Kültürümüzde Şiiri - Âşık Enver Gürkani

Âşık Enver Gürkani
846

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Kültürümüzde

Kültürümüzde halk hikâyelerinin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu, hepimizin malumudur. Hikâyelerimiz, Hem tarih, hem de kültür bakımından, insanlara sayısız bilgiler sunmaktadır. Biz şimdi bu sayısız bilgilerin ışığından yürüyerek, geçmiş tarihimizden bir hikâye den söz edeceğiz.
Ülkenin birinde bir hükümdar hüküm sürermiş. Fakat hükümdar çok dertliymiş. Hükümdarlar da dertli olur mu? Demeyin, olur olur. Cenabı Allah bütün güzelliklerinin hepsini bir insana vermez. Bazı noksanlıklar olmalı ki, insanoğlu insanlığını bilsin. Noksanlıklardan münezzeh ancak Allah'tır. Hükümdarın dertli olduğu sey şu imiş. Yaşı hayli ilerlemesine rağmen, bu güne kadar çocuğu olmamıştı. Buda hükümdarı rahatsız ediyordu, oda isterdi ki, kendi oğlu olsun, o öldükten sonra yerine hükümdar olarak oğlu geçsin. İşte bu düşünceyle bir gün bahçede tek başına dolaşıyordu, derin düşüncelere dalmıştı, arkasında bir sesin geldiğini duydu ve o yöne döndü. Yaşlı bir kimsenin hemen yanında durduğunu gördü. Hükümdar seslendi, bre adam sen kimsin? Buraya nasıl geldin ve benden ne istiyorsun. Yaşlı cevap veriyor, hükümdarım, ben sizin derdinize çare bulmaya geldim. Hükümdar sorar, sen tabip misin? Yaşlı hayır efendim diyor. Hükümdar tekrar sorar, peki necisin? Yaşlı der ki, elimde bir elma var, bu elmayı ikiye bölersiniz, yarısını siz, yarısını da hanımınız yesin, iki oğlunuz olursa, biri sizin biri benim razı mısınız? Tabi bu durum karşısında hükümdar önce biraz düşünür, sonra kendi kendine şöyle der. Canım o zamana kadar kim ölür kim kalır. Tamam der hükümdar. Yaşlı son söz ünü şöyle bağlar. Hükümdarım ben gelmeden çocuklara isim koymayınız, isimlerini ben koyacağım der ve gözden kayb olur gider. Hükümdar elmayı ikiye böler hem kendisi hem de karısı o elmadan yiyeler. Zaman gelir hanımı doğurur, iki oğlan çocuğu dünyaya gelir. Hükümdar bayram ilan eder, yetimler giydirilir, fakirler sevindirilir. Arada zaman geçer oğlanlar büyümüş yirmi yaşlarına gelmişlerdir. Diğer yanda halk hoşnut değil, çünkü oğlanlar yirmi yaşlarına gelmelerine rağmen, hala isimleri yoktur. Hükümdar’a elçi gönderiyorlar isim koymak için. Hükümdar derki ben yaşlıya söz verdim o gelip isim koyacak. İleri gelenler derler ki, hükümdarım arada yirmi sene zaman geçmiş gelmediğine göre belki de yaşlı ölmüştür. Hükümdar şöyle diyor o zaman bir heyet kurulsun, iki güzel isim seçilsin oğullarıma verilsin. Heyet kurulur, isimler seçilmeye başlanır, tam o sırada yaşlı içeri girer. Derki hayrola hükümdarım, bu toplantının sebebi ne? Hükümdar diyor sen gelmeyince halktan yoğun istek geldi, bende yok diyemedim, çocuklara isim koyacaktık. Yaşlı derki hükümdarım zor bir iş değil ki, birinin ismi Hasan, birinin ismi de Hüseyin olsun.
Hasan’ı ver gideyim. Hükümdar, yaşlıyı vazgeçirme ye çalışıyor. İste ben den ne istersin, evet ben sana söz vermiştim, ama bilirsin ki, hiç kimse evladının kolundan tutup al sana demez. Yaşlı der efendim bizim sözümüz vardı. Kesinlikle razı olmaz böyle bir şeyin teklifi bile olmaz der hükümdar. Yaşlı bana müsaade deyip oradan ayrılır. Biraz sonra hükümdar'a haber verirler, efendim yaşlı Hasan'ı aldı gitti. Hükümdar küplere biner, oğlumu kurtarın, fakat sanki yer yarıldı ikisi de içine girdiler. Onlar Hasan'ı araya dursunlar,biz Hasan ile yaşlı' dan söz edelim. Yaşlı Hasanın kolundan tuttuğu gibi, bir anda Hasan kendini tanımadığı bir ülkede bul ur. Yaşlı Hasan 'ı bir dağın dibine getirir. Derki Hasan beni iyi dinle, kılıcını çek başımın üstünde salla. Ben bir şeyler okudukça, yırtıcı hayvanlar bize saldıracaklar, sakın sen korkma, sen korkmadığın müddetçe onlar sana zarar veremezler. Okumam bitince dağ da bir kapı açılacak, sen kılıcı yanıma bırak, oraya git kapıdan içeri gir, mağaranın içi kıymetli madenlerle dolu. Sen sağına soluna bakmadan, doğrudan doğruya git mağaranın sonunda altın bir masanın üst ünde ufak bir altın kutu var, onu al sağına soluna bakmadan çık gel, dediğimi yapmasan mağaranın kapısı kapanır, içerde kalırsın. Yaşlı başlar okumaya Hasan da onun başının üstün de kılıç sallamaktadır. O arada ne kadar canlı mahlûk varsa, bunlara hücum ediyorlar. Hasan yaşlının dediği gibi istifini bozmaz, neden sonra mağaranın kapısı açılır, Hasan kılıcını yaşlının yanına bırakır ve açılan kapıya doğru gider. Kapıdan içeri girer, evet yaşlının dediği gibidir, her türlü kıymetli şeyler vardır. O hiç birisine bakmaz doğrudan doğruya masanın olduğu yere gider, masanın üstündeki küçük kutuyu alır, gerisin geriye döner. Çıkmadan önce, kendi kendine der ki, yaşlı ne derse desin ben buradan bir şey almadan gitmem, bu hazinenin içinde eli boş dönmek deliliktir. Geri döner bir şey alayım derken, kapı birden kapanır kalır içerde, eyvah demek yaşlı doğru söylemiş ben şimdi ne yapacağım? Diye söyledi görelim ne söyledi:

Eyvah kaldım mağaranın içinde.
Acep bura bana mezar mı ola.
Kapısı yok girişi yok çıkış yok.
Acep bura bana mezar mı ola.

Yakın olsa anam babam arardı.
Bahçede güllerim soldu sarardı.
Yirmiye gelince ömrüm karardı.
Acep bura bana mezar mı ola.

Hasanın dağları hep boran olur.
Bir köşk kurdum şimdi o viran olur.
Ne sesimi duyan ne gören olur.
Acep bura bana mezar mı ola.


Diye dövünüp dururken, mağaranın bir köşesinde kulağına kıtırtı sesi gelir. Sesin geldiği yöne doğru gider dikkatlice bakar. Sesi çıkaranın bir tilki olduğunu fark eder, bu tilki buraya girdiğine göre, demek ki; buranın bir girişi çıkışı vardır. Hemen tilkinin kuyruğundan yakalar, tilki nereye oda peşine, tilki tam çıkışa gelir, tilkinin çıkacağı deliğe kendisi sığamaz. Mecburen tilkiyi bırakır, çıkma yollarını arar. Belinde bir hançer var, onunla deliği genişletir çıkacak duruma getirir, başını dışarıya uzatır bakar ki, her taraf uçurum olduğunu görür. Yukarı veya yan taraflara gitmek mümkün değil, uçurumun dibinde de göl var. Ya orada bekleyip ölümü tercih edecek, ya da aşağı göle düşmekle ölümü tercih edecek. Hasan düşünüyor, burada bekleyip günlerce işkence çekip ölmektense, kendimi aşağıya atarak bir anda öleyim daha iyi. Ve kendini aşağı suya bırakır. O esnada da yaşlı bir dana çobanı, öğle üzeri danaları gölün kıyısına getirmiş, danalar suyunu içmişler yatıyorlar, çoban da bir kenarda istirahat ediyor. Hasan yukardan aşağı suya düşünce, çıkardığı gürültüyle çoban o tarafa koşuyor, acaba ne oldu diye, tam sesin geldiği yere gelince, bir şeyin suda çırpındığını görür. İyice yanaşır, bir insan olduğunu fark eder. Yaşlı çoban, hemen yetişir Hasanı kurtarır bir kenara çeker ters çevirir, yuttuğu su akınca, Hasan kendine gelir. Yaşlı çoban sorar oğlum sen kimsin? Ne işin var bu kayada? Hasan şöyle der, amca ben yabancıyım, yolumu kayb ettim şu kayalardan geçerken ayağım kaydı suya düştüm, beni kurtardın sana minnettarım. Bunun üzerine yaşlı çobana şöyle der, madem senin kimsen yok, benimde çocuğum yok, sen benim oğlum olur musun? Hasan razı olunca çoban alır akşam evine götürür. Hanımına derki, hanım sen hep bir çocuk istiyordun değil mi? Hanımı da evet der. Yaşlı çoban der ki, al sana bir oğlan. Çoban olan biteni olduğu gibi kadına anlatır, kadın da buna çok memnun olur. Artık Hasan kendine bir yuva bulmuş ve işe başlamıştır. İlk etapta derki baba, bundan sonra danaları ben otlatacağım, sen yaşlandın artık sen istirahat et, yaşlı da olur der. Hasan danaları her sabah götürür otlatır akşam getirir. Bu böyle bir müddet devam eder. Bir gün danalar otlarken, oda bir kenarda oturur anadan babadan uzak, içinde yangın var, söyler görelim ne söyler:

Vatanım nerede ya ben nerdeyim
Karşı dağlar bizim dağlar mı bilmem
Her bir günüm zindan ahu zardayım
Anam benim için ağlar mı bilmem

Dertli başım yine hayale daldı
Şu ayrılık erken kapımı çaldı
Kavuşmamız her hal mahşere kaldı
Yârim karaları bağlar mı bilmem

Garip bir hasanım olmuşum deli
Kim bilir ilerde ne olur hali
Gurbet ellerinde ben bir zavalı
Deli gönlüm yine çağlar mı bilmem

Deyip kesti. O arada elini ceplerine gezdirirken, birden eli cebindeki kutuya takıldı, çıkardı kutuya bakınca kendi kendine şöyle söylendi, bu kutunun yüzünden nerde ise ölüme gidecektim, bunun içinde ne var acaba? Kutuyu açar açmaz, içinde kırk tane peri kızı çıkar, Hasanın etrafında oynarlar, dans ederler, kutuya girerken de Hasanın dizine birer tane altın bırakırlar. Hasan der ki, bu güzel oldu, demek bunun marifeti buymuş. Akşam danaları getirdikten sonra, derki baba artık çobanlık yapmayacağız. Yaşlı aman evladım olur mu? Bu güne kadar getirmişiz, hakkımızı alacağımız sırada niye bırakalım, sen bıktıysan, ben devam ederim, sen rahatına bak. Hasan der baba şakam yok, tek söz bırakıyoruz. Yaşlı gider karısının yanına dert yanmaya başlar. Gördün mü hanım başımıza geleni, elin oğlunu evlat edindik, oda ekmeğinize mani oldu. Kadere rıza göstermekten başka çare yok. Ertesi gün herkes danalarını toplama yerine getirir, fakat ortada çoban yok, hastamı nedir bakalım diye, çobanın kapısına gelirler sorarlar, çoban der ki, ben bu işi bıraktım. Sebebini sorarlar, bıraktım der başka söz etmez. Adamlar derler ki, biz sana para vermeyiz, başka çoban tutar ona veririz deyip, ayrılıp giderler. Karı koca bir kenara çekilip, kara, kara, düşünmeye başlarlar. Öte yanda, Hasan varır yanlarına, ana baba kalkın çarşıya çıkacağız. İkisinin kolundan tutar çarşıya çıkarlar, bir mağazaya girerler derki, gözünüzün tuttuğu gönlünüzün istediğini seçin. Bunları güzel giydirir, evin ihtiyacını temin eder, geri dönerler. Karı koca anlarlar ki, bu oğlan da bir iş var. Bir zaman sonra, Hasan derki baba, git bu ülkenin mimar başı kimse bana getir. yaşlı gider arar ve bulur mimarı getirir. Hasan şu talimatı verir, sen paradan korkma, hükümdarın sarayı nasıl ise, aynı projede bana bir saray yapacaksın ve kısa zamanda bitecek. Mimar zaman geçirmeden işe koyulur, kısa zamanda işi bitirir teslim eder. İş bitikten sonra, Hasan babasına gider derki, baba git bana hükümdarın kızını iste. Yaşlı hay, hay oğlum, hükümdar senden iyisine mi verecek, gider kızı ister, kısa zamanda da düğün yapılır, bunlar muratlarına kavuşurlar. Biz şimdi biraz soluklanalım, görelim bu sefer Gürkani ne söyler, söylesin sizin sağlığınıza.

İNSANLIKTA ÖLDÜMÜ

Gelin aldanmayın fani dünyaya
Dünya Sultan Süleyman’a kaldı mı
Tövbe edin sığınınız Mevla’ya
Lokman ölümüne çare buldu mu

Ecel yakın iki kaşın arası
Her canlının mutlak gelir sırası
Bizim gerçek hak evimiz orası
O tarafa giden geri geldi mi

Nice oldu dünya benim diyenler
Başlarına altın taçlar giyenler
Ebedi mekana göçüp gidenler
Bir kefenden başka bir şey aldı mı

Hanı nice oldu mahmurlu yurtlar
Şimdi yuva yapmış içinde kurtlar
Hüküm süren Firavunlar Nemrutlar
Onlar bu dünyada abat oldu mu

Gürkani der düşün Allah aşkına
Ecel çevirmez mı seni şaşkına
Öyle ise elin uzat düşküne
İnsan ölür insanlıkta öldü mü

Bir gün Hasan gelir babasının yanına, der ki, baba, bana hakkını helal et, ben karımı alıp vatanıma gitmek isterim. Babası ve anası derler ki, oğlum üzülürüz ama seni yolunda alıkoyamayız, çünkü senin gerçek anan baban yolunu gözlemekteler, yolun açık olsun, ne diyebiliriz. Hasan gider kayınpederinden de izin alır, hükümdar Hasan ve kızını korumak için, yanlarına bir manga asker verir. Başındaki komutana derki, bunları sağ salim memleketine götürdükten sonra, dönüp gelirsiniz. Hasan ve karısı herkesle vedalaştıktan sonra, yola çıkarlar. Şehrin dışına çıkınca, Hasan komutanı çağırır yanına, getir şu kâğıdı, imzasını atar, siz beni memleketime götürdüğünüzü, kabul ediyorum. Ve hepsine de ayrı, ayrı, harçlık veriyor, bizimle geleceğiniz zamanı evinizde geçirin. Askerler çok sevinirler, onlar evlerine gitsinler, biz Hasan ve karısını takip edelim. Hasan karısını yanına almış, gönül rahatlığıyla yoluna devam ediyordu. Tam şehrin çıkışında, bakıyor ki, iki kişi bir cenazenin boğazına ip takmışlar, yerden sürüklüyorlar. Hemen önlerini kesiyor, yahu siz ne yapıyorsunuz, sizin bu yaptığınız insanlığa sığmaz, ayıptır, günahtır, Allahtan korkunuz yok mu? Adamlar derler arkadaş, sen bizim işimize karışma, bu ölmeden önce, bize üç altın borcu vardı, borcunu ödemeden öldü, bizde böylelikle hakkımızı alıyoruz. Hasan hemen çıkarır üç altın verir, alın bu sizin hakkınız ve şu üç altında vereyim, bu cenazeyi gene çıkardığınız yere gömün. O adamlar alacaklarını alınca sevinirler, onlar o ölüyü gömmeye dursunlar, biz Hasanı takip edelim. Hasan artık rahat bir şekilde, yoluna devam ediyor. Ne kadar yol gitmiş orasını Mevla bilir. Bir ara bakar ki, arkadan bir adamın geldiğini fark eder. Adam yaklaşır selam verir, kendisini tanıtır, der ki, benim adım Ömer. Hasan da kendini tanıtır, Ömer sorar kardeş yolun ne tarafa? Hasan gideceği yeri ona söyler. Ömer der ki, bende o tarafa gidiyorum, ikimiz beraber olursak, daha emniyette oluruz. Hasan da itiraz etmez ve bunlar kardeş gibi yoluna devam derler. Yine gürkani sazını alsın dokunsun söylesin yurdumuz milletimiz var olsun. âşıkların sazları susmasın.
BENİ

Ustam vardı gayet yaşlı
Alıştırdı saza beni
Yolun tören böyle dedi
Alıştırdı söze beni

Sohbet ettim mertler ile
Gezdim nice fertler ile
Talih bazen dertler ile
Getirdi yüz yüze beni

Engin tuttum kendi kendim
Yaş geçince ben tükendim
Birisine çok güvendim
O hep yaktı köze beni

Bu âşıklık güzel nimet
İsteyerek ettim hizmet
Bilinmese kadir kıymet
Korkarım ki üze beni

Ne olursa olsa tenim
Bozulmamış şükür genim
Soyum sopum paktır benim
O bağladı öze beni

Başım diktir anlımda ak
Böyle devam eder mutlak
Dilerim ki Cenabı Hak
Yoldaş eder size beni

Gürkanider bak hevese
Selam olsun tüm herkese
Kadir Mevla’m istemezse
Kim getirir dize beni

Ömer ile Hasan birde Hasanın hanımı, bunlar günlerce yol yürüyorlar. Bir gün yolları bir vadiye düşer, vakitte akşam olunca, bir yerde çadırlarını kurup orda geceyi geçirmek isterler. Akşam yiyip içtikten sonra, sıra yatmaya gelir. Ömer derki kardeş burası tekin yer değil, birimiz nöbet tutacak. Hasan derki, sen yat ben nöbet tutarım. Ömer itiraz eder, hayır sen evli adamsın, siz yatın, nöbeti ben tutarım. Hasan kalkar yatar, Ömer nöbet tutmaya başlar. Gecenin bir vaktinde, dağda bir ses gelir, biri Hasana küfür ede, ede geliyor. Ömer hemen kılıcını çeker, yarı yolda gelen adamı karşılar, dur bakalım sen kimsin? Kardeşim ve gelinim uyuyorlar, onları rahatsız edeceksin. Karanlıkta görünmeyen o sesin sahibi der ki, sen çekil aradan, senin ile bir işim yoktur. Ömer bakar ki, bunun niyeti kötü, hemen kılıcını çeker boynuna çalar, kafa bir yana vücut bir yana düşer ve orda bırakır gelir. Sabah şafak atmayla beraber, Ömer der ki, bunlar uyanmadan gideyim bir bakayım, gece öldürdüğüm ne idi. Ömer tekrar Olayın olduğu yere gelir bakar ki, yerde bir iki damla kan var, başka bir şey yok. Ömer geri döner. O zamana kadar da Hasan ile hanımı kalkmışlardır. Ömer, Hasana bu olaydan hiç bahs etmez. Vakit gelmiş gene yoluna devam ederler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda, yine akşam olur, bir yerde mola verirler, yiyip içtikten sonra, yatma zamanı gelir. Hasan der ki, kardeş nöbeti bu gece ben tutacağım. Ömer gene kabul etmez. Hasan ve hanımı yatıktan sonra, Ömer nöbetine devam eder. Gene gecenin bir vaktinde, aynı adamın sesi gelir. Ömer hemen yarı yolda karşılar, bir şeyler anlatır, onu ikna edemeyince, çeker kılıcını boynuna atar, kafa bir yana, vücut bir yana düşer. Ömer geri döner gelir. Sabah olmuş, Ömer bu konudan da hiç bir şeyden söz etmez. Yollarına devam ederler, vakit gene akşam olur, yatma zamanı gelince, Hasan der ki, kardeş bu gece nöbeti ben tutacağım. Ömer ben tutacağım dediyse de, Hasan inat eder. Ömer’in yapacağı bir şey yok, Hasana söz geçiremeyince, peki der gider yatar. Hasan nöbette iken gecenin bir vaktinde, dağda birinin bağıra, bağıra indiğini fark eder. Hemen kılıcını çeker önünü keser der ki, sen kimsin? Ne bağırıyorsun, hanımım ve kardeşim uyuyorlar, onları rahatsız edeceksin. Adam diyor ki, ey Hasan, ben seni gökte ararken, yerde buldum, daha seni bırakır mıyım? Hasan kılıcını çeker, bunu sen istedin, tam adamın boynuna çekerken, adam Hasana öyle bir tokat atar ki, Hasan neye uğradığını şaşırır ve yığılır kalır. Birde gözünü açar ki, vakit öğle olmuş. Demek o kadar zaman baygın yatmış. Hemen koşa, koşa çadıra gelir ve beyninden vurulmuşa döner. Çünkü çadırın içinde hanımı yok. Ömer’in çadırına bakar, Ömer ölü gibi yatmaktadır. Ömer’i uyandırmaya çalışır, ne mümkün, Ömer’in uyanacağı yok. Zaten Ömer yatmadan önce uyarmıştı, ben uyursam beni kolay, kolay uyandıramasın demişti. Ancak bir taş kafama vurursan öyle uyanırım. Hasan Ömer’in dediklerini hatırladı, yerden bir taş aldı Ömer’in kafasına vurdu. Ömer birden yerinden sıçradı, Hasan, adam gelini götürdü mü? Hasan derki sen nerden biliyorsun? Ömer de diyor ki, Hasan, Allah iyiliğini versin, sen bırakmadın ben bu gecede nöbet tutayım. O insanı iki gecedir kafasını uçuruyorum. Bu gecede vursaydım, sihir bozulurdu bizde kurtulurduk. Evet, yine bir soluklanma vakti geldi. Gürkani devreye girsin, özünden bir şeyler çalıp söylesin, dinleyenlerin afiyetine.

Dedim
Dedim hanı çiçeklerin açmamış
Dedi zamanı var bu mart değil ki
Dedim niye rengin sararmış solmuş
Dedi bu benimki az dert değil ki

Dedim sana derler güller perisi
Sensiz gitti bu ömrümün yarısı
Ayırmak istiyor bizi birisi
Dedi o namerttir o mert değil ki

Dedim sana kavuşmaktır emelim
Fakat imkânım yok bağlandı elim
Ben fakirim ne param var ne malım
Dedi sen üzülme o şart değil ki

Dedim elde değil düşmüşüm aşka
Seven sevdiğine kavuşsa keşke
Artık yar sevemem ben senden başka
Dedi sevdiğim er namert değil ki

Dedim Gürkani yem kızmak istemem
Senden ayrı yerde gezmek istemem
Bir tanesin seni üzmek istemem
Dedi senin huyun hiç sert değil ki

Âşık Gürkani

Şimdi develeri emniyetli bir yere bırakalım, onlar orda otlasınlar biz gelene kadar. Ve develeri emniyetli bir yere bıraktıktan sonra, aramaya çıkarlar. Ne kadar gezmişler orasını Cenabı Mevla bilir, bir tepeye çıkarlar, uzakta ince bir dumanın göğe doğru yükseldiğini görüyorlar. Ömer der ki, Hasan bizim aradığımız yer orası, çünkü bu dağlarda ancak o canavar insan yaşayabilir. Dumana yaklaşırlar evet Ömer yanılmamış, kulübenin içinde Hasanın hanımı var. Hasanın hanımı bunları görünce ağlamaya başlar, ne olur beni kurtarın. Ömer derki, bacı beni iyi dinle, biz şu haliyle seni kurtaramayız, çünkü yaşlı etrafını sihirlenmiş.(Bu adam vakti zamanında Hasanı kaçıran adamdır.) Yaşlı akşam eve geldiği zaman. Sen ona deki, sen ava çıkıyorsun vaktin geçiyor, ben burada akşama kadar sıkıntıdan patlıyorum, senin bu kadar yaşamanın sırrı nedir onu bana anlat, hiç değilse biraz sıkıntımı gidermiş olurum, de öğren bana anlat. İki kere kafasını uçurdum ölmedi belki böylelikle onu ortadan kaldıra bilirim. Ömer bunu dedikten sonra, hasanla beraber ortadan kayb olurlar. Akşam yaşlı gelince, gelin der ki sen beni hapis ettin, bari bana sırrını şöyle sen gelene kadar bende böyle eğleneyim. Yaşlı diyor bu senin sözün değil, bu Ömer’in sözüdür. Ben gene de söyleyeyim, Ömer’in gücü yetiyorsa beni öldürsün. Denizin ortasında küçük bir ada var, o adada bir vahşi inek yaşıyor, adanın ortasında tek bir çeşme var. İnek öğleye doğru gelir, o çeşmede şu içer. Ömer’in gücü yetiyorsa adaya gitmeden önce, kırk kilo yün, kırk kilo karasakız, kırk şişe şarap, alacak adaya gidecek, çeşmenin önünde bir oluk yapacak, çeşmenin suyunu kesecek, oluğa önce yün döşeyecek, sonra şarap kaçmasın diye karasakızla sıvayacak. Öğle sıcak bastığı zaman, inek su içmeye gelecek. Şarap kokusunu alınca, ortalığı bir birine katacak, eğer o anda Ömer’i bulsa parçalayacak. İnek çeşmeden uzaklaşacak, fakat bir müddet sonra, susuzluğa dayanamayarak, geri dönecek, oluktaki şarabı içecek, şişince kaçamayacak, işte o zaman, Ömer’in gücü varsa, ineği orda öldürsün, ciğerini getirip burada pişirirse, hem sihir bozulur, hem de ben ölürüm. haydi gücü varsa yapsın. Ertesi günü gelin Ömer’e olduğu gibi anlatır. Ömer hemen vakit geçirmeden işe koyulur, yaşlının dediği gibi yapar. ömer ciğeri çıkarır çıkarmaz, yaşlı sezer ki can gidiyor, kulübeye koşuyor gelini öldürecek. Çünkü bu işe o sebep oldu. Daha o kulübeye varmadan Ömer yetişiyor. Yaşlı eşiğin dibine yığılıp kalıyor. Yalvarıyor ciğerin bir parçasını ağzıma atın ben böyle yattığım yerde yaşayayım. Hasan yalvarmasına dayanamıyor, ağzına atmak ister fakat Ömer mani olur. Eğer ağzına ciğeri atarsak bu dirilir hiç birimizi sağ komaz. Neticede yaşlı ölür herkesin yakası kurtulur. Yaşlı geline dokunmamış.(şunu da söyleyelim bu işi Ömer’den başkası yapamazdı) Ömer gelini kurtardıktan sonra, nasıl olsa yaşlı da öldü, artık bir engel kalmadı ve geri develeri bıraktıkları yere dönerler. Yükleri yükleyip yola düşerler. Bundan sonra ne kadar yürümüşler orasını Mevla bilir. Nihayet bir yere gelirler, Hasan der ki, kardeş şu görünen şehir benim memleketim. Bunun üzerine Ömer der ki, kardeş benimde işim burada bitti. Hasan niye bitsin ki? Gidelim seni babamla tanıştırayım, eğer devamlı kalırsan babam sana güzel bir iş versin. Ömer diyor kardeş ne yazık ki, bunların hiç biri mümkün değil. Hasan sebebini sorunca, Ömer şu cevabı verir. Derki hani sen şehirden ayrılınca, iki kişi bir cenazeyi sürüklüyorlar di ya, işte o cenaze benim. Sen beni kurtarınca bende Rabbime niyazda bulundum, bana müsaade et ben borcumu ödeyeyim. Rabbim da buraya kadar müsaade etti. Bana son bir görevinizi yapın beni gömün. Ömer böyle dedikten sonra tekrar Hakkın Rahmetine kavuşur. Hasan ile karısı çok üzülüyorlar fakat yapacakları bir şey yoktur. Ve Ömer’e son vazifelerini yaparlar, Ömer’i defin ettikten sonra, yoluna devam ederler. Hükümdara müjdeyi verirler bunlar yeniden birbirine kavuşurlar bayram ederler yedi gün yedi gece yeniden düğün yapılır mutlu bir şekilde muratlarına ererler.

Gürkani söyledi size hikâye
Para pul yok bu işlerde sermaye
Biraz bilgi biraz hayal ürünü
Esas maksat hisse kapmaktır gaye

Âşık Enver Gürkani
Kayıt Tarihi : 26.1.2008 09:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Âşık Enver Gürkani