Küp Şekerden Düşgen Şiiri - Reha Başoğul

Reha Başoğul
76

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Küp Şekerden Düşgen

-sanatsal aşkın sadece hissedilebilen matematiğine...-

sayısız Paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen...

Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
demir Parmaklıklı masmavi bir yerküreye
ölçtü biçti ve buldu kurbanını
beyninin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı'da tuttuğu sobalı bir kiralık dairede
hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle birlikte

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutmuş gibi yürüyen
çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
Çıkık Kutusundan çıkardığı
bir Kibrit Çöpü sayesinde çekti boğazına
kalın purosunun acı tadını
dansederken yüksek ökçeli topuklarıyla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramafondan uçurduğu Elmasları
girerken birer birer kulağındaki Çekmecelere
çaldı kapısını Çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan ateşle

oduncu gömleğinin arkasında
kenar mahallelerde inşasına başladığı
üçgen bir vücudu saklıyordu çember sakallı
gözyuvarlarının keşişti ayakkabı dolabının yanından
duvardaki sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebildi ancak ikisinin bacakları
ve sonunda iki dışbükey dudak
birleşti sobanın kenarında...
sütün bacaklı kadın
çözdü geceliğindeki fiyonkları
çıkardı başındaki kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donuna
oval bir öpücük izi bırakarak
yerleşiverdi aniden sandalyedeki adamın kucağına
çember sakallı erkek aldı eline buzları
ve dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış bir tekerlekler gibi
soğuk balkonun fayanslarına geçince
geldiler zurnanın son deliğine
pergel gibi açıldı kadının sütun bacakları
ve girdi çember sakallı erkeğin kamışı
karanlıklarla kaplanmış kadına özgü bir oyuğa
zevkten dört köşe oldukları anda
borazankuşu gibi inlediler balkonda
uçarken bütün aşk balonları orada
evin bacasına çarpan bir topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurlarının şablonlarını...

üzerinden silindir geçmişe döndü sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar soğuk göğsünde
yere düşürdüğü her bir gözyaşı
çözülmemiş bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

hiddetle koştu salonuna
ve buzkıracağıyla saldırdı aynasına
eline aldı yere düşen bir cam parçasını
ve sivri ucuyla yaklaştırdı bileğindeki damarlara
o sırada bir ağaçtan koparak
pencereden süzülerek girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
ardından
kış güneşi sarkıttı ışıklarını
Bir kağıt gemi gibi süzülen
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
tekrar baktı aynaya
ve aynı anda düşündüğü ölümden
teğet geçti, ışığını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halarak
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
bir cenaze arabasıyla
aldılar balkonda yatan çember sakallıyı
Ve yatırdılar minare gölgesindeki
hilal bayraklı tabutu
soğuk musalla taşına
dualarla gömüldü sonra
Dünya'nın kan çanağına dönmüş toprağına...

Tekrar dairesine döndü
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalmadığından olsa gerek
merak etti ne olup bitiyor diye
televizyon ekranına biraz gözgezdirerek...

tank sesleri
Top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
bir annenin sırtında herşeyden habersiz çocuk
üşümesin diye rulo yapılmış bir gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
tüm yaşadıklarından sonra
boğazında kelimeler düğümlenerek
kendi kendine söylendi olanlara
bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu
dolmakalemini çıkardı
ve yazdı zarfına koyup
kazık kadar adamlara yollanmak üzere mektubunu:

'ben elmas rüyaları olan
küreselleşme yanlısı
sütun bacaklı kübist bir ressam kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılan
küreselleşme karşıtı
çember sakallı bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
sizde bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mısınız
bir mozaik olarak yan yana? ? ? '

sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve ayrıldı bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen...

Reha Başoğul
Kayıt Tarihi : 3.2.2003 06:33:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Reha Başoğul