Köyün Meşhurları-Düz yazı Şiiri - Recep ...

Recep Uslu
307

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Köyün Meşhurları-Düz yazı

Güzel yurdumda kırk bin tane köy olduğunu söylerlerdi benim çocukluğumda.Hala öylemi bilmem saymadım.İşte bu köylerimizin hepsi yeşillik içinde,ahşap evlerden kuruludur.Hoş son dönemlerde bazı köylerimizde beton evler yapılıyor ama bizim köylerimizin özelliği bahçe içinde altında ahır olan ahşap evlerdir.

Bu köylerimizin meşhurları vardır.Hepsi kendisine göre köyleri sömürür.Kimi duygusal yaklaşır, kimi dinsel, kimi korkutur, kimi sevdirir, ama köyümü sömürür. Kimdir bunlar; delisi, çobanı, sırtmacı, hocası, şıhı, ağası.

Benim köyümde de vardı böyle bir deli. Büyüklerimiz neden deli demişler bilmiyorum,sorardık anlatmazlardı nedense. Zaten bize büyüklerimiz hiçbir şey anlatmazlar:

- Büyüyünce öğrenirsin. Derlerdi.

Yalnız şunu hatırlıyorum. Amcam zaman zaman anlatırdı. Köyümüze vali gelmiş amcamı görmüş soru sormuş çok beğenmiş. Dedeme “Oğlanı götürüp okutayım öğretmen olsun” demiş. Dedem “Ben gevur yazısını okutmam.”demiş amcamı vermemiş. Amcam ömrü buyunca sürünüyormuş. Gevur yazısı dediği şimdi bildiğimiz Türkçe, Müslüman yazısı da anlamadan okuduğumuz ve din sandığımız Arapça.

Şöyle kendimi zorluyorum da bana masal dahi anlatılmadığını anımsıyorum. Herhangi bir konuda konuşacak olsak:

- Sen sus çocukların aklı ermez. Derlerdi. Neyse....

İşte bu deli komşumuz, evimizin karşı ki komşumuz cimbek Mustafa dayının ağabeyi idi. Benden büyük olduğu için ona da dayı derdim.Yusuf Dayı. Benden başka hiç kimse ona dayı demezdi. Deli Yusuf aşağı, deli Yusuf yukarı. Küçük çocuklar bile onunla alay etmeye çalışırdı. Ama zararsızdı. Kimseyi incitmez, kendi halinde bir insandı. Taşlı tarlaya gider akşama kadar taşlarını toplardı. Bağ kazmaya gider dur durak, sıcak soğuk bilmez saatlerce kazma sallardı. Köyümüzde değil çevre köylerde de tanınır, hatta bütün ilçe onu tanır, gören:

- Yusuf’a ramazana kaç gün var?

- Yusuf’a hıdrelleze kaç gün var?

- Yusuf’a panayıra kaç gün var? Diye sorarlar. hepsini bir bir yanlışsız söylerdi.

- Yada Yusuf’a seni everelim dediklerinde:”Adı Hatca,malı çokca,teni akca,aklı kıtca”diye bir türkü tuttururdu.

Evimizin yol tarafındaki bahçemize oturmuş kestiğim dut dallarının kabuklarını soyarak ayçiçeği sapı atıma dizgin ve kamçı yapmaya çalışıyordum.Benim atım ayçiçek sapıydı. Köyümüzdeki bütün çocukların ayçiçek sapından atı vardı. Akşamın karanlığı çökmeden harman yerinde koşardık. En hızlı kimin atı gidecek diye yarış yapardık. İşte bu atıma dizgin ve kamçı yapmaya çalışıyordum. Daha ilkokula falanda gitmiyordum. Şöyle bir dizgin yapayım ki herkes parmak ısırsın diye uğraşıyordum. Nereden geldi görmedim Yusuf Dayı başıma dikildi beni seyretmeye başladı. Yaptığım işe bir anlam verememiş olacak ki:

- Ne yapıyorsun sen? Dedi.

- Dizgin yapıyorum.

- Ne yapacaksın?

- Sana takacağım..

Sözümü daha bitirmeden beni bir kolumdan tuttu başladı vurmaya. Nereme gelirse vuruyor. Ağzıma, burnuma, popoma, sırtıma. Kolumu bıraksa kaçacağım ama bırakmıyor. Can hıraç bağırıyorum:

- Anne, baba yetişin deli Yusuf beni öldürüyor. Of Yusuf dayı bırak şaka yaptım, hiç sana takar mıyım, vurma lan ne vuruyorsun, anam anam anam...

Elinden nasıl kurtuldum bilmiyorum. İyi bir dayak yemiştim. Her yerim kan revan içinde kalmıştı. Hiç kimseye zararı olmayan, köyümüzün sembolü, herkesin sevdiği Yusuf dayı beni iyice benzetmişti.

Belirli bir zaman sonra, ilçede lokantada garsonluk yapıyordum. Orta okulda okumaktaydım. Yaz tatillerinde harçlığımı çıkarırım diye lokantalarda garsonluk yapıyordum Yusuf Dayı lokantanın önünden geçiyordu. Akşamüzeri olduğu için et yemeklerinin suları artmıştı. Dökecektik. Hemen çağırdım:

- Yusuf Dayı gel.Yanıma geldi, beni tanıdı, gülerek yüzüme baktı.

- Aç mısın?

- Açım.

Ona et sularını bir kaseye koydum, içine ekmek doğradım, güzelce karnını doyurdu. Sırtımı okşadı:

- Allah razı olsun gadınım. Diyerek gitti.Yıllarca bunu her yerde anlattı.

- Hacıbramların ercep varya et suyuyla benim karnımı doyurdu demediği kimse kalmadı. Beni tanıyan tanımayan herkesin haberi oldu. Ben de kendimce iyi bir iş yapmanın gururunu duydum.

Aradan uzunca bir zaman geçti. Artık Yusuf Dayı yaşlanmıştı. Gözleri görmez kimseyi tanımaz olmuştu. Camiye bile koluna girerek getiriyorlardı. Hiç namazını bırakmazdı ama ne okur nasıl okur Allah bilir. Hiç evlenmemişti sanırım.Bazen sorarlar O’da”Adı Hatce,malı çokca,aklı kıtca olsun “derdi.Bozuk paraları teneke içinde saklamayı sever,bir paket sigara versen içinden bir tane vermezdi.

Köyüme gezmeye gitmiştim. Kahvenin önünde herkesle beraber oturuyordu.

- Merhaba Yusuf Dayı dedim. Bağır kulakları duymaz, gözleri görmez seni tanımaz dediler. Ama o bana baktı:

- Merhaba ercep nasılsın dedi.

Herkes şaşırmıştı.

- Nasıl tanıdın? Dediler,

- Ben onu tanırım.Dedi.

İşin duygusal yanını ertesi gün öğrendim.Ben oradan ayrıldıktan sonra:

- Bana dayı diyen tek insan o nasıl tanımam onu.Demiş.

24.07.2002

Recep Uslu
Kayıt Tarihi : 8.1.2007 08:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Nedim Uysal
    Nedim Uysal

    Çok güzel ve ders alınması gereken bir olayı harika bir dille anlatmışsınız. Tebrikler size ve Yusuf dayınıza....

    Cevap Yaz
  • Fesih Aktaş
    Fesih Aktaş

    Aklı kıt Yusuf Dayı bile ikram ettiğin bir tabak yemeği yıllarca unutmamış.
    Hikayeniz ders verici. Çok harika bir üslup ile mükemmel mesajlar vermişsiniz. Kutlyuor saygılar sunuyorum

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Recep Uslu