Kral, Çoban ve Ayna (masal Şiir)

Vasfi Şahin
36

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Kral, Çoban ve Ayna (masal Şiir)

Senelerce senelerce
Çok senelerce önce.
Gündüzleri Güneşin,
Ayın ve Yıldızların altında geceleri,
Çok uzak, çok uzak diyarlarda,
Dağları karlı, ovaları rüzgarlı,
Serin gölleri, uzun nehirleriyle,
Engin ve bereketli denizleriyle,
Ve kulları ve köleleriyle,
Dünya üzerinde bir ülke,
Bu ülkede de;
Zalim mi zalim bir Kral vardı.

Çoğunluğu perperişan, aç, sefil,
Kendi ve ailesiyse asil,
Soylu soplu bu Kral;
Zenginliklerle dolu muhteşem sarayında,
Öyle böyle de değil,
Mutlu ferah yaşardı.

Krallardan kral olan bu Kral,
Duymuşsunuzdur,
İsmi? İsmi gerekli değil,
Belki Memnon, belki Ramses,
Kim bilir belki de belki,
Kudretli mi kudretli,
Zorba ve acımasız bir diktatör tirandı.

Bir eli yağda, bir eli balda,
Dediği dedik bu Kral,
Kendisini yücelttikçe yüceltir,
Allah’ın temsilcisi sanırdı.
Ol dediği oldurulan,
Öl dediği de öldürülen bu Kral,
Tarifi imkansız olacak kadar da acımasızdı.

Yediği önünde, yemediği çöpünde,
Bir dudağı yerde, gökte öbür dudağı,
Her ne kadar zalim, kudretli,
Zorba ve acımasız da olsa,
O da herkesler gibi ölümlü bir insandı.

Senelerce, senelerce,
Yüzlerce senelerce önce,
Günlerden, günlerden bir gün,
Çok uzak, çok uzak diyarlarda,
Dağları, ovaları, denizleriyle,
Kulları, köyleri, köleleriyle,
Muhteşem ve görkemli sarayında,
Soylu ailesiyle, mutlu mesut yaşayan,
Bu gaddar, bu acımasız,
Öl dediği öldürülen,
Ol dediği oldurulan,
Herkesler gibi ölümlü de olsa,
Kendini Tanrı’nın gölgesi sanan,
Her bir dileği ikilenmeyen,
Dediği dedik bu zalim Kral;
Nasıl ki bıkarsa her gün bal yiyen baldan
Sıkılır yaşadığı bu saltanattan,
Kurtulmak için de sıradanlıktan,
Konuşup, danışmadan oğluna, kızına, karısına;
Tebdil-i kıyafet karışır kulların arasına…

Nerde akşam orda sabah bir zaman,
Düşe kalka yaşadı, kulları gibi sıradan.
Böyle böyle de geçip giderken günler,
Kral olduğunu Kral’ın, bilemedi kimseler.

Demir atölyesinde demiri dövdü,
Demire biçim verdi bir süre.
Daima ateşin karşısında,
Kömür ve demir tozlarına bulandı.
Bu iş yorucu ve ağırdı,
Örs üzerinde demiri ağır balyozla dövmek,
Sanıldığı gibi hiç de kolay olmazdı.
Demiri döven ustalar kötü ruhları kovar,
Demirden çekiçler, demirden bıçaklar,
Mızrak uçları, süs eşyaları, baltalar
Ve demirden kılıçlar yaparlardı.
Kral’ın sözü de demir sayılır,
Demir de hiç kırılmazdı.

Kral olduğu anlaşılmayan,
Tebdil-i kıyafet Kral,
Sıkılınca demir işçiliğinden,
Kalktı göç etti dağ başlarına,
Zor olsa da karanlık dehlizlerde,
Çalıştı durdu sabırla,
Madencilerle bir olup demir madenlerinde.

Sonra, sonra da,
Yüce dağların eteklerinde,
Yüz yıllık ulu sedir ağaçlarını,
Keskin baltalarıyla kesen ırgatlara katıldı.
Kesilen ağaçların gövdeleri yontulur,
Uzun kirişler elde edilir,
Bu kirişlere de,
Bel kemiğine kaburga geçirir gibi tahtalar,
Ve tahtaların üzerlerine de,
Tahtaları bağlamak için güverte kaplanırdı.

Tebdil-i kıyafet olan Kral’ın,
Memleketinde gemiler,
Balık gibi yüzüp denizde batmasın,
Dalgaların üzerinde kuş olsun uçsun diye
Arka kısımları balık kuyruğu,
Burun kısımları da aynen
Kartal başı gibi yapılırdı.
En arka kısmınaysa geminin,
İnsana benzer bir heykel,
Bir figür takılırdı.
Bu figür ki; bir çekiç tanrısıydı.
Karanlık ocaklardan demir filizi çıkaran
Ve gemi yapan ustalara yardımlar eden,
Gemi yapmayı öğreten de zaten
Çekiç Tanrısı PUAM'ın ta kendisiydi.
Puam'sız denizlere açılmak olmaz, olamazdı.

Sarayından uzak kalan tebdil-i kıyafet Kral,
Gemilerde çalışanlara da katıldı seve seve,
Açık denizlerde azgın dalgalar ile
Baş etmenin zorluğunu belledi.
Güneşi izlemek iyiydi gündüzleri,
Küçük Ayı’nın kılavuzluğunda
Yol almayı öğrendi geceleri.
Deniz mavi, gök mavi
Ve lakin,
Denizde hayat hiç de kolay değildi.

Sarayından uzak yaşadıklarını,
Yeterince yeterli gören,
Ve tay derisinden çizmelerini,
Ve kaftanı ve tacı ve tahtını özleyen
Tebdil-i kıyafet Kral,
Böylece sarayına dönmeye karar verdi.

Tebdil-i kıyafet yine düştü yollara,
Giderken de yol üstünde rast geldi,
Keçilerini otlatmakta olan
Bir zavallı çobana...

Kral olduğu anlaşılmaz da olsa kıyafetinden,
Kral olduğunun bilincinde olan bu zalim Kral,
Geçip giderken yakınından çobanın;
“Keçilerin ot yesin,
Sana da kolay gelsin,
Eyy dağların ayısı..,”
Diyerekten çobana,
Selamı veriverdi.

Çoban da olabildiğince sakin;
“Bekleyenin sevinsin
Yolculuk güzel geçsin
Ol insanların iyisi”
Diyerek aldı,
Kral olduğunu bilmeden
Tebdil-i kıyafet Kral’ın selamını.

Kral meraklanmıştı,
Çünkü doğruya doğru
Böyle bir cevap beklemiyordu,
Bu yüzden olacak ki kafası karışmıştı.

Döndü yolundan geri,
Ve yine geçerken yakınından Çobanın,
“İyi otlat, aç bırakma,
Hoş tut keçilerini,
Eyy dağların ayı oğlu ayısı..,”
Diyerek selam verdi,
Biraz daha yükselterek sesini

Çoban hiç rahatsız değildi
Sanki kendi ile konuşur gibi
"Ulu Tanrım, Puam'ım
Korusun kollasın seni
Ol insanların iyi oğlu iyisi”

Cevabını alınca Kral, çobandan,
Yoluna devam eder, yolundan ayrılmadan.
Yürürken de konuşur kendi kendine;
‘Ya delidir bu çoban,
Ya da tanıyor olmalı beni,
Ben hakaret ettikçe çünkü ona
Neden iltifat etsin ki bana!’
Diye ikna edemeyip kendi kendini,
Çıkamadığı için işin içinden,
Döner gerisin geri,
Varır yanına gider çobanın;
Çobansa otlatmakta keçilerini
Sırtında kepeneği, elinde de değneği
“Otlakların esili,
Keçilerin besili,
Olsun, eyyy dağların
Ayı oğlu ayısının ayısı”,
Diyerekten selamlar Kral,
Altını çizer gibi,
Üstüne basa basa,
Aklı sıra işte aşağılar çobanı…

Oysa alçak gönüllülükle,
Tebessüm eder çoban,
Olabildiğince sakin,
Hiç gücenip kızmadan;
“Yolların serili,
Yılların dirili,
Olsun, ol insanların
İyi oğlu iyisinin iyisi”,
Diye, dostça, insanca,
Sanki yaştaşıymışçasına,
Karşılayınca, tebdil-i kıyafet olan Kral’ı,
Bir eli belinde,
Diğer eli ile de kaşıyarak sakalı;
“Hayret ki hayret” diye haykırır,
Kral olduğu belli olmayan,
Tebdil-i kıyafet Kral;
“Hayretler olsun, aşk olsun sana çoban,
‘Ayı’ diye seslendim sana,
‘İyi’ diye ses verdin bana,
‘Ayı oğlu ayı’ diyerek
Kızdırmak istedim seni,
‘İyi oğlu iyi’ olarak
Onurlandırdın beni,
‘Ayı oğlu ayının da ayısı’ diye diye
Sana hakaret ettiğim halde,
‘İyi oğlu iyinin de iyisi’ diye
Seslendirdin düşünceni…
Kim olduğumu bilir, tanır mısın ki beni?
Niçin böyle yaparsın, söyler misin fikrini?”
Diyerek Kral,
Anlatmış olur çobana tüm derdini…

Çoban da sakin ve ikirciksiz,
Cevapsız bırakır mı Kral’ı;
“Ben bilmem, bilemem ki kimsin sen.
Ve ilk kez de görmekteyim seni ben.
Kendini bilmeli kendi olmalı insan,
İçimizde başlamaz mı mutluluk zaten.
Ve hatta bilmelisin hemşerim;
'AYNASIDIR, İNSANIN İNSAN.'
Sen bana bakar kendini görürsün,
Ben sana bakar, kendimi görürüm.”

Böylece masalımızda ki Kral,
Şaşırmakla birlikte,
Kral olarak ilk kez hak verir,
Zavallı bir çobanın fikrine…
Ve satın alamayacağı en büyük dersi,
Almış olur çobandan.

Dağlarda keçilerini otlatan Çoban;
Böylece Kral’a olur Danışman,
Bilge olarak da saraya girer,
Dersini alamayan da alsın alandan.
Masalımız da böylece son bulur biter.

2012 Mayıs, İstanbul
Vasfi Şahin

Vasfi Şahin
Kayıt Tarihi : 20.9.2017 18:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Vasfi Şahin