KÜÇÜK AYICIK VE TANRI
Cesur, sepeti tıka basa böğürtlen dolunca, evin yolunu tuttu. İnlerine varmaya yakın, anne ve babasını tilkiyle konuşurken gördü. İkisi de kötü bir haber almış gibi çaresiz, üzgün görünüyorlardı. Tilki, elinden bir yaprak bıraktı ve bahçe kapısından çıktı. Cesur’la göz göze geldiler. Kurnazca sırıtan tilkinin gözleri, ağzına kadar dolu olan sepetteydi.
Cesur’un ailesi hiçbir şey olmamış gibi davranacak kadar akıllı değildi. Ne de olsa ayıydılar ve içgüdülerine göre hareket ediyorlardı. Cesur, ne olduğunu; anne ve babasının pençeleriyle birbirine girdiklerindeki konuşmadan öğrenmişti. Aslan, tilkiyi elçi kılmış, kapı kapı yemek toplamasını emretmişti. Peki, bu ayı çifti krala ne verebilirdi? Kendileri bile zor geçiniyordu. Küçük Cesur, arkadaşlarıyla okula gidemiyordu çünkü çalışmak zorundaydı. Annesi hastaydı. Babası; umursuz bir ayıydı, sanki kış gibi yazın bile kesintisiz uyuyordu. Zora düşünce de duvarları yıkıyor, ortalığı parçalıyordu ama dışarıdaki kuşa karşı bile daha nazikti. Yine öyle bir gündü işte. Annesi ağlıyor, babası da hıncını doyasıya duvarları döverek çıkarıyordu.
Ay, ortaya çıkmış, yusyuvarlak beyazla geceyi aydınlatıyordu. Kurtlar ulumaya başlamıştı. Bütün ayılar uyumuştu. O ise düşünüyordu. Yarın kurnaz tilki gelecek ve biriktirdiği böğürtlenleri alacaktı. Hem ne çok çalışmıştı onları toplamak için. Onları toplayana kadar ders çalışabilir tekrar okula başlayabilirdi, uyuyabilir veya ormanda gezip tozabilirdi. İninden çıktı, ormanın karanlıkları arasında öylece yürümeye başladı. Boynu eğikti. Cesur’un gözleri kendi kendine kapanıyordu. O, adeta bir uyurgezer gibi, bakmadan adım atıyordu. Sadece ay vardı aydınlık kalan, kendisi ağaçların kabukları arasında beliren sarmaşıkların içindeydi. Ayaklarından bedenine yürüyen karıncalar kaşıntı yapıyordu ve sinekler postunda kendine yer edinmeye, ısınmaya çalışıyordu. O, böyle ormanda gezerken; bir şey ayağını doladı. Ters döndü. Şimdi, baş aşağı bakıyordu yeryüzüne, yarasalar gibi.
İnsanların kurduğu tuzağa düşmüştü. Yaşadığı bölgede hiç insan görmemişti. İnsan neydi, onu bile bilmiyordu. Acı acı bağırmaya başladı. Ateş böceklerinin fenerinde bir baykuş göründü.
_Eyvah haline ki akıllı insanın tuzağına düşmüşsün. Onlar üstün düşünceleriyle, postunu kürk yapacaklar ve etini yiyecekler, dedi.
Ateş böceklerine dönerek, yardım getirmelerini istedi ve konuşmasına devam etti.”Bu vakitte ne işin var burada be oğlum, hem de bir yavrusun sen? ”Cesur’un dişleri birbirine geçmişti ve sıkıntıdan tüm bedeni, ter döküyordu. Yorgun sesiyle “hiç” deyiverdi,“Sadece yürüyordum.”
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar agarırken konuşmuştuk tepelerde,
Sen nerde o fecrin agaran daglari nerde!
Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta