Kaf önce hafif hafif düşüyorsun sonra
kızıl kızıl dağılıyorsun elimde kalıyor iki nokta
atıp kırmızı bir gül kalbimin tam ortasına
kaçıyorsun mevsimlerden mevsimlere
tahtı çalınmış bir padişahım oysa
kayboluşunu arayan hesapsız yolculuklarda
Devamını Oku
kızıl kızıl dağılıyorsun elimde kalıyor iki nokta
atıp kırmızı bir gül kalbimin tam ortasına
kaçıyorsun mevsimlerden mevsimlere
tahtı çalınmış bir padişahım oysa
kayboluşunu arayan hesapsız yolculuklarda
XIV. yüzyılda Bağdat'ta doğmuş, Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüş tasavvuf şairi Seyyit Nesimî ile XVII. yüzyılda yaşadığı sanılan Kul Nesimi'yi birbirine karıştırmamak gerekir.
Asıl adı Ali olan Kul Nesimi'nin yaşamı pek bilinmiyor. Cahit Öztelli'nin yaptığı son araştırmaya göre, "XVII. yüzyılın ünlü Bektaşî ve Hurufî şairidir. Soyu XIV. yüzyılın ünlü şairlerinden ve Yunus Emre izleyicilerinden Sait Emre'ye dayanır, iran Safavi şahlarının Anadolu üzerindeki egemenliğini sağlamak yol ...
“Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” diyenin önünde diz çökülmez; söz tutulur.
Kul Nesîmî, neyi yaşadıysa onu söyledi.
Yalnızca şiir yazmadı; kendi benliğini toplumun yargılarına, ikiyüzlü ahlâk anlayışına karşı çıplak bıraktı.
Ve dedi ki:
“Ar u namus şişesini taşa çaldım — kime ne?”
Bu bir meydan okumadır.
Ama öyle fütursuz bir başkaldırı değil;
insanın içini kirleten değil, yüzünü hakikate çeviren bir direniştir.
Onun şiiri, kutsalı sorgulayan değil,
kutsal kisvesiyle halkı ezen ikiyüzlülüğü yerle bir eden bir sestir.
Çünkü o biliyordu ki:
“Aşk ile işlenen günah, ibadetten yeğdir bazen…”
Nesîmî’nin her mısrası,
bir medresenin taş duvarına da, bir meyhanenin tahtasına da aynı kudretle yazılır.
Çünkü onun kalemi,
saraydan değil; halkın vicdanından,
keremle yoğrulmuş bir meydan yüreğinden çekilmiştir.
O, şeriatın kıskacında nefes alan değil,
hakikatle yanan bir dervişti.
Melameti, af dilemek için değil;
kuldan utanmamak için giymişti.
Ve işte bu yüzden onu anlamayanlar,
ya dinden çıkarmak istediler…
ya da hayatından.
Ama o her defasında,
başını dara koyup yüreğini halka bırakanlardan oldu.
Boynu kıldan inceydi,
ama sözü paslı baltalara bile eğilmedi.
Şiirlerinde ne riya vardır ne de ödül beklentisi.
Söz, ya halkın elini tutar ya da tutmaz.
Onunkiler tuttu…
ve hâlâ tutmakta:
“Ey gönül, el aynasına bakmanın faydası ne?
Kendin kadrin bilmeyen ne bilir dostun kıymetin?”
Bu mısralar, 400 yıl sonra hâlâ
iktidarın kapısında ezilenin değil,
kapıyı yumruklayan hak erlerinin kulağında yankılanmaktadır.
Kul Nesîmî’ye selam olsun.
Aklı çelinenlerin değil,
yolu çileyle düzeltilmişlerin ozanıdır o.
Diz çökmedi, susmadı.
Saray kapısından girmedi,
ama halkın gönül kapısından hep içeri alındı.
Sana selam olsun Nesîmî,
diz çökenlere değil,
söz söyleyenlere yol gösteren ulu yürek…
Haydar Güner