
![Vasfi Okur](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/12/06/kurbanlik-4.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)