Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah (c.c.) Kurân-ı Azîmüşşân vasıtası ile kullarını muhatap alıp onlara yol gösterir. Bu onlara kıymet verdiğinin ifadesidir.
Kurân-ı Kerîm, Yüce Kitâbımız, bu sebeple hayatımızın her alanını doldurması ve yönlendirmesi lazım gelen rehberimizdir. Varoluşumuzun sebebini, hayatımızın gayesini, bu dünyaya neden geldiğimizi, kimin bizi bu dünyaya ne amaçla gönderdiğini ve bu dünyada nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini bizlere tarif eden, bize Yaratıcımızı tanıtan ve bizi Ona sevdiren klavuzdur.
Kâmil insan olmanın şifreleri dişlilerine kodlanmış bir anahtardır...
Rehberdir Kurân-ı Kerîm, klavuzdur...
Bu dünyaya bir canlı varlık olarak gelmiş olmak, bir beyin ve bir akıl, bir şuur sahibi, hepsinden öte düşünen, idrak eden, kıyaslayan ve değerlendiren bir varlık olmak. Geçmişle ve gelecekle bağlar kurabilen, bir anda hayali ile milyonlarca yıl ötesine gidebilen, akıl almaz, olağanüstü bir yapıda olan insan...
Acaba bu kadar kompleks bir yapıda, mükemel donanımlara ve sınırsız kuvvelere sahip olarak yaratılmış bu varlık, yani insan, önünde bir yol haritası olmasa idi bütün bu sonsuz, sınırsız kabiliyetlerini, bu fâni ve sınırlı dünya hayatının dar kalıplarına nasıl sığdırabilirdi? Nasıl tatmin edebilirdi sınırsız duygularını sınırlı bir âlemde?
İnsan, hayvan gibi de değildir ki, hırsı, ihtirası ve nefsî temâyülleri bir karın doyurma ile bitsin. Eğer önünde, onu doğru yönlendirecek, sonsuz olan hislerini ve heveslerini eğitecek, onu ikaz edecek, zaman zaman korkutup, zaman zaman müjdeleyip teşvik edecek bir rehber olmasa asla hırslarına gem vurulamaz bir canavara dönüşür, bu dünyayı da vahşet ve karmaşa yeri haline getirebilir.
İnsana verilen bütün duygular, hissiyâtlar, kuvveler, istidâtlar öyle bir mihenge vurulmalı ki; hem nâkıs kalmaktan ve körelmekten kurtulup, inkişâf edebilsin, hem sahibinin ruhunu bu dar dünya kalıplarından çıkarıp, ebedî bir âleme huzur ile uçurabilsin. Hem de sınırları belli olan bir âlemde sonsuz doyumlara ve lezzetlere ulaştırabilsin...
Kuran-ı Kerîm bir mihenktir..
Beden kafesine hapsedilmiş olan insan ruhuna nefes aldırıp, sonsuz ufuklar açarak bekâya dair müjdeler verir. İnsan fıtratında derc edilmiş olan sonsuzluk duygusunu besler ve doğru yönlendirir.
Yaradan yarattığını en iyi bilendir şüphesiz..
Bir üretici firma, fabrikadan yeni çıkan bir ürünün, nasıl çalışıp, nasıl faydalı olacağını veya nelerden, nasıl zarar görebileceğini bildiği için tüketicilere ulaştırırken, öğretici ve ikaz edici nitelikte bir de kullanma kılavuzu ilave eder yanına.
İnsan, Sonsuz Rahmet ve Merhamet Sahibi olan Rabbimizin en nadide eseridir. Cenab-ı Hak (c.c) , Bu nadide eseri yaratıp, imtihan dünyasına gönderdikten sonra, başıboş bırakmamış, tabir-i câiz ise kullanma kılavuzu olarak dönem dönem kitaplar ve sahifeler göndermiştir, Peygamberleri ile birlikte. Yoksa kendisine tamamen yabancı olan dünyaya gelen bir insan ne yapacağını, nasıl bir hayat sürdüreceğini bilemediği gibi ayrıca bir sürü tehlikeler de bekliyor olacaktır kendisini. Tabiatında derc edilmiş olan bir sürü istidâtlarının inkişâfı noktasında şaşırıp kaldığı yerde bu olağanüstü kabiliyetlerin yok olup gitmesi ya da sû-i ihtiyar ile kendisine ve başkalarına zarar veren tehlikeli bir hale dönüşmesi de sözkonusu olabilir. İnsan, İlâhî terbiye altına girmediği zaman en vahşi canavarlardan binlerce kat daha vahşi olabilmektedir. Nitekim her gün defalarca şahit olduğumuz hâdiseler bunun delilleridir.
İlâhî bir eğitimden geçirilip ahlâkı tesaffî ettiğinde, en mükemmel kıvam olan âlâ-yı ılliyyîne çıkabilme kabiliyeti olan insanın, bu eğitimden mahrum kaldığında ise esfel-i sâfilîne düşmesi de mümkündür.
Ahlâk ve karakterlerin mürebbîsi ve imân-ı kâmil müfessiridir Kurân-ı Azîmüşşân... O dengedir...
Kuran-ı Kerîmde bir çok âyet düşünmek anlamak, bilmek ve okumak ile ilgili olarak bizleri ihtar edici mâhiyettedir.
Yaradan Rabbinin ismiyle oku(*) ,
...De ki; hiç ibret almıyor musunuz? () ,
...Hiç akıl erdirmez misiniz? (*) ...v.s
İlk âyeti oku emri olan bir kitabın, defaatle bizleri ikaz etmesi hiç akıl dışı değildir. İnsan, nisyandır. Unutmak ve ikaz edilmeye ihtiyaç duymak tabiatında vardır. Onu şefkatle terbiye eden bir mürebbîyi hayatının her anında arar ve ister...
Hatırlatan, ikâz eden, müjdeleyen ve korkutandır O...
İnsan, kâinatın küçültülmüş modeli, kâinat da insanın devasa boyutlardaki halidir. Kâinat ve insan birbirine bağlı, birbirine dönük ve birbirinin içinde, girifttir. Muavenet ve mübâdeleyi birlikte yaşıyorken bir demdeme ve debdebeyi de birlikte algılar ruhu...
Atomu, gezegenden ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, bal arısını da güneşten bağımsız düşünmek imkânsızdır. Galaksideki en uzak bir yıldızın bizim için hayatî değeri vardır. Dünyanın öbür ucunda yetişen, adını bilmediğimiz, varlığından haberdar olmadığımız bir bitki nefes almamızı sağlıyordur ekseriyetle. Beynimizdeki zifiri karanlık gözümün nur kaynağıdır esâsen. Hiçbir ayrıntı boş, anlamsız, abes değildir. Âfâkî ve enfüsî âlemler her gün açılan yeni birer sayfa olarak küllî bir kitap şeklinde okunmayı ve anlaşılmayı bekliyor tarafımızdan. Bunu bize Kurân-ı Kerîm ilham ediyor.
Kâinat kitabının ve insan bilmecesinin tılsımlarını aralayan bir mütefekkirdir O...
Bu dehşetli asırda imtihanın en zoru ile karşı karşıya geldiğimiz, günahların ve isyanların çığ gibi büyüdüğü, ateş çemberlerinden geçerek, nefis ve şeytana karşı verdiğimiz mücadelede kaçıp, sığınacak, destek ve kuvvet alınacak bir melce aradığımız her zamanda, bizler için muhkem birer kala, zırh ve siper, Kurânın altı bin altı yüz altmış altı âyet-i kerîmesi olmalıdır.
İnsanlığın Selameti, necatı ve melcesidir. Hem emanettir hem emniyettir O...
Kuran-ı Kerîm, nerde, ne zaman, hangi oranda kalplere ilhamlar yağdırıyorsa sanki o vakitlerde hususî şekilde yeniden nazil oluyor gibidir. Herkes kendi kabiliyeti ölçüsünde istifade ettiği gibi, herkese açılan sırları ve tecellîsi de farklıdır.
Bazen olur ki; yıllardır okuduğumuz bir âyeti ilk kez görüyormuş gibi hayrette kalırız.. O âyetin tecelliyâtı o andır. İlâhî muhataplığın, hakk-al yakîn derecesine ulaştığı andır o. Tılsımların açıldığı, düğümlerin çözüldüğü an. O anda hayret makamına çıkmış olan kulunun kalbini feyizlerle dodurur Cenab-ı Hak. Hayret, hayranlığa inkılâb ettikçe açılmağa devam eder kapılar. Açıldıkça da hayretler ziyadeleşmeye... Bu hayret ve hayranlık, dönüşümlü şekilde sürer gider.
Dışarıdan bakıldığında bir çocuğun ya da bir meczûbun hali gibidir o hal. Kulun gönlüne dolan heyecanlar aklını başından almıştır. Bu hal ile gönlü kendisinden geçmiş, nefsin elinden kurtulup ruhun aldığı lezzetin peşine takılmıştır. İçtikçe susuzluğunun arttığını hisseder, susadıkça daha çok içer, doymak bilmez İlâhî ikramlara...
Manevî feyiz yağmurudur Kurân-ı Kerîm...
Bazen çisenti halinde, bazen de bardaktan boşalır gibi, sağnak sağnak...
İşte tam da o an, o insan için husûsî Kadîr Gecesidir..
Bir âyetin kalbe hakîkat noktasında tecellî ettiği, sırlarına vakıf olunan o an, Mîracıdır kulluk farkındalığının...
Kulun kendi Mîracıdır O...Mihrâbıdır...
O doyumsuz lezzetler, feyizler sağnak sağnak yağdırılıyorken, ruh beden kafesinden kurtulup, özgürlüğe kanat açmış bir kuş gibi çırpınır. Doyasıya çeker içine mânâ alemlerinin sonsuzluğunu. Sırlar açıldıkça daha bir derinleşmek ister ve doyamaz tadına bu tecellîlerin. Suya hasret kalmış, çatlayan bir toprak gibi emer iştiyâk ile..Aklın ulaşabileceği son noktadır hayret makamı..Bu sırdandır ki; Rabbim, hayretimi arttır, diye niyazda bulunmuştur Allah Rasûlü (s.a.v.) .
Her gün tekrarlanarak oluşan hâdiseler yepyeni ve değişik bir hâl alırlar gözlerde. Hakîkatte hep olan haldir o ama ülfet ve ünsiyet perdesi altında gizlendiğinden farkında olunamamıştır. Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakîkatler gizleniyor*, ifadelerini kullanır Üstad Bedîüzzaman Hazretleri (r.a.) bu hal için.
Perdeleri yırtan ve sırları açandır Kurân-ı Kerîm.. Fettahtır, gönülleri fetheder...
Biz milletçe aşık olmuşuzdur öteden beri Kurân-ı Kerîme. Îlân etmişizdir her fırsatta bu sevdamızı, lisan-ı hâlimizle. Kimimiz nağmelere dökmüştür sevdasını, adı Hâfız olmuş. Bülbül mîsâli şakıyarak okumuş, hıfz etmiştir her harfini, her harekesini. Kimimiz yazılarla ifade etmiştir, coşup taşan duygularını. Hattat olmuş. En güzel şekillerle tezyin etmiş, müzehhib olmuştur o aşk ile.. Yüreğimizden derlediğimiz çiçekleri sermişizdir önüne o yüce sevdamızın. Yüreğimizde yeşertmişizdir Kurân çiçeklerini...
Bu aşk ile yüzyıllar boyunca bu millet Hatt-ı Kuran-ı alfabesi olarak benimsemiş, onunla konuşmuş, onunla yazmıştır. Hatta öyle şecaat kahramanları yetiştirmiştir ki; ülkeler fethetmiş, zaman zaman canı pahasına ülkesinden önce Onu muhafaza etmiştir. Her adımını onunla atmış, her nefesini onunla almış. Her gittiği yerde, her fethettiği ülkede çağlar kapatmış, çağlar açmıştır...
Yürekleri de fethetmiştir Kuran-ı Kerîm ile..
Fatihtir O....
Oysa bugün bu şuurdan, bu hassasiyetten uzak, bu terbiyeden mahrum yetişen nesillerimiz var. Ruhunda açılan bu manevî boşluğu dolduramamanın sancısı içerisinde kıvranan, kendisini isyan rüzgârlarınının kucağına bırakıp ordan oraya savrulan va hayatı süflî işler içerisinde sefalet ile biten insancıklarımız. Bu manzaralar elbette içimizi acıtıyor. Nerelerden, nerelere geldik diye eseflenmemize sebep oluyor. Peki ya bu insanlara nasıl ulaşacağız? Nasıl bu acıları dindireceğiz? Sadece eseflenip durmak yeterli mi?
Elbette değil.
Tarihin tekerrür ettiğinden bahisle yeni bir diriliş müjdesi geliyor gözlerimizin önüne bu meyanda. Yine Kurân ile başlayacak ve yükselecek bir medeniyet...Yeniden cennet âlâ bir iklimde yeni heyecanlar ile îmânî ve Kurânî bir haşir gerçekleşmelidir. İctimâî hayatımız vahiy ile yeniden inşa edilmeli, Kuran ve sünnet ekseninde yeniden düzene girmelidir.
Toplumların irşâd, ihyâ ve haşr edicisidir Kurân-ı Kerîm...
Dikkat edin, kalpler ancak Allahı anmakla mutmain olur.
Rabbimizi tanımamızı, kulluk bilincine ermemizi, yaradılış gâyemizi bizlere bildirendir. Kalplere huzur, gönüllere sürûr, akıllara muallim ve nefislere mürebbîdir O...
Gayret bizlerden tevfik ve inâyet Allahtan.
Selam ve dua...
(*) Alâk Sûresi 1. Âyet-i Kerîmesi
() Müminûn Sûrei 85. Âyet-i Kerîmesi
(*) Yunus Sûresi 16. Âyet-i Kerîmesi
() Hadîs-i Şerîf, Kenan Rıfâî a.g.e s:286
(*) Risâle-i Nûr Külliyâtı; Mesnevî-i Nûriye, Emirdağ Lâhikası
() Râd Sûresi, 27- 28. âyet-i Kerîmeleri
Kayıt Tarihi : 21.7.2012 16:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!