Küller Eski Yangından Kalmış 1…

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Küller Eski Yangından Kalmış 1…

Yangın içimde közlenmiş… Küller eskimiş yangınlarda kalmıştı...
Beni hak etmelisin diyordun eski mektuplarının birinde…
Beni hak etmelisin, ilk okunduğunda veya ilk okuduğumda, ucu açık bir cümle gibi düşündüm…
Neyi ne kadar hak etmek ve yanına hangi düşünceleri sahiplenmem gerekiyordu bu ilk cümle ile…
Neyi ne kadar hak etmek ve yanına hangi düşünceleri sahiplenmem gerekiyordu bu ilk cümle ile…
Aslında bildiğim tek bir olgu vardı hak etmem konusunda, sadece yaşamımın içinde olan nefes almalarımdı, hak edebileceğim çünkü bu nefeslerle adım atabiliyor veya düşünebiliyordum…
Bu cümleyi destekleyen tek cümle sağlığımdı. Ve sağlıklı düşünebiliyorsan yaşamın kolaylaşacaktı…

Ve bu yaşamın içinde var oldukça hak edeceğim yaşamdı yaşayabildiğim kadar…
Şimdilerde düşünüyorum da yaşamımın en önemli etkeni sendin sevgili sendin…
Işığım olduğun kadar ışığın kararttığı zamanlardaki çıkışlarınla nefes almalarımı zorlaştıran elbette ki tek etken sendin ve bu şartlarda hak etmem seni ne kadar gerekliydi…
Hak etmenin yaşam öyküleri neydi? Hak edilmen için boyun eğmelerim mi gerekliydi, sana yoksa asileşip kendi bedenimi yıprattığım gibi seni de mi eksiltmem gerekliydi?
Zaten boyun eğdiğimiz hak edilmiş sevginin çemberinde yaşıyorduk ve bu anların limiti olan saygıydı sevgiye seni hak etmenin kuralı ama bu kural hiç emrivaki şartlarla geçerli olamazdı…

Çok incindik yaşamdan derken bile hâlâ incinmekle dört duvar arasına sıkışmış gibi daralıyor dünya bana…
Yaşamın tüm puslu karartılarının etrafına yığıldığı an zamanlarının çoğuna çöreklenmiş kasvetlerin kırık dökük gölgeliklerinde var olmaya çalıştım yıllardır…
Tüm umutlarımın düştüğü zamanlarda çıktın karşıma ve ben sana şuursuzca inanmışlıkla bağlandığım zaman ertesini yaşıyorum şimdi…
Neler yaşandı, neler görüldü artık umurumda değil sadece, sadece senin geçmişteki varlığının çok fazlasını taşıyorum omuzlarımda…
Her şeyin çok eskide kalmış olmasına rağmen bu günlere sarkan bu bezmişlikle yaşamın kuraklığında varım sanki…
Belki de gecelerin ağır basan sarsıntıları beynimde dönüşürken sadece istediğim bu kâbusların artık tükenip gömülmesi gerek bir geçmiş olduğunu kabullensem de, aldatılmışlıklarla çoğalmış bir yaşamın içinden sıyrılmak pek de kolay değildi…

Sadece öksüz zamanların tortuları asıldı sanki boynuma…
Her düşüncenin arkasına sığınmış sen görüntün sanki hâlâ hayatımı karartma çabasında…
Belki de tüm özveriler tükendi yaşamda kalan zamanlarımda…
Sanki tüm ışıkların söndürülüp, sadece karanlığın sesini dinleme zamanım ki, artık tüm ayrıştırmak istediğim seslerden kurtulma isteme zamanı…

Geri kalanlara, elde kalanlara baktıkça, zamanın bu gününe kadar, aldatılmışlığıma veya güven duyup da birliktelikle nefes aldıklarımın tavırlarına bakıyorum da, garip bir eksilme hissediyorum hayatımdan…
Kimdiler onlar ve yaşamıma etkileri ne kadardı bunların diye düşünmenin anlamının olmadığı bir zaman yaşamak istiyorum artık…
Beni eksiltenlerle eksildiklerime bakıyorum garip bir gülümseme oluşuyor içimden yüzüme akseden…
Hâlâ haber beklediklerimi de düşündüğümde ise onlara verdiğim değer fazlalıklarına gülümsüyorum…
Kural bu yaşamda ve en yakınındaki darbe ile vuruldukça, sarsıldıkça, uzaklara, çok uzaklara bakmak istiyorum…

Onlar en güvendiğim en can yanımdakilerdi çoğu zaman…
Ve en can yanımdakinden yediğim şaşkınlık zamanındaki an işte şu an içimde yangınlar oluşturuyor…
Ve onların yangınlarında nefeslerimle üflerken etkenlerini bu günlerin nefessizlik sebeplerimdi ortaya çıkan…

İşte bu kadar boşlukta dolaşırken aklıma ilk gelen sendin sevgili sen…
Geceler boyu, hız yapan aracımın içinde, soğuğun saçaklarda bıraktığı sarkıtların diplerinden sıyrılan soğuk dişlerimizde titrerken sen omzumda ağlardın, aracın kaloriferine sığınırdık.
Şimdi sormak isterim, neredesin ve sığındığın çatı altı nerede?

Öyle ya insan en dar zamanında terk eder diğer sevdiğini…
Şimdi Sezen Aksu’nun “eskidendi, çok eskidendi” şarkısını
dinlerken fark ettim ki “yangın içimde közlenmiş…”

Yalnız yaşamak, tek başıma hayatımın zamanlarına sağlığım el verdiği sürece, yaşamın her dakikasına ve her yerde hükmetmek idi…
Aslında bu olguya çalışmak beli zamanlar sonrasında zor olmasına rağmen, yaşamın bu kesitinde kararlı duruşlarla zor da olsa veya çok zorda olsa içinde kalınabiliyordu…
Düşünüyorum ki senli zamanlarımda hayata tutunuşum ve nefes almalarım gün gün kolaylaştıkça, daha sonraları başarılamayacak kadar zorlaşmıştı yaşamım şimdilerde o zor yaşanmışlıklarımı düşüncelerimden uzak tutmakla yaşamımı devam ettirmek biraz kolaylaşıyordu…
Ama herhangi bir yerde herhangi bir zamanda bir koku veya o yere ait bir görüntü muhakkak yaşamıma giriyordu…

Hele bir yolculukta yanıma aldığım bir içecek, derken, içecek olarak diyet cola gibi bir sıvı ki, onu nerede görsem, sevdim dediğim sen düşüyordun aklımı bulandırarak…

Daha sonraları önünden hızla geçilen yer, bir cafede oturduğum masanın? ? ? ? ? ? yiyecek olarak aldığım her hangi bir şey ve yürüdüğüm tozlu yollardaki banklar bir lokanta, bir kır kahvesi bir belde, uzaklardaki bir belde, bir şehir ve o şehirde veya o beldede aracımda çalan bir müzik hep beni alıp senli geçmiş o eski zamanlara alıp götürüyordu…
Bir yerdeki gece vakti tek lambası yanmayan bir elektrik direği ve onun yarattığı alaca karanlık, oraya bir bank altına sığınmış bir kedi, ansızın denizin kıyılığından havalanan bir martı beni hep senli zamanlara ulaştırdıkça içimden sanki kuşlar havalanırcasına, göçe yönelmiş kuş toplulukları gibi içim acı ile doluşuyordu…

Hele gece yolculuklarımda, bu zamanlarda içine düştüğüm otabanların yol kenarlarındaki kilometre taşları ile karşıdan gelen araçların ışıkları ile senin uyuklayan yüzünü ön koltukta görür gibi oluyorum…
İşte o anlarda hızımı duraklar gibi oluyorum senin eski zamanlarda omuzuma düşmüş uyuklayan gözlerini görür gibi oluyorum…
Issız bir sahilin akşamüstlerindeki martıların yuvalarına göç seslerini duydukça içimden bir gurbet özlemi koparcasına seni düşlediğim zamanları yaşıyorum bazı zamanlar…
Ve bu düşüncelerin arkasına sığınan senin bu şehirden göçüşün ve karanlık yapılarda yaşam da var oluşunu hissettikçe, öldüğünü sandığım zamanlardaki içimde oynaşan acılanma sebeplerini düşündüm…
Sen sevgili, kayboluşunla bana yaşattığın kayıp zamanlarımın acısını bu günlerde içimde hissettikçe, aynı acılar artık midemi bulandırıyor ve hayatımın geçmiş günlerini unutma çabası ile yaşıyorum bu zamanlarımı…

Bir şarkıda bir söz vardı, o sözü bana söyleyişini hatırlamam ve içinden tekrar etmeye çalıştığın “seni pamuklara sarmalasam” gibi sözlerin artık önemini yitirdiğini görüyorum…
Sen sevgili, beni soktuğun bu girdapta yaşamam artık her yıl sonu gibi acı veriyor bana…
Ve içimden yükselen öfkeler sanki hasret denizine gömülüyor…
Her an bir şeylerin geçmişte kalmış her şeyin bedelini bu günlerde ödetiyor yaşam bana…

Nihayet… Zaman bende her şeyi kazandı…
Özlüyorum şimdi acısız günlerimi…

O yıllarda yani, ben sen olduğum yıllarda, biliyordum ki benim ruhumla eşleşen sen ruhumun yaşamımızdaki birlikteliğiydi sevdim olgusuna eş değer olan…

İşte o zamanlardı yazdığımız aynı cümlede birleştirdiğimiz aynı ve aynı renklerin iç dünyamıza yansıyan huzuru, aynı yolculuk zaman ve yerlerin de hoşnut olduğumuz gece yarısı sonrası içilen çayların buruk tadını hissetmiş olması ve yaşamın an zamanlarındaki sevinçlerimizin benzer coşkusuydu bu günlere uzayan anılardaki unutamamazlıklar…

Ve geriye dönüş yaşam zamanları ki ardından gelen öfkelerin hayâl bozukluklarıydı yaşamı bu günlerimizdeki içsel acılanmalarımızın baş edilmez korkularımız ve yaşamdan adeta öfkeli zamanlarından var olma uğraşları…

Sevginin ruhsal acılanmaları ile oluşmuş mutlak öfkelerdi yaşamımın anlarını eksilten.
Darmadağın olmuş yaşamımın en berbat zamanlarındadır ki uzaktan duyduğum bir şarkının tek cümlesini nakarat haline getirdiğim bir çok zamanda tutunmuştum yaşama…
Tek bir cümle “bende seni çok sevmiştim” gibi tek cümleydi belki de bu acılı günlerin anlamını atıyordu ortaya, teselli vererek.
Ve zamana kızamıyordum, sevgililer her zamanın her anında, bedene verdiği acıların tek cümle ile tesellisi oluyordu bir şarkının nakarat cümlesi ile ve o cümle kararlılık cümlesi “senin olmaya geldim” gibi insanın beynini duraklatan cümle ise anılarda bile öfkenin tek taraflı olmasının anlamsızlaştırıyordu…

Öfke yaşayanların içinde ruhsal bir patlayıştır aslında olaylara karşı çaresiz kalışlarda…
Ben de sevdim derken ruhların eşleştiği duygusal yapının direncidir…

Ansızın gelmiştin bir gün bana. Son gününe kadar yaşadıkları, uzun süren acılanmalara sebep olmuşsa da uzun yıllar beraberliğimde haz duyduğum sevginin doruklarında heyecan verici nefesler almıştım…
Ve apansız gittin. Geriye yıkıntıları parçalanmış binlerce konuda acılanmalara sebep olmuştun…
Anladım ki, yaşamımın sonuna kadar unutulamayasıya acılanmalarla sürecek bu yaşam…
Sonuçta iyisi ile veya dayanılamayan bir yaşam var oldu yaşamımızda…
Sadece şaşkın ve üzgünüm geriye kalan nefrete çıkan bir yaşam dahi olsa yaşamda var olma gücü olan bir bedenle daha ne kadar sürecek bu hırpalanış belli değil. Belli olan sadece nefret edilmiş bir yaşamın tortuları veya geçmişe hayıflanacak bir ömrün çoğul zamanının boşuna tüketilmişliği oldu…

Evet ansızın çıktın karşıma ve girdin hayatıma ve apansız silindi varlığın yaşamımdaki öfkeye dönüştürülmüş bir yaşamın bundan sonrasına mutluluk dahil olmaz sanırım sana dahil anılarda… Yaşanan çoğu zaman hep acı hep hüsrandı senin doyumsuzluklarının sebep olduğu…
Sadece hayıflandığım seni sevdim demekle geçen yıllarımın anlamsız kalışıydı ve hoş kal cümlesinin bile gereksizliğiydi artık tek doğru cümle…

Aslında yazılan tüm cümleler benlikten kopuşlar veya hayal kırıklıklarının hükmettiği bir yaşama dönüş oluyordu…
Sağlıklı düşününce tüm ayrılıkların ardına yapışan acıların ömre uzayacağı yazılırdı çoğulda ama öfkenin ve nefretin ağırlıklı olduğu ayrılıklardaki hoşgörüsüzlük hüküm sürmesine kadar sürerdi bilinemezdi…

Bir gün daha kopup gitti hayatımdan umursamadan, ne sen kaldın içimde yarına ne de ben...
Kaç unutulmayacak an zamanlarını aldı içine düşündükçe geri geldi tüm eski görüntüler, yağmurlar çamurlar, omuzlarımızdan belimize sızan yağmur sularının soğukluğunun yanında senin ağlama seslerin gözaltına düşen parlayacak hale gelmiş gözyaşlarınla, içinin titreyişleri benim çaresizliklerim ve geçmişin kendinden vaz geçmiş üşengeç zamanlarına sığınmış gecenin sesine karışmış benim bedensel titreyişlerim...
Neresini örtünsek yamalı bohça, neresinden tutunsak kıvrılmış birbirine karışmış anılar ve benim vazgeçemediğim zamana sığan sen varlığın…
Önce birbirimize özlemle başlayan kavuşma zamanları ile el ele tutuştuğumuz, karanlığa siper olmuşluğumuzdaki kaçak nefeslerime gömülmüş özlemişliklerim ile var güçle parmak uçlarımızın arasına sığmış avuç içlerimizden hasret fışkıran
ellerimizdeki avuçladığımız özlem…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 8.6.2016 16:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Çok incindik yaşamdan derken bile hâlâ incinmekle dört duvar arasına sıkışmış gibi daralıyor dünya bana… Yaşamın tüm puslu karartılarının etrafına yığıldığı an zamanlarının çoğuna çöreklenmiş kasvetlerin kırık dökük gölgeliklerinde var olmaya çalıştım yıllardır… Tüm umutlarımın düştüğü zamanlarda çıktın karşıma ve ben sana şuursuzca inanmışlıkla bağlandığım zaman ertesini yaşıyorum şimdi… Neler yaşandı, neler görüldü artık umurumda değil sadece, sadece senin geçmişteki varlığının çok fazlasını taşıyorum omuzlarımda… Her şeyin çok eskide kalmış olmasına rağmen bu günlere sarkan bu bezmişlikle yaşamın kuraklığında varım sanki… Belki de gecelerin ağır basan sarsıntıları beynimde dönüşürken sadece istediğim bu kâbusların artık tükenip gömülmesi gerek bir geçmiş olduğunu kabullensem de, aldatılmışlıklarla çoğalmış bir yaşamın içinden sıyrılmak pek de kolay değildi… Sadece öksüz zamanların tortuları asıldı sanki boynuma… Her düşüncenin arkasına sığınmış sen görüntün sanki hâlâ hayatımı karartma çabasında… mUSTAFA YILMAZ

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4