Küçük Rüveydâ - Tevekkül (Hikâye)

Ayhan Yavuz Açıkgöz
718

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Küçük Rüveydâ - Tevekkül (Hikâye)

RUVEYDÂ

Küçük Ruveydâ dar sokağa saptı. Ayakkabılarının burun tarafı biraz açılmış, 'buna da şükür' diyordu, fakat gene de o küçücük açıklıktan giren sular Ruveydâ'nın ayaklarını dondurmaya yetmişti. Ağlamamak için sıkıyordu kendini, bir de eve biranönce varıp zavallı babaannesine gereken ilaçları yetiştirebilmek için... Aklından türlü fenâ ihtimaller geçiyor, gene de zihnini mırıldanarak sayıklamakla meşgul etmeye çalışıyordu; 'Daha hızlı yürümeliyim, ayaklarım üşümüyor, daha hızlı yürümeliyim, ilaçları götürmeliyim, üşümüyor ayaklarım, yürümeliyim...'

Sokağın sonuna geldiğinde başını kaldırdı ve kendini bildi bileli girip çıkmaktan bıkmadığı, her zaman içerisinde sıcacık ve tatlı bir huzur duyduğu, iki oda bir mutfaktan ibâret olan küçük kulübenin gene kendisi kadar küçük ve tek menteşe üzerinde sallanan eski kapısını gördü. İçine gene tatlı bir huzur doldu ama gene de buruktu, çünkü içeriye girdiğinde babaannesi kendisini karşılayamayacaktıve Ruveydâ onu hiç alışık olmadığı bir şekilde yatakta ateşler içinde yatıyor bulacaktı. Üstelik kendisinden başka hiçkimsesi olmayan zavallı, yaşlı bir kadındı o. Artık eve vardığına ve acele etmesine gerek kalmadığına göre îtiraf edebilirdi ve öyle de yaptı mırıltıdan biraz daha yüksekçe bir sesle: 'Ayaklarım çok üşüyor! '

İçeri girdiğinde hemen babaannesinin yanına girmek istemedi, köşe duvarda durmakla durmamak arasında yıllarca bocalayan pencereden yağmuru izlemek istiyordu. İzledi. Ve düşündü. Hatırlayamadığı anne ve babasını, yemek yiyebilmek için saatlerce komşularının bir tabak yemek getirmelerini beklediği akşamları, yaşamak zorunda kaldığı onbir koca yılı ve belki de istemeyerek de olsa yaşamak zorunda kalacağı onlarca yılı... Yağmur ince ince yağmaya devam ediyordu, yollar ayna gibi parlıyordu. Evde aynaları yoktu ama Ruveydâ her çarşıya çıktığında otobüs durağının arkasındaki büyük ayna ve çerçeve dükkanının önünde dakikalarca aynada kendini seyrediyor, ince telli, sarı ve beline kadar uzanan saçlarının masmavi gözlerine ne kadar yakıştığını seyrediyordu. Gülümsedi Ruveydâ, gene mutlu oluvermişti. Babaannesinin bu tür mutlu olmalara tevekkül adı verdiğini duymuştu. Ne demek olduğunu tam olarak bilmiyor ama Ruveydâya, büyük sarı çerçeveli ve gösterişli güzel aynaları hatırlattığı için bu kelimeyi seviyordu.

Birden babaannesinin sesiyle irkildi. Hemen odsına koştu ve getirdiği ilaçları babaannesine eczacı amcanın tembihlediği gibi içirdikten sonra onu odada tekrar yalnız bıraktı. Çünkü orası kasvetliydi. Soğuk ve kasvetli...

Ertesi sabah Ruveydâ yola çıkmak üzere giyindi, burnu açık ayakkabısını da geçirdikten sonra küçük, beyaz ayaklarına koşar adımlarla sokağı geçti. Babaannesinin odasına girip ona haber vermeyi bile unutmuştu. Hem zaten zavallı kadıncağız yatıyor olmalıydı. Neden rahatsız etsindi ki onu?

Köşeyi döner dönmez aynacıda durdu. Aynaya gülümseyerek baktı ve saçlarını soğuktan titreyen parmaklarının arasında birkaç kez taradı. Ayağı gene üşümeye başlamıştı. Ayağının birini ötekinin üzerine koyuyor ve üşüyen ayağını diğeriyle ovuşturuyordu. O bunu hep yapıyordu ve bunu yaparken içinden 'Allahım Sen ayağımın üşümesine izin verme.' diyordu. Nedense hiç bir zaman bu duâsı kabul olmamıştı ama o nedenini anlayamadığı hâlde bu duâyı hiç aksatmıyor ve Allah'a duâsını neden kabul etmediğini sormuyordu.

Aynacı dükkanının önünde geçen süreyi tam olarak kestiremiyordu Ruveydâ. Sonra birden dükkanın büyük kapısı gıcırtı ile açıldı ve Ruveydâ çok korktu. Ayaklarını unutmuş kalp çarpıntılarını dinliyordu. İçeriden bir adam çıktı. Ruveydâ korktuğunun başına geldiğini düşündü, sonunda kızacaktı ona. Neden her gün dükkanın önünde durupdakikalarca beklediğini soracaktı. Sonra onu kovacaktı ve Ruveydâ hayatının geri kalan kısmını aynaya bakamadan geçirecekti. Gözleri doldu Ruveydâ'nın ve içeriden çıkacak olan adamı beklemeye başladı heyecanla.

İçeriden çıkan adam uzun boylu ve elli yaşlarındaydı. Saçı sık ve uzun ama yer yer aralarına beyazlar karışmıştı. Gene sık ve pala duran bıyıkları simsiyahtı. Kaşları! .. Asıl önemli olan kaşlarıydı. Çünkü pos bıyıklarının altına saklanmış olan dudaklarının kızgın olup olmadığı anlaşılmıyordu. Kaşlarına bakmak gerekti. Ve baktı. Çok şaşırdı Ruveydâ. Çünkü bu iri adamın kaşları çatık değil, aksine yukarı kalkmıştı, gâlibâ gülümsüyordu da. Birden bire rahatladı Ruveydâ. Demek adam ona kızmamıştı ve belki de yıllarca aynalara bakmasına izin verecekti Ruveydâ'nın. Adam kıza baktı ve merhamet dolu bakışlarla dudaklarını aralayarak konuştu:

-Hoşgeldiniz hanımefendi.

Ruveydânın kalbi duracak gibi oldu. Kalbinin ritmini bastırarak cevap verdi:

-Hoşbuldum amca.

-Adın nedir senin?

-Ruveydâ...

-Bak Ruveydâ, her gün buraya geliyorsun görüyorum. Yo yo yüzünü asma, üzülme hemen kızmıyorum ama çok kırılıyorum. Neden içeri hiç gelmiyorsun? Hem sana çay, kahve, ıhlamur ikram ederim. Zaten benim pek müşterim olmaz. Sıkılıyorum da. Biraz konuşuruz. Belki bana biraz yardım edersin de etrafı şöyle bir çeker çevirir, tertemiz yaparız. Eğer bana yardım edersen bak sana bunları veririm.

Adam bunları söyledikten sonra arkasında sakladığı bir çift ayakkabı çıkardı. Ruveydâ şaşkınlıktan dilini yutacaktı. Ayakkabılara bakakaldı. Tam ayaklarına göre, küçücük, açık kahverengi, bağcıklı ve bacaklara doğru biraz yükselen botu andıran ama ayyakkabı zerâfetindeydi. Önce içinden 'Teşekkürler Allah'ım.' dedikten sonra ikinci olarak adama dışından 'Teşekkürler amca.' dedi. Çünkü biliyordu ki bu amcaya, ona ayakkabı vermesini söyleyen de Allahtı.

Ayakkabıları adamdan nasıl aldığını ve daha sonra ona neler dediğini hatırlamıyordu. Kendini çarşıya doğru koşar buldu. Gülüyordu ama gözünde yaş vardı. Bir an önce eve gidip babaannesine bu müjdeli haberi vermek istedi. Kimbilir ne kadar sevinecektizavallı babaannesi? İçinden, yarın ilk işinin adama gidip onun istediği gibi dükkanı süpürmek ve onunla konuşup sıcacık bir çay içmek olacağını tekrarlayıp duruyordu. Koşuyordu, düşünüyordu, gülüyordu, ağlıyordu ve mutluydu. 'Teşekkürler Allahım, Teşekkürler Allahım! '

Akşam olunca elinde bir buçuk ekmekle ve biraz zeytinle eve gidiyordu ve koşmuyordu. Çünkü ayakları sıcacıktı. Eve varınca kapının önünde komşu teyzelerden birkaçını gördü. Neden geldiklerini merak ediyordu. Telaşlı gözlerle aralarına daldı ve eve girdi. Eve girdiğinde içeride daha kalabalık bir komşu gürûhunun babaannesinin kaldığı odanın önünde durduğunu gördü. Arada kaynayan hıçkırık seslerine aldırmadan koşarak hepsini yardı ve odaya girdi. Birden bire gözleri karardı. Çünkü babaannesi yatağında yatıyordu ama bembeyazdı. Üstelik başını beyaz ve uzun bir bezle bağlamışlardı. Sormadı 'ne oldu? ' diye. anlamıştı. Zekî kızdı Ruveydâ. Tek bilmek istediği, neden bu kadar erken olduğuydu, hâlbuki dün Ruveydâ ona ilaç getirmemiş miydi? Kendi elleriyle içirmişti üstelik. Tıpkı eczacı amcanın söylediği gibi. Peki, neden şimdi böyle olmuştu. Sırası mıydı ya? Şimdi Ruveydâ'nın başka kimi kalmıştı. Babaannesi de dedesi gibi bembeyaz bir suratla yatakta büzüşerek yatması ve bir daha görememesi için mi o kadar yolu koşarak ve üşüyerek gelmiş ve ilaçları elleriyle içirmişti? Şaşırdı Ruveydâ.

Bir komşu teyze onu evine götürüp Ruveydâ'nın merak ettiği herşeyi anlatmıştı ve Ruveydâ kadını dinlediğinde iki kat daha fazla üzülmüştü. Söylenenlere göre babaannesi Ruveydâ'nın üşüyen ayaklarına bir çift ayakkabı alabilmek için yataktan zor belâ kalkıp üzerindeki battaniyeleri katlamış, sonra da onları yollara düşerek satacak bir eskici aramıştı. Bunu yapabilmek için evden Ruveydâdan erken ayrılmıştı. En sonunda onları bir terziye satmış, terziden aldığı parayla ayakkabıcıya girmiş ve Ruveydâ'ya bir çift dünya tatlısı ama ucuz ayakkabı almıştı. İçine de bir kâğıt koymuştu. Aynacı amca anlatmış bunları komşu teyzeye. Ruveydâ ayakkabıyı giydiğinden beri ayağına batan ve fiyat kâğıdı olduğunu düşündüğü buruşuk kâğıdı aldı ve okudu:

'Tatlı kızım. Ayakkabının delik ayaklarının da acınacak hâlde olduğunu biliyorum. Üstelik hiçbir zaman benden ayakkabı istemeyecek kadar düşünceli olduğunu da... Benim bir tanecik mütevekkil kızım. Mırıldanarak ettiğin duayı çoğu gece işitiyordum. Artık ayakların üşümeyecek. Çünkü tıpkı duânda söylediğin gibi, Allah onların üşümesine izin vermeyecek artık. Tevekkül güzeldir ve böyle devâm et. Elinden geleni yap ve Allahtan iste. Bak gördün mü işte Allah sana nihâyetinde ayakkabı verdi. Böylece ben de güzel torunuma ilk hediyemi vermiş oldum. Şu an ayakkabıları aynacı Sâlih Efendi'den almış olmalısın. Ona emanet ettim ayakkabıları. Eve gelince görüşmek ümidiyle benim güzel kızım. Hayırlı günlerde, güle güle giy...
Seni çok seven babaannen...'

Bu mektubu yazıp ayakkabının içine koymuş, aynacı amcaya ona vermesi için emânet etmişti. Çünkü Ruveydâ'nın sabah ilk iş olarak aynacıya gittiğini biliyordu. Daha sonra eve gitmek için arka yolu tercih etmiş ve Ruveydâ'nın dışarı çıktığı saatlerde o arka yolda fenâlaşıp düşüvermişti.

Ruveydâ kâğıdı avuçlarında sıktı ve yaşlı gözlerle gülümsemeye çalıştı. Gözlerini sımsıkı kapatarak mırıldandı;

'Babaannemi son gününde mutlu ettiğin için Teşekkürler Allahım! '

Ayhan Yavuz Açıkgöz
Kayıt Tarihi : 14.11.2006 12:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Turhan Toy
    Turhan Toy

    bence devamı gelir bu öykülerin kalemin yatkın kardeş tebrikler
    Turhan Toy

    Cevap Yaz
  • Mehmet Akif Camkurt
    Mehmet Akif Camkurt

    oldukça dramatik. güzel olmuş. tebrikler.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Ayhan Yavuz Açıkgöz